Tarihsel TKP üyesi Turhan Ata: Parti'nin emektar yoldaşlarını bir araya getirme programından dolayı TKH'yi kutluyorum
TKH'nin bugüne kadar yaptığı çalışmalara büyük değer biçmekteyiz, 100. yıl anma toplantılarının başarılı bir girişim olduğunu düşünüyoruz, biz emektar yoldaşlar olarak bu çalışmaları destekliyor, sizleri kutluyoruz.
Tarihsel TKP üyesi, DİSK eski Yönetim Kurulu üyesi Turhan Ata ile sosyalizmle ve Parti ile tanışma sürecini, DİSK içerisinde sendikal mücadele dönemini, Parti’nin likidasyon sürecini ve son olarak 100. yıl değerlendirmelerini konuştuk.
Merhaba, Sosyalizm ile tanışma sürecinizi, Türkiye Komünist Partisi’nde örgütlenme sürecinizi dinleyebilir miyiz?
DİSK’in kuruluşundan sonraki gelişmeler sendikal alanda işçi ve emekçilerin dikkatini bu alana çevirmiş, sendikal hak ve emek mücadelesi üzerindeki kazanımlar DİSK’in örgütlenme sürecini daha da büyütmüştür. Özellikle 15-16 Haziran 1970’de yaşanan işçi sınıfının en büyük direniş eylemi sonrasında işçi ve emekçiler bu gelişmeyi büyük bir heyecanla izlemiş, bir anlamda kendileri de bu direnişin içinde yaşamışlardır.
Ben o tarihlerde Ankara’da OYAK Genel Müdürlüğünde bulunan Ordu Pazarları Başkanlığı muhasebe servisinde çalışıyordum. Bizim kurumda Türk-İş’e bağlı bir sendikanın olduğunu bu gelişmelere paralel olarak öğrendik. Ancak bu sendikadan kimseyi ne tanıyor ne de görüyorduk. Bizden daha bilinçli birkaç arkadaş bir gün beni de çağırıp bu sendikayı anlatarak bizim haklarımızı korumadığını aksine işverenle de gizlice anlaşarak bizim adımıza toplu sözleşme imzaladığını, böylece bizim haklarımızı işverene peşkeş çektiğini anlattılar. Çözüm yolu olarak bu sendikadan çıkarak yeni bir sendika kuracağımızı; böylece hak ve çıkarlarımızı dürüst bir şekilde kazanabileceğimizi söylediler.
Bu yeni sendika kurma çalışmaları gizlice yapılarak bir kaç ay sürdü, işveren bu gelişmeleri duyunca bizleri vazgeçirmek için baskı yaptı; ancak işyerinde çalışan hemen herkes (bir kaç kişi hariç), bu gelişmeyi destekleyince yeni sendikayı kurduk. Oyak’la birlikte bazı işyerleri de bize katılarak 1970 yılında benim de kurucu olarak katıldığım Teknik-İş Sendikası kurulmuş oldu.
Bu sendikamız hızla gelişerek büyümeye başladı, içimizde kurucu heyet ve yönetimde bulunanlar sosyal demokrat ağırlıklı ve bir iki kişi de solcu arkadaş vardı. Yaptığımız çalışmalar içinde DİSK’in çalışmalarını da dikkatle takip ediyor, sendikal çalışmalarımızı DİSK’in politikasına paralel yapmaya çalışıyorduk.
Ben beş yıllık süre içinde bu sendikada yönetim kurulu üyeliği, yürütme kurulu üyeliği ve sonra da genel başkan olarak çalışmalarımızı yürüttük. Sendikamızın gelişme ve büyüme süreci içinde ben de kendimi geliştirdim. Bütün hedefimiz DİSK’e katılımı sağlamaktı, çünkü bağımsız bir sendikanın üyelerinin sınıf bilinci için eğitime ihtiyacı vardı, ayrıca Türkiye’deki politik durum giderek sağa kaymış ve buna karşı mücadele edebilmek için ancak DİSK’te birliği sağlamakla mümkündü.
