Tarihsel TKP’li Kemal Alım: İnsanlığın, Türkiye halklarının, işçilerinin kurtuluşu mutlak olarak sosyalizmde
Hep söylenir ya, bunu çok farklı siyasi yaklaşımları olanlar bile kabul ederler. Komünistler ülkenin vicdanıdır. TKP’yi ülkenin tarihinden çıkartırsak elimizde çok anlamlı bir şey kalmaz. TKP, kurtuluş savaşının ateşinden doğdu. Ve işçi sınıfının daha iyi bir hayatı için büyük bedeller ödedi.
Tarihsel TKP üyesi Kemal Alım’la sosyalizmle tanışma serüvenini, Parti’nin İzmir’deki etkisini, İGD’yi ve TBKP sürecini konuştuk.
Alım, 100. yıla dair “Birincisi komünistlerin dün olduğu gibi bugün de birliğini sağlamak önemlidir. İki işçi sınıfının politik birliğinin sağlanması hedef olmalıdır. Bugün bu iddiayı taşıyan en önemli politik yapının Türkiye Komünist Hareketi (TKH) olduğunu düşünüyorum.” diye konuştu.
Kemal abi, sizi tanıyabilir miyiz?
Bir işçi ailesinden geliyorum, işçi kökenli bir aileyiz. Dedem telgraf telleri bakım işlerini yaparmış, İzmir’e göçtükten sonra esnaflık yapmış. Nenem tütün işçiliği yaparmış. Babam Tek-Gıda İş Sendikasında fırında çalışırken iş yeri temsilcisiydi. Annem de tütün mağazalarında nenemle birlikte tütün işçiliği yapardı. Aile demokrat bir aileydi. Annem kitap okuturdu sürekli. Birçok çocuk kitapları, dünya klasiklerini okudum annemle beraber. Oysa ilkokul mezunu bir kadındı. Hayatımda çok büyük etkisi vardır. Babam sendikanın toplantılarına götürürdü, politik etkileri babamdan aldım daha çok. Okuma, araştırma, sorgulama ise daha çok anneden. Tabii böyle bir ailede yetişirken, bir taraftan da 70’li yıllar, bizim de ilk gençlik yıllarımız. Deniz Gezmiş hayranlığımız vardı, Mahirler, Denizler öldürüldüğündeki evdeki kasveti, üzüntüyü hiç unutmuyorum. Ben de ortaokuldan sonra işçilik yaptım. Okul tatillerinde incir mağazasında çalışıyordum. 1973 ilk sigorta yılım, bunu sonradan öğrendim, o zamanlar girişim yapılmış. 1974 yılında ortaokul bitince kalıp atölyesinde çalışmaya başladım. Benim gibi komşu, akran arkadaşlar vardı okumaya meraklı.
Parti’yle nasıl tanıştınız? Örgütlenme sürecinizden bahseder misiniz?
1976 senesinde okuldan arkadaşlarım Zeki ve Zafer ile karşılaştığımda semtimizde bir dernek açıldığını, solcu bir dernek olduğunu, burada bağlama kursu, folklör çalışmaları yapıldığını, iyi insanlar olduğunu oraya gelmemizi istediler. 1976 yılında Zeytinlik Kültür Dayanışma Derneği’ne gidip gelmeye başladık. Ortamdan ziyade oradaki gerçek ve kitle isimli dergiler daha çok dikkatimi çekmişti. Daha sonra öğrendik ki GSB’nin kurduğu bir dernekmiş. Zafer’in önerdiği kitapları okumaya başladım. Uzaktan ilgi ile bakıyordum, çok da sıkı değildim faaliyet itibariyle.
