TKP üyesi Emel Akal: Komünistler bir toplumun vicdanıdır, namusudur
Komünistler bir toplumun vicdanıdır, namusudur. İyiden, haklıdan, güzelden, ezilenden, haksızlığa uğrayandan, baskı ve eziyet görenden yanadır komünistler.
İlerici Kadınlar Derneği’nde uzun süre kadın mücadelesi sürdürdükten sonra Partili olan Emel Akal ile o zamanın koşullarını, Parti ile tanışma sürecini ve mücadele başlıklarını ve 100. yılımıza dair duygularını konuştuk.
Parti ile tanışma sürecinizi, dönemin koşullarını dinleyebilir miyiz?
Ben ablamın Mülkiye’ye 1967’de girmesi ile beraber, daha ortaokulda iken sosyalist/devrimci oldum. 1970-71 öğrenim yılında İstanbul’da üniversiteye başladığımda da DEV-GENÇ kökenli bir grupla ilişki kurdum. Bu grupla birlikte önce TSİP, sonra ÖNCÜ-GSB olarak bilinen bir sosyalist örgütün militan üyelerinden biri oldum. Lenin’in “profesyonel devrimci” dediği türden. Okulu bırakmış (proletaryanın diploması mı var?), İstanbul’un işçi mahallerinden birinde oturuyor ve bir fabrikada işçi olarak çalışıyordum. Marx ve Lenin’in hemen bütün kitaplarını hatmetmiştim. ÖNCÜ-GSB örgütü 1976 Haziran’ında bir konferans toplayarak kendini feshetti; üye ve sempatizanlarına TKP’yi hedef gösterdi. TKP bir efsane idi hepimiz için. ‘Bolşevik devrimin ateşleri içinde kurulmuş’, Mustafa Suphi’nin, Nâzım Hikmet’in partisine üye olmak politik bilince sahip olan herkes için çok değerliydi.
Ben de artık tüm zamanımı İKD Kartal Şubesinde çalışmaya verdim. Bir süre sonra İKD Merkezi Örgütlenme Bürosu üyesi oldum. Anadolu’da örgütlenme çalışmalarına başladım. Diyarbakır, Trabzon, Beşikdüzü, Van’da İKD şubelerinin açılmasında çalıştım. Hâlâ partili değildim ve TKP üyeliği geceleri rüyamda, gündüzleri düşümdeydi. Bu bir abartma değil, gerçekten yirmili yaşlarının henüz başında, genç bir kadın olarak hayatımda en çok istediğim şey partiye üye olmaktı. En büyük korkum TKP’nin ben partilenmeden legale çıkmasıydı.
Anadolu’dan İstanbul’a merkez örgütlenme bürosunun bir toplantısı için geldiğimde İKD’nin şube başkanlarından biri beni evine davet etti. Birbirimizi iki yıldır tanıyorduk. Arada sırada evine giderdim. Hiç unutmam 1977 yılının 30 Kasım’ı idi. Önce sohbet ettik, çay içtik. Sonra beni yüklük gibi kullanılan bir iç odaya çağırdı. Bir şey olacağını hissetmiştim. Sesini alçaltarak beni uzun süredir tanıdığını, buna daha önce karar verildiğini, ama ben Anadolu’da olduğum için bu konuşmayı yapmak için fırsat yakalayamadığını söyledi. Ve bana, “yoldaş, sana Türkiye Komünist Partisi’ne üye olmanı teklif ediyorum” dedi. Önce ne dediğini algılayamadan öylece yüzüne bakakaldım. Sonra birden anladım: evet, bana nihayet parti üyeliği teklif ediliyordu. Daha önce kim, nasıl üyelik teklif eder diye hiç düşünmemiştim. Nasıl oldu bilmiyorum, boğazıma bir şey düğümlendi ve ben önce yavaştan, sonra katıla katıla ağlamaya başladım. O ayağa kalktı, bir eli ile yavaşça omzuma dokundu; “Seni yalnız bırakayım” dedi. O çıkınca hıçkırıklarım daha da arttı. Beş-on dakika ağladım herhalde. Tekrar içeri girdiğinde hemen hemen susmuştum. Elindeki küçücük broşürü ve yarım sayfa pelür kâğıdı bana uzatarak, “bu TKP tüzüğüdür, bunu çok dikkatli oku, özgeçmişini ve üyelik dilekçeni bu kağıda yaz” gibi bir şeyler söyledi. Ben tüzüğü elime alınca bu kez çok daha derin hıçkırıklarla sarsılarak tekrar ağlamaya başladım. Bir yandan ağlamak istemiyorum, hiç istemiyorum, utanıyorum, öte yandan bir türlü kendimi tutamıyorum. O bana “Seni çok iyi anlıyorum, biz de aynı şeyleri yaşadık. Sıkma kendini” dedi ve tekrar dışarı çıktı. İşte TKP üyesi olmak bizim için böyle bir şeydi.
Parti’nin Atılım dönemi kadın mücadelesinde nasıl karşılık buldu? Parti – İKD ilişkisine dair neler söylersiniz? İKD’nin kadın mücadelesine katkısına dair neler aktarırsınız?
Bu soruların yanıtlarını tam 300 kusur sayfada anlattım: kitabın adı “Kızıl Feministler”. Ama feministler “kızıl” dediğim için, komünistler “feminist” dediğim için kitaba “itibar” etmediler.
Son olarak Parti’nin 100. Yılına dair ne söylemek istersiniz? Duygularınızı alabilir miyiz?
Kendime “devrimci” dediğim günün üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçti. Ömrümü sömürüsüz, devletsiz, savaşsız bir dünya kurmak için önce var olanı anlamaya adadım. Gencecik yaşlarımda seçtiğim düşünce ve yaşam tarzını yanlışlamaya hazır olarak binlerce sayfa okudum, yazdım. Dünyanın gidişatını Marx’tan daha iyi açıklayanı bulamadım. Enternasyonalist, Marksist, devrimci, emekçiden yana, ezilenlerden yana olmaktan dolayı hiç pişman olmadım, hep onur duydum.
1900’lerin başında, bir çağ değişiminde tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, emekçiler, işçiler, yoksul köylüler, aydınlar “gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” yeni bir hayat istiyordu. Bakü’de kurulan TKP bu hedefe ulaşmanın aracıydı. Komünistler bir toplumun vicdanıdır, namusudur. İyiden, haklıdan, güzelden, ezilenden, haksızlığa uğrayandan, baskı ve eziyet görenden yanadır komünistler.
Ekim Devrimi’nin üstünden 103 yıl, TKP’nin kuruluşunun üzerinden 100 yıl geçti. “Hayal”, yani “sosyalizm” bazı ülkelerde gerçekleşti, bazılarında gerçekleşemedi. Bu 100 yılın pratiklerine yönelik olarak çalışmak gerek. Ne oldu, neler başarıldı, nerelerde yanlış yapıldı? Ciddi tarihsel, sosyolojik vb çalışmalar yapmak gerek. Bugün bütün dünyada emekçiler korkunç koşullarda yaşarken, dünya bir iklim krizi ile yok olmanın eşiğinde iken, kapitalizmin dizginsiz gidişatı koronayla bile baş edemezken neden komünistler kitleler tarafından kabul görmüyor? Türkiye özelinde de, yaşamakta olduğumuz bu korkunç ekonomik-toplumsal-siyasal-ideolojik krize rağmen neden komünistlerin toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçilerin güvenini kazanamadığını sorgulamak ve bu durumu aşmak gerek.