DİSK’in gelişme sürecinde TKP’li yoldaşların DİSK içinde olduğunu, bunların yoğun çabası ile işçi sınıfının emek ve özgürlük mücadelesinin de sürekli olarak geliştiğini görüyor, bundan büyük onur duyuyorduk. Bu gelişmeler içinde yönetim kurulumuzda DİSK’e katılma zamanının geldiğini tartışarak iki karşı oya karşı DİSK’e katılma kararını aldık.
Bu kararla birlikte süreç içinde sendikamızı daha da güçlendirmiş ve DİSK’in eylemlerine de katılmaya başlamıştık. 1 Mayıs 1976’da yığınsal olarak orada bulunduk. Ben DİSK’in toplantılarına da katılıyor, Başkanlar Konseyi ve Yönetim Kurulu ortak toplantılarında bulunuyordum. Orada bulunduğum sürede Aydın Meriç ve bazı yoldaş olarak tahmin ettiğim görevlilerle konuşarak onları tanımaya çalışıyor, bilgi alıyordum. Ayrıca o tarihte DİSK Genel Sekreteri olan İbrahim Güzelce yoldaş bizimle yakından ilgilenerek çalışmalarımızı soruyor, bizlere öneriler getiriyordu. Bazı günlerde bizi Kemal Türkler ile buluşturuyor, sendikamızın gelişmeleri ile bilgi veriyordu.
Sendikamıza üye olan Gebze’deki TÜBİTAK işyerinde çalışan ve yönetim kurulu üyemiz olan C. B. birgün benimle önemli bir konuyu görüşmek için buluşmak istediğini söyledi. Ben bu buluşmanın ne olabileceği konusunda tahminde bulunarak esasen partili olarak tahmin ettiğim bu yoldaştan bana bir teklif geleceğini, Parti’nin beni göreve çağırdığını düşündüm. Son yıllarda Yaptığımız çalışmalar zaten Parti’nin gösterdiği yoldan yürümekti, bu çalışmalarımızı bundan sonra da Parti görevlisi olarak devam ettirecektik.
Büyük bir heyecan içinde yoldaşla buluştuk, tahmin ettiğim gibi Parti beni göreve çağırıyordu. Yoldaş parti tüzüğünü bana verdi ve bunu okuduktan sonra Parti’ye katılmayı kabul edersem bir sayfalık bir “pelür” kağıdına yaşam hikayemi anlatmamı istedi.
Ben büyük bir heyecanla düşünmeye gerek olmadığını, şimdiye kadar zaten Parti’nin çalışmalarını izlediğimizi; politikasını, mücadele anlayışı ile hedeflerini benimsediğimi, Parti’ye katılarak da bu hedeflere ulaşılması için bütün gücümle çalışacağımı söyledim. Ancak, yoldaş prosedür gereğince parti tüzüğünün okunmasını ve bir kaç gün düşünerek karar verilmesinin uygun olduğunu ve daha sonra da tekrar buluşmak için haber vereceğini söyledi.
Ben 2-3 gün içinde karar verdiğimi söyledim ve yoldaşla buluşarak yazdığım yaşam hikayesini kendisine verdim.
Yoldaş mektubu aldı ve benim Parti’ye katılma isteğimin parti organlarında görüşüldükten sonra tekrar bana haber vereceğini söyledi.
Bir ay sonra yoldaş benim Parti’ye kabul edildiğimi ve parti adımın Y. Ö. olduğunu, bunu hiç unutmamam gerektiğini de hatırlattı. Bu sonuçla büyük bir onur ve gurur duyduğum TKP beni de bünyesine almış oldu.