Daha çok 1977 1 Mayıs’ı sonrasında geliştim. Birçok arkadaş mahalleden derneğe gidip geliyordu. Meğer ZKKD’den arkadaşların çoğu, o zaman GSB’li arkadaşlar da dahil olmak üzere, hepsi yeni kurulan İGD’ye katılmışlar. Bu derneği araştırdığımda anti-emperyalist, anti-faşist bir kitle örgütü olduğunu, TKP’ye yakın ve onu destekleyen bir dernek olduğunu öğrendik. Daha çok ilgimizi çekti. Gidip tanıştık sonrasında. Ahmet Tüzün ile tanıştım ilk kez orada. Uzaktan tanıdık bir tipti, tanışıklığımız yoktu. Gözü kara, efe diyebileceğimiz bir kişiliği vardı. Devrimci olarak tanıdığımda çok sevindim. Sonra Suat Gerçek ile tanıştım, onun abileriyle de tanıştım. Yarın Bizimdir Yoldaşlar kitabındaki Vaz karakterine benzettiğimiz Fuat Gerçek abi vardı mahallede tarzıyla beraber. Ali Baysal vardı o zaman tanıştığımız ve yiğit insanlardan birisi. Bizim okumalarımızı politikleşmemizi, teorik yanımızın güçlenmemizi sağlayan rehberlik eden İsmail Gerçek’tir. O zaman mahallede bedel ödemiş, görev almış insanlardır o kardeşler. Saygı duyarım hep onlara hala.
Partili olarak hangi çalışmalarda bulundunuz?
1977 yılının sonunda okumalar yaptığımız 3 arkadaşımız ile beraber İGD’ye katıldık. 1978 yılı her zamanki gibi afişlemeler, yazılamalar, mitingler, eylemlilikler ve kavgalarla geçti. 1978 yılında Avni Ece’nin Lastik-İş afişlemeleri yaparken faşistler tarafından vurularak öldürülmesi bizi çok etkilemişti. İzmir’deki ilk kaybımızdı. Tabi 1978 yılı çok yoğun ve mücadeleci bir yıldı. Hem faşistlerle hem solun kendi içindeki mücadeleyle çok sert geçti. Özellikle bizim semtimizdeki bir çok arkadaşımız vuruldu. Bizim semtimizde vurulan tekel işçisi Ahmet Alkan’dır.
1979 yılının başında askere gittim. O süre boyunca 1980 başına kadar askerdim. Erzurum’da askerlik yapıyordum. İzmir’de Tariş Direnişi başladığında, komutana ailemin hasta olduğunu söyleyerek İzmir’e geldim izinli olarak. Gelince boylu boyunca mücadelenin içerisine girdik. Tariş eyleminde semtimizde vuruldum, ölümcül bir yara aldım 4 ay hastanede yattım. 12 Eylül’den 1 buçuk ay sonra askerliği bitirdim geri döndüm. Fakat geldiğimizde ortalık çok karışıktı, semtimizde birçok arkadaş tutuklanmıştı, İGD’ye yönelik operasyonlar sürüyordu. Çevre semtlerdeki İGD’li arkadaşlarda da bir dağınıklık vardı. Benimle ilişki kuruldu. Eskisinden farklı bir ilişki kurulmuştu. Öncelikle bir moral üstünlüğü sağlamak için çevreyi toparlayıp mücadeleye katmaya başladık. Diğer yanlardan küçük işlerde çalışmaya başlamıştım. 1981 yılında şimdiki eşimle tanıştım, o zaman çalıştığı büyük bir tekstil fabrikasına aldırdı beni. Daha önce DİSK’e bağlı Tekstil-iş’e bağlı olan bir fabrikaydı. Birçok greve, direnişe sahne olmuştu orası. Orada çalışmaya başladım, nişanlandım. Kafamda olan şey de, o fabrikada bir sendikalaşma faaliyeti yürütebilir miyiz sorusuydu. Bizim çevremizdeki temasımız olan genç işçilerle çalışmaya başladık.
