Tarikatlar: Taciz, istismar ve "maneviyat eksikliği"
Sadece ülkemizde değil, dünyada muhafazakarlık ve dinin sarıldığı en büyük silah bu. İnsanları yanlıştan, kötüden, zaaftan, zarardan koruyacak olan “maneviyat” iddiası!
Yazıya bir alıntıyla başlamak gerek. Memur-Sen Kadın Komisyonu, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olduğunu yazarken şu satırları kaleme almış:
“Kumar, içki, madde bağımlılığı, ahlaki yozlaşma, cehalet, bencilliği körükleyen aşırı bireycilik, kapitalizmin neden olduğu yoksulluk ve işsizlik, psikolojik sorunlar, maneviyattan uzaklaşma gibi şiddetin birçok nedeni, bilinçli bir körlükle görmezden gelinmektedir.”
İşin şu boyutunu geçeceğim: Cehalet, bencilliğin körüklenmesi, ahlaki yozlaşma, bireycilik, yoksulluk, işsizlik, psikolojik sorunlar arasındaki ilişkiyi ve bu parametrelerin arkasındaki sistemi, yani kapitalizmin varlığını pas geçelim.
Bütün bu sayılanlarda kapitalizm bağını görenlerin, kendilerinin kapitalizme iman ettiklerini neden yazmadıklarını da geçeceğim. Daha doğrusu Memur-Sen ya da buradan yola çıkarak yandaşlar ve AKP, sosyalizmi ve komünizmi savunuyorlar da bilinmiyor mu? Ya da İslamcılık, kapitalizmden azade bir ekonomik modele mi sahip? Hem kapitalizmi eleştirmek hem de kapitalist sistem kurmak ve yaşatmak nasıl bir çelişkidir!
İslamcı siyaset, köküne kadar kapitalist bir ekonomik düzeni, piyasa düzenini, sermaye sistemini savunurken; bu sistemin yaratmış olduğu işsizliğin, yoksulluğun, bencilliğin, ahlaki yozlaşmanın nedenini anlayamıyor. Ancak din siyaseti, zaten biraz da bu değil mi?
Yani ortaya çıkan acıların nedenini ve kaynağını ortadan kaldırmak yerine acıları dindirmek…
Fakat asıl üzerinde durulması gereken ise şu: “Maneviyat eksikliği” ya da “maneviyattan uzaklaşma”
Sadece ülkemizde değil, dünyada muhafazakarlık ve dinin sarıldığı en büyük silah bu. İnsanları yanlıştan, kötüden, zaaftan, zarardan koruyacak olan “maneviyat” iddiası!
Örneğin din eğitimi almayan ya da İmam Hatiplerde okumayan gençleri materyalist eğitim almakla, manevi değerlerden yoksunlukla suçlarlar. Onlara göre materyalist olmak, parayla pulla ilgilidir. “Ahlaklı kuşaklar, manevi değerlere sarılmakla oluşur” görüşü ısrarla bu kesimler tarafından sürekli tekrarlanıyor.
Ama manevi değerler ya da maneviyat, tek çözüm olsaydı, ister Vatikan’da ister ülkemizdeki bir çok tarikattaki istismar gerçeği karşımıza çıkabilir miydi?
Tek bir örnek olsa, münferit, istisna deyip geçeceğiz ama… Neredeyse ülkemizdeki tarikat, cemaat, yatılı kuran kurslarında istismar ya da tecavüz vakaları artık vaka-i adiyeden sayılacak!
Ümraniye’de yatılı kuran kursunda kalan erkek çocuklarına tecavüz olayı unutulabilir mi?
Erzurum’da FETÖ’cülerin üzerini kapattığı vaka?
Ya da Denizli’de Süleymancılara ait yurtta kalan 12 yaşındaki erkek öğrencinin, bir “hocanın” defalarca tecavüzüne uğraması, yurt müdürünün olayın üstünü kapatmaya çalışması, yaşananların öğrencinin intihar notunun bulunmasıyla ortaya çıkması…
2012 ve 2015 yılları arasında Karaman’da Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği’ne ait evlerde kalan çok sayıda çocuğun cinsel istismara ve tecavüze maruz kalması…
Bursa’da 2011 yılında 47 yaşında bir tarikat şeyhinin, dergahına gelenlere cennet vaat ederek cinsel ilişkiye girmesi nedeniyle tutuklanması ve 188 yıl hapis cezası alması… Onlarca müridinin şeyhe hem kendilerini hem de eşlerini sundukları…
Örnekleri yazmaya yüzümüz tutmuyor, elimiz varmıyor… O kadar çok ki!
Şimdi de Sakarya’da Uşşaki tarikatının şeyhinin küçücük kız çocuğuna yaptıklarını okuyoruz!
Ve bir kez daha insanlığımızdan utanıyoruz!
Uşşaki tarikatı şeyhinin maneviyat eksikliği var deyip geçebilir miyiz? Psikolojik sorunları vardı diyebilir miyiz? Ya da bu vakaların hep bu dincilerde ortaya çıkmasını tesadüf mü sayacağız?
Ama şunu açıkça yazacağız: İslamcılığın ve dinciliğin en çok sarıldığı “maneviyattan uzaklaşma ya da eksikliği” tezi çökmüş, sarıldıkları tezler tuz buz olmuştur. Elde bir şey kalmamıştır.
Demek ki ahlak, değer, toplumsal yargılar, örnek insan, iyi insan, dürüst insan başka bir yerde aranmalıdır! Ahlaklı ya da iyi insan olma koşulunu dine ya da inanca bağlamanın ampirik bir biçimde yanlışlandığı yerde, meseleyi istisna ve münferit kertesine indirip işin içinden sıyrılamayız!
Kaldı ki, bugün dincilik ya da din siyaseti en çok toplumsal çürüme üzerinden kendini var etmiyor mu? Söylemi tam da bu çürümeyi hedef gösterip kendisini bu çürümenin karşısına koymuyor mu?
Çürüme asıl tarikatlar, cemaatler ve dincilerden başlıyor!
Toplumsal koşulların, maddi toplumsal zeminin belirleyiciliğini bir kez daha yazalım… Bugün çürüme varsa, bu çürümenin kaynağına yönelmek lazım. Kapitalizme hayır demeyen, “ahlaklı bir toplum” da kuramaz!