TKP üyesi Erol Çatma: TKP tarihini yazarken ders çıkarmak adına bazı eleştiri noktalarını da belirtmenin faydası olacaktır
TKP’nın kuruluşunun yüzüncü yılında Mustafa Suphi için gözyaşı dökmekten daha çok onu anlamak ve anlatmak gerekmektedir.
TKP’li Erol Çatma ile Parti ile tanışma sürecini, o dönemin atmosferini, ’80 darbesinin TKP’ye etkisini ve 100. yaşımıza dair duygularını konuştuk.
Çatma, “TKP tarihini yazarken aynı zamanda bugün ders çıkarmak adına bazı eleştiri noktalarını da belirtmenin faydası olacaktır.” diyerek sorularımızı yanıtladı.
Merhaba, sizi tanıyabilir miyiz? Nasıl bir siyasi atmosferde Parti’yi buldunuz? Parti ile tanışma ve örgütlenme süreci, dönemin koşullarını anlatır mısınız?
Ben, Demokrat Parti iktidarının ve Kore Savaşı’nın ilk yıllarında doğdum. 1960 İhtilalinde fanatik bir Paşacı ve CHP’li bir aile idik. Babam, 2. Dünya Savaşı’nda askerde olup, durumun vahametini gördüğü için, Paşanın harbe girmemesini bir yaşam ve vefa borcu olarak kabul ettiğinden ve annem de babama sağ salim kavuştuğu için ailece taviz vermez bir Paşacıydık biz.
1968 kuşağından ağabeylerimin etkisiyle bende “solcuyum” demeğe başladım. 12 Mart’ta asılarak ve vurularak öldürülen devrimci fidanlara da çok üzülmüştük. O dönemde açıklayamasak da ailece devrimcilerden yanaydık. Taraftık yani, olması gereken de buydu, aldığımız eğitim ve aile terbiyesine göre, Paşacılık, CHP’lilik ve solculuk demekti.
Askere gitmeden maden bölgesinde işe girdim ve köyümden amcamın torunu ile evlendim. Asker dönüşü Süleyman Demirel ve Ecevit kavgasının başlarıydı. Adalet Partililerden de çok darbe yedik CHP’liler olarak.
DİSK isimli bir sendikadan ve ‘İşçinin Emekçinin Bayramı Bir Mayıs’tan bahsedildiğinde ben de duyarlı oldum. 1976 yılıydı ve ben ilk defa “Bir Mayıs” afişlemesi ve bildiri dağıtımıyla kavgaya, DİSK’e bağlı MAB-İŞ Sendikası’yla sendikal mücadeleye de başlamış oldum. Çok geçmedi TKP’ye üye oldum. Sanırım o dönemde Zonguldak merkezden ilk üyelerden sayılabilirim.
O dönemde Üzülmez atölyesinde çalışıyordum. İlk önce atölyede ve semtimizde başladı örgütlenme çalışmaları. Gençleri İGD’ye, işçileri DİSK’e yönlendiriyorduk. Başarı da sağladık.
Parti’de nasıl bir mücadele yürüttünüz?
Ben TKP’ye üye olduktan sonra bu kadroların arasından parti üyeleri çıkardım. Tabii ki parti tüzüğü göz ardı edilerek, partiye aldığım kişilerde teorik bilgi aramadan pratik içindeki gözü karalılık ve isteklilik ön plana çıktı. Nasılsa mücadele içinde yetişirler mantığıyla hareket ettik. Tabii ki bu durumun oluşmasında, dışımızdaki soldan, Maocular ve MHP den gelen tehditlerin, baskılarında etkileri oldu. Daha sonraları anladık ki, korku yoluyla partide bir yığınlaşma olmuş. TKP tarihini yazarken aynı zamanda bugün ders çıkarmak adına bazı eleştiri noktalarını da belirtmenin faydası olacaktır.
