Tarihsel TKP üyesi Ruhi Çanlıoğlu'ndan 100. Yıl Komiteleri'ne davet
"Bölük komutanı ve diğer çavuşlarla konuştum ve dedim ki: “Arkadaşlar biz kime ateş edeceğiz? Karşıdan gelenler bizim işçilerimiz, bizim halkımız.” Köprüler açıldığı için böyle bir karşılaşma yaşamadık ama eğer yaşasaydık kesinlikle işçilerle böyle bir çatışmaya girmeme kararı almıştık."
Tarihsel TKP üyesi, TÖB-DER yöneticisi Ruhi Çanlıoğlu ile Parti’nin 100. yılına yaklaşırken öğretmen çalışmasına, sendikalaşmaya ve 100. yılında komünist harekete dair konuştuk.
Çanlıoğlu sorularımıza şöyle yanıtlar verdi:
Öncelikle, Parti ile tanışma sürecinizi anlatabilir misiniz?
1946 doğumluyum. 1960 Çanakkale Öğretmen Okulu’na gittim, 1964’te mezun oldum. Daha sonra Bursa Eğitim Enstitüsü’ne gittim ve 1965’te mezun oldum. O yıllarda zaten öğrenci gençlik hareketleri başlamıştı. 1966’da Atatürk’ün Bursa Nutku’nu Eğitim Enstitüsü öğrencileri olarak okuduk; hem de tek ders sınavının konması için bir protesto düzenledik ve nitekim o eylemimizden sonra tek ders sınavı kondu.
Mezun olduktan sonra Kayseri’ye tayin oldum ve 30 Eylül 1966’da göreve başladım ve aynı gün Türkiye Öğretmenler Sendikası’na (TÖS) üye oldum. TÖS’ün Kayseri’deki ilçelerinde diğer öğretmen arkadaşlarım ile örgütlenme çalışmaları yaptık. Daha sonra askere gittim. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nde askerdim ve teğmendim. Bize Cağaloğlu’ndaki Ayasofya’nın köşesinde görev verdiler. Bir top ve askerlerle birlikte. Sirkeci’den gelen kolun engelleyicisi olacaktık. Bölük komutanı ve diğer çavuşlarla konuştum ve dedim ki: “Arkadaşlar biz kime ateş edeceğiz? Karşıdan gelenler bizim işçilerimiz, bizim halkımız.” Köprüler açıldığı için böyle bir karşılaşma yaşamadık ama eğer yaşasaydık kesinlikle işçilerle böyle bir çatışmaya girmeme kararı almıştık.
Askerliğim 1970 Eylül’ünde bitti. Eşimle birlikte Çatalca Lisesi’ne tayin oldum. Çatalca Lisesi’nde 3 sene çalıştım. TÖS 1972’de kapatılmıştı. 1973’te Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği’nin (TÖB-DER) Çatalca Şubesi’ni açtım ve şubeyi açtıktan sonra İstanbul’a tayin oldum. İstanbul’da Fatih Gelenbevi Ortaokulu’nda göreve başladım. O dönem ben Türkiye İşçi Partiliydim ve TİP ile dirsek teması içinde bu çalışmaları yürütüyordum. İstanbul’a geldiğimde Birlik Dayanışmacı arkadaşlarla tanıştım ve TÖB-DER’de Birlik Dayanışmacı bir politika ile hareket etmeye başladık. Parti ile de bu kanalla tanıştım. Yaş o zaman 28-29 idi. Parti’de verilen görevleri yapan bir militan gibi çalıştım.
Dönemin zorluklarından ve koşullarından, yaptığınız Parti çalışmalarından bahsedebilir misiniz?
61 Anayasası’nın Türkiye’ye getirdiği özgürlükler insanlarda bir bilinçlenme yarattı. Milliyet, Cumhuriyet gazetelerini okuyordum örneğin. Eğitim Enstitüsü’nde iken Akşam okumaya Çetin Altan’ın yazılarını takip etmeye başladım. İstanbul’a geldiğimde Yön ile tanıştım. Bu yayınlar Türkiye’nin sorunları üzerine düşünmemizi sağladı. Yatılı okulun etkisi vardı. Ülke sorunlarını kıyasıya tartışırdık arkadaşlarımızla. Bunlara çözüm arıyorduk. Türkiye’nin kurtuluşunun da komünist siyasetle mümkün olabileceğini düşünüyorduk. Toplumun ancak böyle rahat edebileceğini düşünüyorduk ki ben hala böyle düşünüyorum. Muazzam bir enerji ve politikleşme vardı.
Atılım elden ele geliyordu, ulaşıyordu bize. Öğrendiklerimizi Partili yapmayı düşündüğümüz insanlara aktarıyorduk, onlarla tartışıyorduk. Eğer kendileri de o konuda karar verici hale gelmiş ise Parti’yle tanıştırıyorduk.
82’den sonraki süreç, Örneğin TÖB-DER Başkanları’ndan Hüseyin Uysal Parti’den atılmıştı. Bu karar çok içime sinen bir karar değildi örneğin. Gizli gizli yayınları götürüyordum ona. Parti’nin lağvedilmesi benim çok içime sindirdiğim şeyler değildi. Ama yine de Parti için çalışıyorduk. TBKP’nin hayata geçirilmesi için elimizden geleni yaptık örneğin. Parti’nin aldığı kararları çok içime sindirmesem de onlara uymaktan geri durmadım.
Ancak örneğin komünist hareketin bu kadar parçalı olması beni çok üzüyor. Bu işi ön saflarda sürdüren arkadaşların bu hareketi birleştirme yönünde çabalarının devam etmesini bekliyorum.
Biz öğretmenlik yaptığımız dönemde halk tarafından dinleniyorduk. Halk ile diyalog kurabiliyorduk. İnsanlar da bizi dinliyordu, aklı selim insanlar bize hak veriyordu. Kol kola olmasak da “bu insanlar doğru düşünüyorlar, doğru yapmaya çalışıyorlar” diyorlardı. O dönemki gençlik hareketini destekliyordu insanlar örneğin. Türkiye’deki politik gelişmeler zamanla insanları bizden uzaklaştırdı. Zamanla geldiğimiz noktada, Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile de beraber, kapitalizmin geliştirdiği büyük propaganda ortamı çalışmayı daha da zorlaştırdı. Bugün iletişimin çok fazla olması hem avantaj hem de dezavantaj. Eğer bu iletişim araçlarını iyi kullanabilirsek ki bunu gençler yapacaklar, buradan çıkabiliriz. Samimi davranabildiğimiz zaman ve öngörülerimiz doğru çıktığı zaman insanlar bize güveneceklerdir.
Komünistlerin 100. Yıl buluşmasına dair çalışmalar başladı, Parti’nin 100. yılında emektar komünistlere ve genç komünistlere ne söylemek istersiniz?
İnsan öncelikle kendisi için yaşar. Ama gençlere “daha iyi bir toplum, daha iyi bir çevre nasıl yaratırım, bunun yöntemleri nelerdir, yolları nelerdir” diye araştırmalarını öneririm. Bana göre bu yöntem sosyalist, komünist bir mantıktan, mücadeleden geçer. İnsanların benim düşüncelerimi dikkate alsınlar ya da almasınlar genel perspektifleri şu olmalı: Bu toplum daha iyi nasıl yaşayabilir? Bu toplumla beraber ben daha iyi nasıl yaşayabilirim?
Bunu düşünerek hareket etmelerini öneririm. 100. Yıl Komiteleri ile yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum bu sürecin. Diğer komünist hareketlerle ilişki koparılmamalı, sürekli yapıcı olunmalı diye düşünüyorum.