Sonraki süreçte sendika içinde görevli yoldaşlarla bir parti komitesinde görev aldım. Bu çalışmalarımız 12 Eylül 1980 faşist darbeye kadar devam etti. Darbeden sonra iki ay kadar İstanbul’da saklandım. Parti kararı ile cuntaya teslim olmadık, sonra da yurt dışına çıkarak Parti çalışmalarımıza orada devam ettik.
Parti çalışmalarımızın içinde unutamadığım bir anımı da burada anlatmak isterim. 1 Mayıs 1978’de Taksim Meydanında atılan sloganların içindeki “TKP’ye özgürlük”, “Atılım Bizimle”, “Faşizme geçit yok” gibi pankartların büyük çoğunluğunu 1 Mayıs’tan 2 gün önce Ankara’da zor taşıyabildiğim büyük bir valiz içinde trenle İstanbul’a getirmiş, Haydarpaşa’da buluştuğum bir yoldaş ile Üsküdar’da bahçeli bir eve giderek valizi teslim etmiştim. Ankara’da valizi bana teslim eden yoldaş içinde ne olduğunu bana söylememişti, yalnız 1 mayısla ilgili olduğunu söylemişti. Ben 1 Mayıs’ta açılan bu pankartları görünce hem heyecanlandım ve hem de böyle bir görevin bana verilmesinden dolayı gurur duydum.
DİSK’in içinde bir de Bank-Sen’de mücadele verdiniz. O dönemi de dinleyebilir miyiz? Nasıl bir sendikal mücadele tecrübesi biriktirdiniz?
DiSK’in ana tüzüğü nedeniyle aynı işkolunda olan sendikalar DİSK bünyesinde kurulan bir komisyon ile her iki tarafın durumu ve şartları görüşülerek ve tarafların rızası ile birleştirilirdi. Bu konuda bazı birleşme girişimleri DİSK’in içinde bulunan politik unsurların taraflı eğilimlerinin komisyonlara da yansıdığı ve komisyon kararlarının da bazen birleşmeleri sonuçsuz bıraktığı olurdu.
Bunlardan en ilginç olanlardan birisi de benim başkanı olduğum Teknik-İş sendikası ile aynı işkolunda olup bizden 1 yıl önce DİSK’e katılan Sosyal İş sendikaları arasındaki birleşme çalışmaları idi. Sosyal İş sendikasının yönetiminin Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile birlikte hareket etmesi ve bazı yöneticilerinin de TİP’de yönetici olarak çalışmaları bu birleşmeyi çıkmaza sokmuştu.
Kurulan komisyon üyeleri Teknik İş’in TKP ile yakın olmasını bilerek komisyon kararlarının da Teknik İş’i kollayan bir şekilde çıkmasını hedef aldıklarından Sosyal İş yönetimi bu kararları tanımadığını ilan etmiş ve bu sendikanın DİSK yönetimi tarafından üyeliği askıya alınmıştır.
Bu durum Sosyal İş Sendikasını uzun süre meşgul etmiş örgütlenme ve gelişme anlamında bir çok olumsuz sonuçlarla karşı karşıya kalmıştır. Bizim sendika yönetim kurulu ise Bank-Sen’le birleşme konusunda komisyon kararına gerek duymadan DİSK yönetiminin yaklaşımını değerlendirerek genel kurulunu yapmış ve koşulsuz olarak Bank-Sen sendikasına katılmıştır.
Birleşme sonrasında Teknik İş kadrolarının hemen hepsi Bank-Sen’de görev almış ve bu sonuç DİSK bünyesi içinde örnek bir birleşme olarak saygı ile karşılanmıştır. Ben birleşme sonrasında Bank-Sen’de toplu sözleşme dairesi başkanı olarak görev aldım. Bu konu Teknik İş sendikasında da büyük oranda çalıştığım bir alandı.
Tabii ki hem Tekniş İş’de ve hem de Bank-Send’e bir çok anılarım oldu. Bunlardan ilginç bulduğum bir ikisini anlatmak isterim.
Bank-Sen’de çalıştığım süre içinde eğitim ve örgütlenme alanlarında sendika büyük bir çıkış yakalamış, kısa sürede DİSK’in 4’ncü büyük sendikası durumuna gelmiştir. Özellikle banka işkolunda 18 büyüklü küçüklü bankanın örgütlenmesi yapılarak ekonomik ve demokratik alanda çok büyük kazanımlar elde edilmesini sağlamıştır.
Bu konuda en önemli kazanımların başında gelen Yapı Kredi bankası emekçileri eğitim ve sınıf bilinci taşıması bakımından ileri bir durumda olmaları, toplu sözleşme görüşmelerinde de işverenin bunu dikkate almasını kaçınılmaz olarak beraberinde getirmiştir.
Çukurova gurubuna bağlı olarak çalışan Yapı Kredi ile 1980 yılında yapılan toplu sözleşme görüşmelerinde sona yaklaştığımız bir gün o zaman bankanın genel müdürü olan rahmetli Halit Soydan bizden şöyle bir istekte bulunmuştu.
“Turhan bey, uzun yıllardır birlikte çalışıyoruz, bizler bankada çalışan emekçilerimizden son derece memnunuz, onların refahı ve Türkiye koşullarına göre daha iyi şartlarda yaşamaları için elimizden ne geliyorsa sizlerle birlikte anlaşarak veriyoruz; ancak şu anda piyasada bizim en güçlü rakibimiz olan İş Bankası sendikası bağımsız bir sendika olarak banka yönetimi ile anlaşarak toplu sözleşme görüşmelerinde iyi sonuçlar alarak işçilerini sevindirmiyor, bu durum tabii ki masrafların mukayesesini yaptığımızda bizim banka aleyhine büyük bir farklılık yaratıyor, sizlerden ricamız bu bankanın da sendikanızda olmasını sağlamanızdır, bu konuda bütün masraflarınızı biz karşılamaya hazırız” diyerek banka iş kolundaki reel durumu özetlemiş oldu.
Ben cevaben “Halit bey sizin bu konuda masrafa girmenize gerek yok, biz zaten o bankada çalışmalarımızı sürdürüyoruz, kısa bir zaman dilimi içinde o banka çalışanları da sendikamızda olacaktır, bundan emin olabilirsiniz” diyerek görüşmeleri başarı ile noktalamıştık.
Diğer ilginç anılarımızdan birisi de o zaman Koç Holding’e bağlı olan Garanti Bankasında geçmiştir.
1979 yılında başlayan toplu sözleşme görüşmelerinde karşımızda bankanın genel müdürü olarak Amerika’dan Turgut Özal tarafından getirilerek finans dünyasının altın çocuğu olarak da lanse edilen Erol Aksoy idi.
Sonraları adı bir çok yolsuzluk olaylarına da karışan bu kişi kendisini Amerika’da zannederek sözleşme görüşmelerinde çok sert bir tavır takınmış ve görüşmeler kısa bir süre içinde olumsuz bir şekilde noktalanarak; prosedür gereği uzlaştırma kuruluna havale edilmiştir.
Kurul kararı doğal olarak işveren lehine çıkınca biz bunu kabul etmediğimizi ilan ederek grev kararı aldık.
Grev prosedürü gereğince önce bütün işyerlerinin kapısına ‘Bu işyerinde 7 gün sonra grev olabileceği’ ilan edilerek duyuru yapılır.
Biz bu ilanı astığımız gün içinde sendikamızı iyi tanıyan banka yatırımcıları ve mudileri, “bunlar mutlak grev yapabilir” diyerek bankadan paralarını çekmeye başlamış ve bir gün içinde 200 milyar civarında para bankadan çekilince Erol Aksoy Türkiye’deki sendikal hareketi, DİSK’i ve bizim Bank-Sen’i soruşturup durumu anlayınca hemen bizimle ilişkiye geçip görüşmek isteğini bildirmiştir.
