Tülin Tankut
Bu yıl “Anneler Günü”, kadınların koronovirüsle mücadelede büyük bir başarı gösterdiği sürece rast geldi.
Araştırmalara göre, dünya genelinde sağlık çalışanlarının yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor. Çocuk, yaşlı, hasta ve engelli bakımını ücret almadan üstlenen kadınların oranı yüzde 75.
Salgın sırasında ev kadınlarının, özellikle annelerin hali malûm. Kayıt dışı çalışanlarsa ya işten çıkarılıyor ya da ücret almadan evlerine gönderiliyor. Kayıtlı işçiler iyi kötü hükümet ve belediye yardımı alıyor, ya diğerleri? Ne gelir desteğinden ne de işçi haklarından yararlanabiliyor. Ayrıca düşük ücretli ve eğitim gerektiren işlerde istihdam edildiklerinden evde çalışma olanağına da sahip değiller.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) raporlarında (Nisan 2020) iki milyar kayıt dışı çalışanı, yoksulluk tehlikesinin beklediğine dikkat çekiliyor.
Gelelim kayıt dışı çalışan annelere: Moda deyişle “sürdürülebilir” annelik için asgari üç unsur gerekir: Beslenme, barınma, güvenlik. En önemlisi de güvenlik, annenin ve çocuğun güvenliği! “Evde kal” günlerinde bile şiddet durmadı, durdurulamadı. Son haber ülkemizden: Şiddet yüzde 38 artmış! Kadınların içinde bulunduğu istikrarsız yaşam koşullarında harcadıkları bunca emeğin, özverinin karşılığı şiddet oluyor. Milletçe salgını iyi yönetmekle övünüyoruz, ama şiddetin önlenmesinde sınıfta kaldığımızı da kabul etmeliyiz.
Üstelik mağdur duruma düşen annelerin çoğu, geleneğin kıskacında yoksullukla cebelleşen, eğitime erişimin kolay olmadığı bölgelerde, erken yaşta, bazen zorla evlendirilip anne olmuş, çok çocuklu kadınlar.
Tencerelerinde et mi kaynar, dert mi?!
Halin nicedir, diye soranları yok! Hele kırdan kente göç etmişlerse… Evlidir, boşanmıştır, duldur, çalışandır, işini kaybetmiştir… Kimlikleri iç ve dış etkilerle değişirken bunları dengede tutabilmekte zorlanmıyor mudur? Aile bireylerini memnun etmek içinse her gün teftişe çıkar gibi ‘hazır ol’a geçmekle mükelleftir. (Yemek hâlâ hazır değil mi? Gene mi çorba? İstekler, eleştiriler hiç bitmez.)
Olağanüstü koşullarda anne-çocuk ilişkisi de haliyle gerilimli oluyor. Örneğin anne, kendini koruma içgüdüsüyle şiddete başvurabilir. Zor kullanarak çocuğu hizaya getirebilir. Ne de olsa toplumumuzda tahakkümü yücelten bir eğitim anlayışı oldukça yaygındır. Öte yandan çocuk-yaşlı yaşam koşullarının farklı oluşu da gerilime yol açabilir, özellikle mekansal (yaşam alanı) sıkıntısı nedeniyle. (Dede-nine-torun ilişkisi şekerleme reklamlarındaki gibi olamıyor her zaman) Sorunlar katlandığında bunlarla baş etmek giderek zorlaştığında, bir de ne yapsa aile bireylerine yaranamadığında, kendisinin önemsenmediği düşüncesine kapılmaz mı anne?
Anneler Günü bu yıl da dünyanın dört bir yanında hararetle kutlandı. Annelerin ağzına bir parmak bal çalındı. Annelik yüceltildi. Ancak, anneliğin yüceltilmesi, kadının uğradığı hak ihlâllerini görünmez kılıyor. Ayrıca kadın gerçekliğinde annelik tek kimlik değildir; çok boyutlu bir olgudur bu: Biyolojik, psikolojik, tarihsel, ekonomik, kültürel, siyasal… Hepsi iç içe geçmiş.
Ama sorun şu ki, anneliğe yönelik genel bakış açısı değişmiyor. Kadından, annelik uğruna her şeyden, kendinden bile vazgeçmesi bekleniyor. Anneliğin emekliliği de yok!
Salgınla birlikte boşanmalarda artış görülüyormuş. Peki boşanma, annelerin sorunlarına çözüm olabiliyor mu? Hele de yaşamakta olduğumuz olağanüstü koşullarda kaygı eşiği giderek yükselirken?