Fabrikanın yüzde 60 kadındı, 12 eylül koşullarında çok zordu. Ama doğum günleri düzenleyerek, geziler, sohbetler düzenleyerek büyük bir çevre oluşturduk sonra bu çevreyi sendikal bir faaliyete dönüştürdük. 1983’e kadar sendikal faaliyetler yasaktı, 1983’ten sonra biz ciddi bir çalışma biriktirmiştik. Ama tam o sıralarda yaşlı işçilerden birisi benimle görüşmek istedi. Uzun uzun sohbetler yapmaya başladık, 1 – 2 ay sürdü bu görüşmeler. Benim daha çok siyasi eğilimimi çözmeye çalışıyorlardı. Açık yüreklilikle 12 eylül öncesinde İGD’li olduğumu şimdi de o çizgiye yakın olduğumu söyledim. Hala ilişkilerim olduğunu söyledim. Son görüşmemizde semtimizdeki arkadaşlarla değil benimle görüşmen gerek dedi. Semtimizdeki arkadaşlara sordum, evet onunla görüşeceksin dendi. Kısa bir süre sonra, yüreğimi pırpır ettiren bir ortamda, üç yaşlı işçinin önünde partili oldum. Partili olmuştum, nihayet. Benim için büyük bir onurdu partili olabilmek. Onlarla çalışmaları sürdürmeye başladık. 1983 sonrası faaliyet sonuç verdi ve sendikayı getirdik, TİS yaptırdık.
Sonrasında başka fabrikalarda da benzer çalışmalar olduğunu öğrendik temas ettik. Bu arada ben fabrikadan atıldım. Başka fabrikalardaki arkadaşlar içinde de partili arkadaşlar olduğunu öğrendik. Ali Osman Gök, sevgili yoldaşım, hep yüreğimin bir kenarında yeri var. Biz tekstilde ciddi çalışmalar yürüttük, kısa bir süre sonra TKP operasyonuyla alındı Ali Osman. Yine de biz sendikal faaliyetin işler hale gelmesini sağlamıştık. Bir yandan 3 fabrikada sendikalar yürürken bir yandan semtlerdeki ilişkilerimizi tazeledik. Bize en yakın semt Yeşildere, Ballıkuyu, Kadıfekale bize en yakın semtlerdi. Oralarda kopan ilişkilerimizin yeniden sağlanması için çabaladık. Eksik yayınlar vardı, çalışmalar ağırdı biraz da. Bu süre içinde de bir yandan Mustafa Suphi 100.Yıl Tezleri gündeme gelmişti, çok büyük heyecan uyandırdı. Parti ayağa kalkıyor, mücadelenin içinde yeniden var diye düşünmüştük. Arkasında birlik görüşmeleri başladı.
Yurtdışında başlayan, Kuruçeşme süreciyle bütün ülkede etkinlikler başladı. İzmir’de tertip komitesinde görev aldım. TİP ile birleşme görüşmeleri başladı. 1987 yılında başladı TBKP kuruldu. Biz de o partide görev aldık. Her ne kadar Parti’nin programı, özellikle proletarya diktatörlüğünün programdan çıkarılması, glasnost ve perestroykanın benimsenmesine rağmen partide kalıp mücadele etmek gerektiğini düşündük. Karşı çıktığımız yönleri ifade ettik. Legale çıkış kararıydı, bu kararla birlikte parti bütün ülkede büyük bir kampanya başlattı. 141-142 yasasının kaldırılması için büyük bir kampanya başladı. Ülkede ilk kez biz TBKP üyesiyiz, işçi sınıfının mevcut durumu için mücadele edecek legal bir çalışmaya başlıyoruz diye sinemada bir basın toplantısı gerçekleştirdik. Tabi ki paketlendik. Toplantı sonrasında İzmir’de büyük bir sansasyon yaratacak, iki tane yeni kurulmuş televizyon kanalı vardı, büyük bir olay olarak gündeme geldi bu süreç. İzmir’de ne kadar polis gücü varsa toplanmıştı oraya. 5 gün gözaltında kaldık, sorgulandık, TBKP yöneticileri olduğumuzu açık açık söyledik. 5.günün sonunda DGM’lere gönderildik. Sabah 7’de başlayıp akşam 10’a kadar süren yargılama sonrasında, 5 arkadaşımız tutuklandı biz serbest bırakıldık ama davanın devam edilmesine karar verildi. 1 yıl sürdü bu. Bu davalar genel sekreter ve genel başkanın davaları için İzmir’den 10-15 otobüs her ay Ankara’ya gidiyorduk. 1 yıl sonra, genel sekreterler gündeme geldiğinde 141-142 kaldırılmalı mıdır, kalkmasının koşulları var mıdır diye birçok çevrelerden tartışmalar gündeme geliyordu.