Akabinde Sendikamıza gelen Erol Aksoy ve yetkililer ile 4100 çalışanı kapsayan Toplu sözleşme imzalanmış ve çalışan Garanti emekçileri sendikamız ile birlikte kararlı bir şekilde mücadele ederek başarılı bir sözleşmenin imzalanmasını sağlamıştır.
TKP’nin likidasyon sürecine dair neler aktarırsınız?
Partideki liberalizm konusundaki eğilimler, Leninist ilkelerden kopma ve uzaklaşma, SBKP’nin Gorbaçov zamanındaki Glasnost-perestroyka sürecinin başlaması ile eş zamanlı olarak değerlendirilebilir.
Bu eğilim TKP ve TİP’in birlikte oluşturdukları TBKP sürecinde kendisini göstermiş, yurt dışı örgütlerinin önemli desteğini almasına karşın, Türkiye’deki Parti örgütlerinin bu konuyu yeterince tartışamaması, üst örgüt ile kopuk ve kaypak bir zemin üzerinde bulunması sorunu oldu bittiye getirmiştir. Kutlu’nun bu süreci görüşmek üzere Türkiye’deki parti sorumluları ile buluşması genel yaklaşımı değiştirmemiş, çok dar bir kadro ile yapılan bu buluşma konu üzerindeki farklılıkları değiştirmemiştir.
Esasen 12 Eylül 1980 faşist darbe ile kadrolarının önemli bir kısmını kaybeden parti yönetimi, darbeye karşı bir politika üretemeyen ve SBKP’nin uyarıları ve devlet politikasının etkisinde kalan parti üst yönetimi ile Türkiye’deki parti örgütleri kendilerine sunulan bu birleşme manevralarında konuyu yeterince benimsemekten uzak bir anlayış içinde olmuştur.
Birlik konusunun yurt dışındaki tartışma sürecinde yurt dışındaki muhalif kanat bu tartışmaların dışında bırakılmış, özünde Parti’yi bazı hatalarına rağmen revizyonist tehlikelerden kurtarmaya çalışan İngiltere’deki İşçinin Sesi kanadı üzerindeki baskılar, örgütün demokratik yapılanmadan uzaklaşmasına ve birlik sürecinin sonuçlarının düzeyinin de düşmesine önemli bir kanıttır.
1973 Atılımı ile gelişen Parti, işçi sınıfımızın ve bağımsızlık mücadelesi veren devrimci gençlerin Parti’yi desteklemesi, DİSK’in işçi sınıfının da gelişip güçlenmesine, özellikle 15-16 Haziran 1970’de yapılan büyük işçi direnişiyle katkı sağlaması, militan Parti elemanlarının DİSK içinde görev alması ile Parti önemli kazanımlar elde etmiştir.
12 Eylül 1980 faşist darbesi ile solun büyük bir darbe alması, bu gelişmeye karşı hazırlıksız yakalanan, hemen hiç bir parti veya örgütün bu darbeye karşı bir karşı mücadele geliştirememesi, TKP de dahil bundan ders çıkarılarak birleşme eğilimlerini sık sık gündeme getirmiştir.
Burada süreç içinde ‘işçi sınıfının mücadele anlayışının ve kazanımlarının TKP desteğiyle daha da yükseldiğini gören büyük işçi önderi Kemal Türkler acaba DİSK’in başında olsaydı bu darbe olabilir miydi?’ diye düşünmek gerekmez mi? Kemal Türkler’in katledilmesi ile darbenin önündeki engellerden en önemlisi bu şekilde temizlenmiş oldu.
CHP yönetiminin darbeden bir kaç yıl önce Ali Topuz marifetiyle DİSK’in bazı delege oyunları ve CHP’nin 6’ncı kolu sol sekter yapıların desteği ile Abdullah Baştürk’ün DİSK başkanlığına getirilmesi, hemen akabinde DİSK içinde sınıf mücadelesi veren Maden-İş, Bank-Sen ve Bay-Sen sendikaları ile yöneticilerinin DİSK’ten ihraç edilmesi, DİSK’i pasifist bir noktaya getirmiştir.
Hatta iş o kadar hızlı bir şekilde geliştirilmiş ki, Ecevit’in Başbakan olduğu dönemde onun çağrısı ile işçi ve işveren temsilcileri bir araya gelerek ekonomik kriz olduğu varsayımı ile işçi ve emekçilerin kemer sıkması için anlaşmaya varmış, Abdullah Baştürk de ne yazık ki bu anlaşmaya imza atmıştır.
Görüldüğü gibi 12 Eylül 1980’e giden yoldaki engeller CHP eli ile temizlenmiş, Kemal Türkler’in katli ile bu amaca kısmen de olsa ulaşılmıştır.
Haydar Kutlu yönetimi işbaşına geldiği tarihten sonra, Parti içindeki yönetime karşı ideolojik mücadele veren muhalif unsurları temizleme hareketine Almanya parti yönetimiyle başlanmış, aynı şekilde İngiltere’deki İşçinin Sesi kanadı da dışlanmıştır.
Ayrıca hemen bütün ömrünü Parti çalışmalarına eğitimci olarak veren, binlerce işçi ve emekçinin gelişmesine harcayan, benim çok sık görüştüğüm ve sorumlusu olduğum bölgenin Partili elemanlarına eğitim çalışmaları için sık sık gelerek katkıda bulunan Süleyman Üstün hocamız da bu tasfiyeden nasibini almıştır.
Ayrıca güneydoğuda Parti’yi sendikal alandaki çalışmaları ile üst seviyelere çıkaran, Kemal Türkler’in katlinden sonra bölgede uygulanan genel grevin örgütleyicisi olan ve bu nedenle Diyarbakır’da hapse atılan bu yoldaş, basit dedikodular nedeniyle Fransa’da partiden dışlanmıştır.
Sorunu araştırmak için parti üst yönetimine başvurdum; ancak net yanıtlar alamadım, bundan sonra Fransa sorumlusu Cemal Kıral ile oraya giderek konuyu araştırdığımızda, bizim yoldaşı suçlayan kişinin Parti’ye ait paraları zimmetine geçirdiği, belediyeden aldığı yardımları kendisi için harcadığı anlaşılmış; bizim yoldaş da bu uygulamalara karşı çıktığı için Parti üst yönetimi tarafından hiçbir araştırmaya tabi tutulmadan Parti’den dışlanmıştır.
TKP, Haydar Kutlu yönetiminde SBKP’de uygulamaya başlanan Gorbaçov liberal politikalarını ilk uygulamaya alan Komünist Partisi olarak da Sovyetler Birliği’ne sıkı sıkıya bağlı olduğunu, bu uygulama ile de bir kere daha kanıtlamıştır.
TKP-TİP birliği inşasındaki oluşumda TKP adından vazgeçilmesi de büyük bir talihsizlik olmuş, bu Parti ve isim uğruna yaşamını hiçe sayan yoldaşların 65 yıllık mücadelesi de dikkate alınmamıştır.
Dünyada emsali görülmeyen tarihsel parti adının değiştirilmesi de bu yönetimin üstüne yafta olarak asılmıştır.
Bu birleşme ve liberal politikaların uygulanması sonucu Parti kapatılmış; 1980 öncesi hızla gelişen, büyüyen işçi ve emekçilerin büyük umudu olarak yükselen TKP, yanlış ve uygunsuz politikalar sonucunda bitirilmiştir.
DİSK’le birlikte TKP, parti örgütlerinin içinde olduğu onbinlerce işçi ve emekçinin katılımı ile uygulanan 1 Mayısların örgütlenmesi ve uygulanması, büyük grevlerin uygulanarak sermaye sınıfına zor anlar yaşatılması, DİSK’in kapatılması istemiyle açılan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) uygulanmasına karşı verilen mücadeleyle kazanılan bir çok kazanım Parti’nin kapatılması ile anılarda kalmıştır.
TKP’nin 100. kuruluş yıl dönümüne dair neler söylersiniz?
Türkiye Komünist Partisi’nin sinin 100’üncü yılını anma, Parti’nin emektar yoldaşlarını bir araya getirme programını düzenlediği için TKH yönetimini ve bu konuda emeği geçen bütün yoldaşları kutluyorum.
Geçmişini unutan, yapılan mücadeleleri değerlendiremeyen, o dönemin savaşımı içinde yaşamlarını ortaya koyan birçok sıra neferi yoldaşını kaybeden bu emektarlara gerekli önemi verenler, geçmiş 100 yıllık Parti tarihinin de unutulmadığını göstermektedir.
TKP’nin şanlı tarihimizde geçirdiği sınavlar, demokrasi ve özgürlük mücadelesi içinde Parti yönetimlerinin bu çalışmalar içindeki çalışmaları ve davranışları, sınıfsal mücadele anlayışının uygulanmasındaki göstergeler, hepimiz için büyük bir tecrübe kaynağıdır. Aynı zamanda bu kaynak yolumuzu olumlu ve olumsuz bir biçimde aydınlatan bir ışıktır.
Türkiyemiz büyük bir ekonomik ve politik kriz yaşamaktadır. Erki elinde tutan gerici ve faşist güçler, kapitalist para babalarının istediği yolda ilerlerken, ülke de koyu bir karanlığa doğru gitmektedir.
Bu karanlıktan çıkış yolları ise işçi sınıfı ve emekçi halkımızın güçlerini birleştirmesi ve Marksizm’in gösterdiği ilkeler doğrultusunda mücadele etmektir.
Solda birlik çalışmalarında ne yazık ki geçtiğimiz yıllarda başarılı bir politik zemin yaratılamamış ve birlik çalışmaları kağıt üzerinde kalmıştır.
Özellikle ÖDP bileşimi ile başlarda önemli mesafeler alındığı halde sonunda örgüt ve kimi şahısların kaprisleri, kariyer hesapları ve hepsinden önemlisi ise işçi sınıfı mücadelesini önemseyen politik mevzilerin terk edilmesiyle başlayan çatışmalar başarıyı imkansız kılmıştır.
‘Birlik nasıl sağlanmalıdır?’ diye geçmişteki örneklere bakarsak, parti, dernek ve örgütlerin kapatılması istemleri ile yol alınamayacağı açık bir şekilde görülmüştür. Bu durumda neler yapılarak birliğin sağlanmasının önündeki engeller aşılabilir?
İşçi sınıfının mücadele tarihinde bu konularda uygulanan çözüm yolları denenmelidir. Dünyada bazı ülkelerde gördüğümüz örneklerden de yola çıkarak, bizim ülkemizde de bu yol denenebilir.
Ülkemizdeki en yakıcı sorunların öne çıkarılması ile ortak bir görüş sağlanabilir ve eylem birliği veya cephe birliği gibi yöntemler kullanılarak birlikte çalışmanın yolları bulunabilir.
TKH yönetimi, küçük büyük demeden diğer parti ve örgütlerle temas kurmak ve karşılıklı saygı ve hoşgörü temelinde yoldaşça ilişkiler kurularak çağrı yapma görevini üstlenebilir.
TKH’nin bugüne kadar yaptığı çalışmalara büyük değer biçmekteyiz, 100. yıl anma toplantılarının başarılı bir girişim olduğunu düşünüyoruz, biz emektar yoldaşlar olarak bu çalışmaları destekliyor, sizleri kutluyoruz.