Sorunun asıl kaynağının cinsiyetçi iş bölümü olduğu gerçeğini görmek gerekir. Çocuktan anne kadar baba da, daha doğrusu ikisini de kapsayan ebeveyn sorumludur. Boşanma kararı alan çiftler, toplum içindeki konumlarını sorguladıklarında, sınıfsal konumlarıyla sınıfsal bakış açılarının örtüşmediğini kavradıklarında, siyasal duruşlarını ona göre belirlediklerinde belki de boşanma kararlarını yeniden gözden geçireceklerdir.
Salgın her açıdan öğretici oldu. Batı’da özel sektöre teslim edilmiş bakımevi, huzurevi sakinleri denetimsizlik yüzünden ölüm dahil, büyük zarar gördüler. Orta ve üst sınıftan ebeveynlerin özel kreş, yuva ve bakıcı seçeneklerinin yarattığı sıkıntıların, onlarınkinden aşağı kalmadığı gözlendi. Eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, emekçilerin yıllarca vermiş oldukları mücadeleler sonucu elde ettikleri kazanımlarına el koymaktır!
1970’li yıllarda bizde kadın hareketleri emekçi kadınlardan oluşuyordu. Bu dönemde kadın lehine önemli kazanımlar elde ettiler. 1980’lerden itibaren hem kazanımları koruma mücadelesi veriyorlar, hem de kadınların cinsiyetlerinden ötürü gördükleri baskı ve şiddetin takipçisi oluyorlardı. Salgın koşullarında da çalışmalarını sürdürüyorlar. Öyle ki tüm dünyada artan şiddet karşısında bile duraksamıyorlar. Yeni bir habere göre içinde Türkiye’nin de bulunduğu 9 ülkeden kadına yönelik şiddete karşı ortak bir çağrı var. Kadınlar hükümetleri harekete geçmeye çağırıyorlar.
Bunun ne derece etkili olacağını göreceğiz. Ancak bu tür eylemler hiç değilse kısa vadede yönetimlere geri adım attırmayı başarıyor. Kadın hareketlerinin sisteme karşı direnişteki ana dinamiğini de şu süreçte mağdur anneler oluşturabilir.
Kuşkusuz onların kendiliğinden harekete geçmeleri beklenemez. Ama insan, tarihsel bir varlıktır, anneler de kendilerinden önceki kuşakların deneyimlerinden yararlanırlar. Onları cesaretlendirense nesnel koşullarında gizli olan gelişme talepleridir. Yuva, kreş, doğum ve doğum sonrası izni, kimsesiz çocuklar için yurt; günümüzdeyse kadın sığınma evleri, çocuğun on sekiz yaşına kadar devletten ücretsiz sağlık hizmeti alması gibi hakların kazanılmasında annelerin kitlesel destekleri olmamış mıdır?
Yasaların tanıdığı haklar çerçevesinde mağdur annelerin devletten, belediyelerden örneğin çocukları için ücretsiz süt talep etmeleri bu kadar zor mudur? Böyle bir oluşum çekingen anneleri de yüreklendirecektir. Politikanın içinde ya da dışında olan yeni müttefik kesimler aramanın , asgari müştereklerde birleşip dayanışmanın da mümkün olabileceği düşünülebilir. Bilinçlenme, eylem içinde gerçekleşir. (Velilerin okul eylemlerini hatırlayalım.) Bu tür dayanışmanın daha ileri siyasallaşmaların da yolunu açabildiğine tanık olmuyor muyuz? Buradaki sorun, kadınların yaşadıkları, yaşam tarzı (kapalı-açık) ve kültürel kimlik gibi bölünmelerin, dayanışmayı engellemesidir. Kadın derneklerinden beklenen, buna kesinlikle izin vermemeleridir.
Sonuç olarak, günümüzde birey, yaşam mücadelesini sürdürebileceği tutarlı bir ortam bulamıyor. (Salgınsa üstüne tuz biber ekti.) Toplumdaki yerini belirlemekte güçlük çekiyor. Belirsizlik yüzünden bireyi savrulma bekliyor. Sabah gözünü açar açmaz başına ne geleceğini kestiremiyor.
İşte küresel kapitalizmin insanlığı getirdiği nokta! Ancak insanlık sol sayesinde pusuladan hiç yoksun kalmadı. Şimdi de sol oluşumlar giderek sömürülen, ezilen, ötekileştirilen kesimlerin güvenini kazanıyor, onlara destek oluyor ve insana yaraşır bir ütopyanın gerçekleşmesi için çaba harcıyor.
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…