Toplumun içinde bu tartışma meşruiyet kazanıyordu. 143 ile birlikte dinci grupların üzerindeki baskının da kalkması gündemdeydi. Birçok tarikat da bu yasa maddesi üzerinden gündem yapıyordu. Tabi biz 141-142’nin kalkmasını yalnızca komünistler için değil, sanatçıların, demokratların da özgürlük alanını genişleyecek bir şey olduğu için istiyorduk. 1989, 1990 yılları Dikili, Aliağa, Bergama bölgelerinde festivaller, etkinlikler düzenlemeye başladı. Müthişti bu. 1 Hafta boyunca paneller, forumlar yaptığı, yanyana geldiği, birbirlerini anlamaya başladığını gördük. Bunlara bir yerden sonra 143 üzerinden dinci grupların da katıldığını gördük. 141-142-143. maddeler Özal tarafından kaldırıldı. Liderlerimiz serbest bırakıldı. Biz hemen arkasından TBKP il binasını açtık, tabelasını ben astım. İlk ve son kongresine katıldık. Parti kuruldu ama kısa bir süre sonra kapatıldı Anayasa Mahkemesi tarafından. Bir faaliyetimizi yoğun bir şekilde sürdürürken bir diğer yandan da Kuruçeşme tartışmalar sürüyordu. İzmir’de de biz bu sürecin içindeydik. TBKP sonrasın SBP kuruldu.
TBKP döneminde 80 öncesinde semtten tanıdığım Coşkun sendikada şube başkanı seçilmişti. Bir süre sonra bana geldi, sendikada birlikte çalışmamızı önerdi. 90 Sonrası onunla birlikte Otomobil-İş sendikasında çalışmaya başladık. Coşkun ile beraber, kafa kafaya verip ne yapabileceğimizi düşünüyorduk İzmir’de. Salonda ilk 15-16 Haziran toplantılarını gerçekleştirdik, Belediye-İş Sendikası, Petrol-İş Aliağa Şubesi, Tes-İs ve Harb-İş Sendikalarından arkadaşların da desteğiyle yaptık. Salonlarda 1 Mayıs toplantıları düzenledik.
1990 yılında İzmir’de ilk kez 12 eylül sonrası, 22 Temmuz’da katledilen DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler ile ilgili bütün İzmir’i afişlerle donattık.Yine sözünü ettiğim sendikalardan arkadaşlarla birlikte 1980 sonrası 1991 yılında ilk kez alanda 1 Mayıs etkinliği örgütledik. Yine 12 eylül sonrası ilk kez, Lucas Dizel işyerinde greve çıktık, Metaş’tan sonra İzmir’de yaşanan ilk büyük grevdi bu. Arkasından Şenkaya fabrikasında greve çıktık. Bu çıkışımız Türk-İş’in genel grev tarihiyle aynı tarihe denk gelmişti 1991’de. Onlar da hayatı durdurdular gerçekten o dönem. Yine İzmir’de ilk kez kapalı spor salonunda grevle dayanışma gecesi örgütledik görkemli bir şekilde. Tabi bugünkü kadar kolay değildi, çok büyük gerginliklerle ortaya çıktı. Defalarca gözaltı yedik, inatla bu eylemlerin gerçekleşmesi için çabalarımıza devam ettik.
Bir taraftan da SBP, BSP’ye dönüştü, daha de genişledi Dev-Yol’un harekete geçmesiyle tartışmalar birleşti ve ÖDP çıktı. Biz de o süreçte olduk. Fakat daha sonra ayrışma ve tartışmalarla birlikte birlik sağlanamadı. Kavgalar ortaya çıktı. Biz de bir süre sonra oradan ayrıldık. 1999 yılıydı yanılmıyorsam ayrılma sürecimiz. 90’lardaki birlik tartışmalarına sosyalistlerin nasıl birlik olabileceği tartışmaları girerken ideolojik tartışmalar da sürüyürodu. O dönemlerde NPQ diye teorik-siyasal bir dergi çıkıyordu. Orada ilk yazılıyordu. Alvin Toffler, Fukuyama denen vatandaşların özellikle SSCB çözülmesi ile ortaya koydukları liberal tezler vardı. Fütürolog deniyor bunlara. Onların yaklaşımlarında sınıf mücadelesinin, sınıf kimliğinin anlamını yitirdiğini, daha çok insanların kendilerini ifade edebilecekleri cinsel, dini, etnik kimliklerinin öne çıkması gerektiği gibi yeni siyasal yaklaşımlar ortaya koyuyorlardı. Bunlar da TBKP’de de tartışılan şeyler haline gelmişti. Bize göre liberal tezlerdi. Ve bize göre mücadele edilmesi gereken tezlerdi ve Sosyalizmle yakından uzaktan alakası yoktu.
TBKP’de bu yaklaşımların siyasetin geneli olmaya başladığını gördük, bunların yanlışlığını ortaya koyduk hep. Karşı koydukça stalinist olmakla, Ortodoks olmakla suçlandık partide. 90’ların sonlarına geldiklerinde bu teorileri üreten adamların yanlış yaptıklarını söylediler, vazgeçtiler. Ama maalesef ki, hala Türkiye solunda bu tezlerin benzerlerini, izlerini görüyoruz. Hayat bizi doğrulamıştır bu noktada.
Kısa bir süre sonra bir taraftan da izlemeye başladığımız genç bir siyasi hareket oluşmaya başlamıştı. Önce STP sonra SİP adını almıştı. Onlarla da ara ara görüşmeye başlıyorduk. Onlarda İGD tarzını görüyorduk, geleneksel Sovyetler Birliği ekolünün sürdüyorlardı. İzlemeye, yayınlarını almaya başlamıştık. Bir süre sonra, bizim de içinde eksi komünistlerin olduğu bizim de saygı duyduğumuz çevrelerle TKP adını almak için çalışma yürütüyor. Oradan da yönetici arkadaşlarla tanıştık. Sendikadan, eski arkadaşlardan bir toplamla TKP’ye katıldık ve onun içinde yer aldık.
2005 yılına kadar TKP içinde bir dizi görev yaptım. İzmir İl Komitesi’nde görev aldım, İşçi Konseyleri çalışmaları yaptık ülkenin birçok yerinde. Fakat İzmir’de bazı yönetici arkadaşlarla bazı anlaşmazlıklar ortaya çıktı, çözülemez bir noktaya geldi ve zarar vermeden Parti’den ayrılma kararı aldık. Bunu da örgütlemedik çevremize.
2008 yılında, TKP bölge temsilcisi olan, MK üyesi Cemal Kıral bize bir görev verdi. TBKP sürecinden tanıdığım ve birlikte çalıştığımız çok sevdiğimiz Mustafa Karakuş ve eski İGD yöneticilerinden Behzat Kocavardar ile bir çalışma yürütmeye başladık. Amacımız belli tartışmalar yapmak, bu tartışmaları bir yayına dönüştürüp, yayını da bir tartışma platformu gibi kullanmak amacımız vardı. Diğer illerden görüşmeler yaptık arkadaşlarla 2 yıl boyunca sürdü bunlar. Bu süreçlerden bir şey çıkmadı, aradan uzun bir zaman geçmişti. O zamanda insanların sosyalizme, partiye dönük düşünceleri farklılıklar yaratmıştı ve tekleşmenin ortaya çıkamayacağını gördük. Ve sonlandırdık o çalışmayı.
2012 yılında bir bölgede sendikal faaliyet yürütürken TKP’li arkadaşlarla tekrar görüşmeye başladık, yeniden görev aldım partide. Fakat 2014 ayrışmasıyla ayrışmalar oldu. Şu an ise yalnızca sendikal faaliyette bulunmaktayım.
