Tarihsel TKP üyesi, emekçi karakterleri romanlarında yaratan yazar Hasan Kıyafet ile sosyalizmle tanışma serüvenini, tanışıklıklarını, Parti’nin öğretmen çalışmasını ve 100. yaşımıza ilişkin duygularını konuştuk.
Merhaba sizi tanıyabilir miyiz, TKP’ye ne zaman sempati duymaya başladınız?
Sevgili Yoldaşım, önce Türkiye Komünist Partisi’nin 100. kuruluş yılını olanca içtenliğimle kutluyorum. Komünist Partiler sadece kendi ülkelerinin değil, evrensel inancıyla bütün dünya emekçileri için önemli ve kutsaldır… Doğudan Kırşehir’e gelmek zorunda kalmış, çok çocuklu Kürt kökenli bir ailenin çocuğuyum. Yanlış anlaşılmasın köken sözcüğünü ırkçılığı protesto anlamında söylüyorum.
Köy Enstitüsü girişliyim. Sonradan Gazi Eğitim İngilizce bölümünü bitirdim. TKP’ye ne zaman sempati duymaya başladığım sorunuza gelince, kendi ironisiyle doğduğum gün başladı bu sempati diyebilirim. Çünkü azıcık akıl, çokça vicdan ve biraz da eğitimi olan kişinin başka seçeneği yoktur bence. Yani komünist olmak zorundadır…
Daha gerçekçi deyişiyle bu sempati 27-Mayıs 1960 sonrası Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşuyla, ete kemiğe büründü . Behice Boranları, Sadun Arenleri, giderek Hasan İzzettin Dinamoları, Aziz Nesinleri, Zihni Anadolları, Şoför İdrisleri, Şahap Balcıoğllarını şahsen tanıma şansım oldu. Ayrıca Aziz Nesin ile Türkiye Yazarlar Sendikası yönetiminde de çalıştım…
Bulgaristan Yazarlar Birliği Başkanı Kamen Kalçev’in davetlisi olarak, 1977 de eşimle birlikte Varna ve Sofya’ya gitmiştik. Bu arada Kalçev’in “Devrim Sancısı ve Devrim bitmeseydi” adlı iki kitabını Türkçeye çevirdiğimi de anımsatmak isterim. Sonradan TKP’nin Londra kanadını temsil eden Rıza Yörükoğlu da bizi yine ailecek Londra’ya davet etmişti. Fakat kimi ayrıntılarda kendisiyle anlaşamamıştım. Aramızdan erken ayrıldı, toprağı bol olsun, saygıyla anıyorum.
Köy enstitüleri mezunusunuz, TÖS ve TÖB-DER’deki mücadelenizi anlatır mısınız?
Evet Köy Enstitüsü girişli, öğretmen okulu çıkışlıyım. Bilindiği gibi Köy Enstitüleri 1950’den sonra tutucu iktidarca kapatılmıştı. Her şeye karşın eğitim ve öğretim kadrosu kolay değiştirilemediği için oradaki okuma sevgisi ile kolektif ruhtan herkes gibi ben de yararlanmıştım….
TÖS ve TÖB-DER’den önce TÖDMF vardı. Buraya CHP’nin ocağı bucağı gözüyle bakılırdı. 27 Mayıs’tan sonraki kısa süreli demokratik yumuşama kuşkusuz öğretmenleri de etkilemişti. Her iki yılda bir ve farklı bir ilde yapılan TÖDMF kurultayı 1963’te Gaziantep’te yapılmıştı. Samsun’u temsilen de arkadaşlar beni yollamıştı. Fakir Baykurt genel başkanımızdı. Orada TÖS yoğun gündeme geldi. Öğretmenler artık dernek değil sendikayla temsil edilmek istiyordu.
Bizler Antep dönüşü kendi illerimizde bu amaçla çalışmaya giriştik. TÖS’ün kurulduğu yerde, Öğretmen Dernekleri kendiliğinden feshedilmiş olacaktı. CHP buna engel olmak için Prof. Bahri Savcı’yı Samsun’a yollamıştı. Bizi ulu bir ağacı kesiyorsunuz biçiminde eleştiriyorlardı. Bilindiği gibi hiç bir engel bu yeniliğe engel olamadı…
12 Mart Faşist Darbesi her demokratik kuruluş gibi TÖS’ü de yıkınca, sil baştan dernek özelliğindeki TÖB-DER’ i kurduk.
Başka birçok örgütün kuruluşunda görev aldım. Birleşik Komünist Partisi (BKP), Halkların Demokrasi Partisi (HDP) gibi siyasal partilerin de kuruluşlarında bulundum. Kısacası nerede iyiye güzele yönelik örgütlü bir çalışma gördümse ikirciksiz koştum…
Türkiye’de tanınan bir edebiyat insanısınız, kaç tane roman ve öykü kitabınız var?