Partinin, kadrolarını eğitmek için kullandığı kitap önerilerinin veya dağıtılan teorik dergilerin çok fazla bir önemi olmadı. Dergilerin ve gazetelerin ne kadar okunup okunmadığı kestirilemedi. Zaten o haldır- güldür içinde ne eğitime ne de kadro yetiştirmeye önem verilemedi veya fırsat olmadı. 1980 öncesi yoğun bir dönemdi ve pratik örgütsel çalışmalar ideolojik formasyon kazanımının ne yazık ki önüne geçti. Sadece TKP’li veya İGD’li olmak yetiyordu.
Bir zaman sonra genel anlamda yorgunlukların başlaması, kayıpların verilmesi, partiden fazla önemsediğimiz ve güvendiğimiz DİSK’ten tecrit olmamız, 1 Mayıs için, 1978’de İstanbul’da TKP ve Atılım pankartları açıp 1979’da İzmir’e gitmemiz ve daha sonra il bazında küçük küçük kalabalıklarla kutladığımız bir mayıslar işin rengini belli etmişti. Aslında 12 Eylül’den hemen önce başlayan bir süreç belki tarif edilebilir.
Kemal Türkler katledildikten sonra bu geriye çekiliş diye kodlanabilecek bir süreç tamamen su yüzüne çıktı. Kimse kızmasın ama bazı şişirme kadrolar, gencecik İGD’liler kadar yürekli davranamadı. Randevulara gelmeyenler, aidat vermekten kaçınanlar gittikçe çoğaldı. Parti’nin bir geriye çekiliş sürecine girdiği belki de bu örneklerle başlamıştı.
12 Eylül darbesi Parti’yi nasıl etkiledi?
Bir darbenin olacağı çoktandır konuşuluyordu. Çok gecikmedi 12 Eylül’de darbe oldu. “Faşizme Geçit Yok” diye bağıra bağıra faşizm geçmişti.
Ben işe giderken polislerin önümüzü kestiğinde anladım darbe olduğunu. Arka yollardan çalıştığım maden ocağına girdim. Polisler almaya gelirlerse başka çıkışlardan kaçabilirim düşüncesindeydim.
Öyle olmadı. Kimsenin aradığı da yoktu. Bizi niçin arasınlar ki? Televizyonlarda darbe çığırtkanlığı ve şakşakçılığı devam ediyor, bizim dışımızdaki siyasetlere kan kusturuyorlardı ama henüz bize sıra gelmemişti.
12 Eylül darbesine dönük olarak Parti’nin merkezi yaklaşımı, bana göre bugün bir eleştiri konusu yapılmalı. Hem darbe öncesindeki hazırlık hem de darbenin okunmasında yeterli kalınmadığını düşünüyorum. Hatta şöyle bir hava vardı, geçici bir durum gibi görülüyordu. Bence burada hata yaptık. Nasılsa haber gelmişti ve darbeyi tam olarak çözümleyemedik. “Askersel devirme” diye bir tanımlamayla gerçeği tam olarak ortaya koyamadık. Daha bize sıra gelmeden önce işkencelerde devrimcilerin öldürülmesi, yargısız infazlar 12 Eylül’ün rengini çoktan gösteriyordu.
Güvendiğimiz sendikacılar ellerinde valizleriyle sıkıyönetim mahkemelerinde tutuklanma sıralarını beklediler. Partili yöneticilerin çoğu yurtdışına çıktılar, bence kalıp mücadele edilmeliydi.
Bu durumda bizler ne yapıyorduk. Her şeyin bittiğini anlıyor ve bize dokunulmayacağını düşünüyorduk. Tabii ki, “Biz Leninci normlara uygun örgütlendik, bizi bulamazlar” gibi yanlış bir düşünce içindeydik.
Mayıs 1981’e kadar sıranın bize gelmesini bekledik. “Demokrat faşizm” bizi de bir gece içinde topladı.
Şüphesiz, “Bursa’dan başladı, başka yerlere oradan sıçradı” hikâyesi de söylenebilir. Oysa her şey açık.