Şunu söylemek isterim, belki kısa oldu bu anlattıklarım ama bu mücadele içinde tanıdığım, sağlıok emekçisi partili bir yoldaşım, Haydar Şanlı, vefat etti kendisi, Belediye işçisi Kadir Pehlivan ailesi ile birlikte partili mücadelesinin içindeydi, Belediye Memurları derneği Genel-Der’de yöneticilik yapmış, ilk kez SİP üyesi olmuş, Manisa’dan İzmir’e İzmir’den Aydın’a kadar tüm afiş, bildiri çalışmalarında arabasını partiye tahsis etmiş Emin Yılmaz’ı anmak isterim. Bu yoldaşları anmadan geçemeyeceğim.
İkincisi 80’li yıllarda sendikal faaliyetler artmaya başladığı, 1 mayısların salonlarda kutlanmaya başlandığı dönem, 1951 Tevfikatından geçmiş Hayati Denizkuşu lakabı küçük Hayati, 1946 tutuklamalarından gelen Cazim Aktemur, 1951 tevfikatı döneminde TKP İzmir İl sekreteri olan Macit Bilge, kardeşi Ahmet Bilge ve Köy Enstitülerinden gelen eski TÖS, sonra TÖBDER üyesi, Ankara TKP davasından yatan Haşim Kanar. Bu kişiliklerin inançları, kararlılıkları beni çok etkilemişlerdi. Bunlar hayatıma çok ciddi izler bırakan ilişkilerdi.
Parti’nin 100. yaşına dair neler söylemek istersiniz?
Hep söylenir ya, bunu çok farklı siyasi yaklaşımları olanlar bile kabul ederler. Komünistler ülkenin vicdanıdır. TKP’yi ülkenin tarihinden çıkartırsak elimizde çok anlamlı bir şey kalmaz. TKP, kurtuluş savaşının ateşinden doğdu. Ve işçi sınıfının daha iyi bir hayatı için büyük bedeller ödedi. Sanatta, kültürde, edebiyatta yaşamın her alanında TKP’nin izi var bu topraklarda. Dolayısıyla, bu bence çok anlamlı. TKP içinde bu mücadeleyi vermiş ve bedel ödemiş insanların hiçbir karşılık beklemeksizin, gözünü kırpmadan bu mücadelenin içinde olmaları çok önem taşıyor. Fakat bugüne geldiğimizde, bu boşluğu doldurmamız gerekiyor. Ne yazık ki ayrışmalar bunu besledi.
Birincisi komünistlerin dün olduğu gibi bugün de birliğini sağlamak önemlidir. İki işçi sınıfının politik birliğinin sağlanması hedef olmalıdır. Bugün bu iddiayı taşıyan en önemli politik yapının Türkiye Komünist Hareketi (TKH) olduğunu düşünüyorum.
Ve insanlığın, Türkiye halklarının, işçilerinin kurtuluşunun mutlak olarak sosyalizmde olduğunu düşünüyorum ve inanıyorum hala. Mahmut Dikerdem, Türkiye Barış Derneği başkanı, onun bir sözü vardı, hiç unutmuyorum. Mücadeleden dönenlere, modern Korotiç derdi. Korotiç, glosnost ve perestroykanın mimarı sayılan bir isimdi. Pravdaya karşı Ogonyak isimli bir dergi çıkarmışlardı. Yenilenme çalışmaları, tartışmaları bu yayınla ortaya koyuluyordu. Mücadeleden dönenlere, sosyalizmin artık insanlara bir şey vermediğini söyleyenler modern korotiç derdi. Ve şöyle bir sözü vardı, “Sosyalizm ne bir kişinin ne bir devletin ne de bir devletler topluluğunun kararıyla son verilebilecek bir şey değildir. Yaşasın Sosyalizm.” Son sözleri buydu Mahmut Dikerdem’in. Aynı duyguları taşıyorum ben de.
100. Yılımız kutlu olsun!