Roman, öykü, çeviri, araştırma, buna çocuk romanlarını da eklersek 50 kadar yayınlanmış kitap diyebiliriz.
Evet yazdıklarımda kahramanlarımı emekçilerden seçmeye özen gösterdim. Buna burjuva geleneğinin tersini yapmaya çalıştım demek daha doğru olur. Ne yani baş karekterler hep bey, paşa, prens, prenses mi olacak? Bizde Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi edebiyatında da ne yazık ki çoğunlukla böyledir. Kısacası yazdığım her satırda kutup yıldızım olan komünist öğretiyi unutmadım…
Komünist İmam romanınız çok bilinen bir romandır bunu yazma sürecini sizden dinleyebilir miyiz?
Komünist İmam romanını yazalı 50 yıldan fazla oldu. Yazılış serüveni uzun. Özetlersem, baştan burjuvazinin bize öğrettiklerinden kuşkuya düşmüşlüğümdür. Anama Hazreti Ali’nin İslamın celladı olduğu ezberini söyleyip, hüngür hüngür ağlattım. Halama Hazreti Muhammed’in dokuz kadınla evlenmişliği bilgiçliğini bindirip, kendime düşman ettim. Bu işte bir terslik olduğunu bereket tez anladım. Din bir üstyapı kurumuydu. Yaratanlar ise yoksullar ve çaresizlerdi. Fakat denetimi yönetimi zenginlerin, güçlülerin elindeydi. Halkın işsizliği yoksulluğu, çaresizliği varken, onu olmayan şeylerle uğraştırmak, hedef şaşırtmak ya da Donkişotluk değil miydi?
Sonunda köyümüzün dürüstlükte ve yoksullukta örnek insanı Kör İsmail’in dediğini yapmaya karar verdim. Bu onun köyün en varlıklısı ve en üç kağıtçısı Halil Ağa’nın gittiği yolun tersine giderek, doğruyu bulma yöntemiydi. Sistem, resmi ideoloji “bizi yoksul bırakan dindir” biçiminde bir bilinçaltı yaratmıştı. Oysa bu halkla aramıza bir yalıtkan koymak içinmiş. Kötü siyaseti kamufle etmek içinmiş… Bir de “Komünistlik” eşittir kooperatifçiliktir. Dinle imanla ilgisi yoktur demek istedim. Bu da bir bakıma tezdir, yaptığın işte didaktik öğretiyi unutmamaktır…
Aldığınız ödüller hangileriydi?
Ödüllere gelince. Alınan ödülden çok ödülü kimin verdiği önemli bence. O bakımdan herkesin Nobel’i farklıdır. Örneğin benim için işçi sınıfından aldığım bir ‘aferin’ dünyalara bedeldir. DİSK’in Abdullah Baştürk roman ödülünü “Umut Direniyor“, KESK’in Deniz Gezmiş Edebiyat Ödülünü “Asur Mührü” romanıma verdiler. Mezopotamya Kültür Merkezi Öykü Ödülü, “Diyarbekire Girmek” adlı öyküme, Sabahattin Ali Öykü Yarışması Başarı Ödülü “Baraç” adlı öyküme, Kültür Bakanlı film öykü yarışması birincilik ödülü “Yürüyüş Okulu” adlı öyküme verildi. (Not: Fikri Sağlar’ın Bakanlığı döneminde…) Unuttuklarım olabilir.
Son olarak genç komünistlere neler söylemek istersiniz?
Genç komünistlere diyeceğim, önce komünist kalmayı başarmalarıdır. Bu sadece teori değil; edebiyat, sanat ve hatta matematik bilmeyi gerektirir. Kısacası çok okumak ilk koşul demek istiyorum. Bu arada siyasetsiz kuş uçmayacağını bilerek, dünyaya sol siyaset gözlüğüyle bakmayı unutmamalarını. Bir de edebiyat ve sanatla uğraşacaklarsa, özellikle özü atlamamalarını önereceğim. Evet “sanat içimizi, bilim dışımızı süsler” diyor George Thomson. Burada elbette biçimi de ihmal etmememiz uyarısı var. Ama büyük usta Lenin’in “Özsüz bir biçimin fütürist bir korkuluktan başka bir şey değildir” uyarısını da akıldan çıkarmayacağız…
Bir kez daha yaşasın komünizm derken, hepinizin gözlerinden öpüyorum….
Bu haber en son değiştirildi 3 Eylül 2020 12:00 12:00
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…