Bu konuda burada bir şeyler söylemek isterim ama yeni bir oluşumda özellikle açık bir oluşumda bu yanlış olur. Ama bildiğim bir şey var ki, 12 Eylül de Yönetici olan herkes (ufaklı-büyüklü-ben de dâhil) faşizme karşı mücadelede eksikli kalışımızdan sorumludur diye düşünüyorum.
Polisteki işkencelerde ölen, sakat kalan yürekli insanların güçleri örgütü kurtarmaya yetmedi.
O günlerden bu günlere geçen zamanda da ihanetler birbirini kovalı. “Marksizm öldü” diyenlerle ANAP’a ve liberal ekonomiye çanak tutanlar, AKP’ye oy verenler ve danışmanlık yapanlar, Avrupa Birliği hibe fonlarından para alanlarla, küfür romanları ödülü alanların ne hikmetse çoğu bizim partimizden de çıktı.
Bugün toparlanma olmuyorsa geçmişin muhasebesi yapılmamasındandır. Diğer bir neden de; en tepedeki yöneticinin putlaştırılması ve bu putun arkasına saklanarak ihanetin devam ettirilmesidir. Oysa ihanet tepen başlamıştır.
TKP’nin 100. yılına dair neler söylersiniz? 100. yıl çalışmalarına dair katkınız ve öneriniz neler olur?
TKP’nın kuruluşunun yüzüncü yılında Mustafa Suphi için gözyaşı dökmekten daha çok onu anlamak ve anlatmak gerekmektedir.
Dönüşü için Mustafa Suphi’yi suçlayıp karalamaya çalışanlar; faşizmle işbirliğini örtbas etmek için 1981 ihanetini gündeme getirmemekte, kaçan hainlerin dönmesini Mustafa Suphilerin dönüşüyle aynı kefeye koymaktadırlar. Bu TKP’nin kuruluşunun yüzüncü yılında TKP’yi kuranlara ve bu uğurda ölenlere hapis yatanlara büyük bir ihanettir. TKP tarihinin 12 Eylül tevkifatı konuşulmuyorsa, TKP’nin gerçekten devamı olduğunu kabul edenler Zeki Baştımar’dan sonraki hiçbir yöneticiyi eleştirmeden kutsallaştırmamalıdırlar
Yüzüncü yıl çalışmalarında:
• Birinci görev: Mustafa Suphi’yi ve arkadaşlarını en iyi şekilde anlamak ve anlatmaktır.
• İkinci görev: Marx en iyi şekilde anlaşılmalı ve anlatılmalıdır.
• Üçüncü görev: Proletarya Enternasyonalizmi en iyi şekilde öğrenilmeli ve öğretilmelidir.
• Dördüncü görev: Proletarya Diktatörlüğünü anlamalı ve anlatılmalıdır.
• Beşinci görev: Komünist Manifestoyu anlayabilmek için temel bilgilerin özümsenmesidir.
• Altıncı görev: “Yaşasın Marksizm-Leninizm” sloganının başka isimler ile kullanılmamasıdır.
• Yedinci görev: Devrim görevi yüklediğimiz veya yolunu yol bildiğimiz işçi sınıfının tarihini iyi öğrenip iyi öğretmeliyiz. Özellikle Sanayi devrimi ile birlikte çok iyi işlemeliyiz.
• Son görevimiz: TKP’yi ve TKP’lileri geleneksel veya geleneksel olmayan olarak bölmeyiniz. Ayrıca 68 kuşak veya 78 kuşak olarak da bölmeyiniz. Bu TKP’nin sürekliliğine ihanettir. Sadece 12 Eylül hainlerini iyi biliniz. Ben de dâhil hiçbir yöneticiye şans vermeyiniz.
Yaşasın Mustafa Suphi ve 15’ler.
Yaşasın Türkiye Komünist Partisi.
Yaşasın Marksizm-Leninizm.
Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi