Tülin Tankut yazdı: "Öğüt dinlemeyen kızlar"

Programa telefonla bağlanan ya da katılan  kadınların ve erkeklerin de ondan kalır yeri yok. Biri söze “yalan söylüyor” diye başlıyor, karşılıklı konuşmalar akabinde normal akışından saparak sözel şiddete,  hakaretlere dönüşüyor. İhanet, aldatma suçlamaları, DNA talepleri… Hele bu sonuncusu, hemen her programın konusu.

Tülin Tankut yazdı:

Tülin Tankut

 

İleri teknoloji ülke, din, mezhep, sınıf ve cinsiyet farkı gözetmeksizin tüm gençlere özgürleşmenin yollarını açtı. “Sınır tanımayan kuşak” tanımı da buna işaret ediyor.  Ancak moda deyimle söylersek, her değişim gelişim değildir.  Örneğin biz internet, cep telefonu gibi yüksek teknolojileri, gündelik yaşamımıza girerken  sorgulamadık. İleri teknoloji satıcısıysa, beklendiği gibi  yalnızca müşteri sayısının artırılmasıyla ilgiliydi.  Oysa çoğunluğun zihinsel ve kültürel gelişmişlik düzeyi bu teknolojileri  kullanmaya hazır değildi. Sindirememişlik durumundan  eğitimliler de payını aldı. Dünyanın gözlerini kamaştıran liberal söyleme kapılmamak kolay mıydı, özellikle gençler için? Öyle ki, liberal söylemin temsilcileri, insanları sömürü çarkında öğüten neoliberalizmi “özgürlük” olarak pazarlayabiliyordu!

Ancak çok geçmeden elektronik ortamdaki özgürlüğün, gerçek dünyada kısıtlama, baskı görme arasında yaşanan çatışkıda yenik düştüğü gözlemlendi. Sosyal medya, olumsuz yönleriyle  tüm dünyada eğitimli eğitimsiz herkesin vazgeçemediği bir tiryakilik haline gelirken artık kanserle baş etme düzeyinde bir mücadeleyi gerektiriyor.

Dolayısıyla gençlerin, içinde teknolojinin yanlış kullanımının da  neden olduğu çığ gibi büyüyen sorunları için kuşak çatışması,  küresel yozlaşmanın sonucu deyip geçmek, günümüz koşullarında hafif kaçıyor.

Genç olmanın yükünü özellikle kızlar daha çok çekiyor. (1) Ancak karşılaştıkları ortak sorunlar kamuoyunun gözünde yalnızca basının üçüncü sayfa haberi olarak değer taşıyor(!) İyi ki de televizyondaki kadın programları var! Tümünde  görünür kılınan çıplak gerçek, sorunların münferit olaylar olmaktan çıkıp devlet tarafından etkili bir politika oluşturulması ihtiyacını ortaya koyuyor.

Ancak, kadın programlarından edindiğimiz ampirik gözlemlerimize dayanarak (2) soruna , günümüzde yaşadığımız ekonomik , toplumsal-  siyasal kırılmalarla birlikte baktığımızda en azından kamuoyunun dikkatini çekmek için bazı saptamalarda bulunabilmek mümkün.

Kuşkusuz söz konusu olan homojen bir kitle değil. Aralarında yaş, aile, eğitim düzeyi,  yaşam standardı, yaşadığı bölge, medeni durum v.b. farklılıklar var. Çok yönlü karmaşık ilişkiler içinde bulunuyorlar. Her türden insan etkinliği sorunun içine girdiğinden bakış açımızı alabildiğine geniş tutmamız gerekiyor.

Çoğunluk geçim derdi içinde,  yoksul sayılabilecek, parçalanmış ailelerin çocukları. Küçük yaşta hayata atılmak zorunda bırakılanlar ; anne- baba tarafından terk edilmiş, yetiştirme yurdunda (3)  kalmış, eğitim alamamış olanlar… Gündelik yaşamdaki talepleri, özlemleri karşılanmıyor. Kuşağın bir özelliği olarak çoğunun gözü de yükseklerde. Ebeveynin isteği doğrultusunda yaşamayı kabullenemiyor.

Özellikle kentte denetim daha fazla;  çocuk korumacı bir ortamda yetişiyor; ülkemizde kapitalizm feodal ilişkileri dönüştüremediğinden  cinsellik tabularıyla sarılmış  ailenin  baskısı daha yoğun; genç kız çevresinde, kendini cinsiyetinden ötürü aşağılanmış hissediyor. (Başlık parasını sindiremiyor;  beterin beteri, başlık parası ödememek için biri tarafından kaçırılıp imam nikâhıyla zorla evlendirilme tehlikesi )

Çelişkili duygu ve düşünceler içinde bocalıyor. Ama bu uzun sürmüyor; sosyal medya kullanıyor çünkü. Kurtarıcı gibi ona bağlanıyor. Bastırılmış arzular  ilk fırsatta dışarı vurulmayı beklemekteyken  sosyal medyanın güvenilmez kişilerle, risklerle dolu olduğunu fark edemiyor.(4) Gerçeklerden kaçmak için uyuşturucuya sığınan, insan kategorisinden çıkmış kişilerin idaresindeki  fuhuş çeteleri; maaşına tamah edip zihinsel engelli kızla evlenmeye kalkışan  fırsatçılar ve program öncesi bip’lenen akla hayale gelmeyecek nice olaylar. Gözü açılmamış, çocuk yaştaki  bir kız  bu kişilerce kolay kandırılıyor . Ona en büyük kötülük de  büyük acılara mal olan  kendi seçimlerinden geliyor.

Bu arada cinsel yaşama başlama yaşı epeyce küçülmüş, cinsel başıboşluk almış başını gidiyor. Sosyal medyada tanışarak birbirini doğru dürüst tanımadan kurulan ilişkiler… 13 – 17 yaş arası çocuk anneler çıkıyor ekranlara. (“Kızıma  oyuncak bebek alırken kendime de bir tane aldım” diyordu içlerinden biri.) Kişiliği oturmamış. Program sunucusu diyalog kurmak için akla karayı seçiyor. Kızımız sosyal medyadan kaptığı kulaktan dolma bilgilerle haklılığını savunmaya çabalıyor. Hiç zorlanmadan yalan söyleyebiliyor. Programa telefonla bağlanan ya da katılan  kadınların ve erkeklerin de ondan kalır yeri yok. Biri söze “yalan söylüyor” diye başlıyor, karşılıklı konuşmalar akabinde normal akışından saparak sözel şiddete,  hakaretlere dönüşüyor. İhanet, aldatma suçlamaları, DNA talepleri… Hele bu sonuncusu, hemen her programın konusu. Sosyal farkındalık yok, uluorta konuşuluyor her şey. Deyim yerindeyse Matruşka’lar gibi sırlar, birbirlerinin içinden çıkıyor. Resmi nikâhlıyken imam nikâhıyla sevgilisine kaçanlar.  Tümü de internette tanışmış.

Parça parça,  bütünü kavrayamayan bir bakış açısı. Ortalama insanın dünyasında her şey paramparça zaten.

İçlerinde,  kapalıyken açılanlar oluyor; neden kapandı, neden açıldı, yanıtı yok. İlkesizliği  ilke edinmiş çoğu yaşıtları gibi. Dini ahlâka aldırmıyor ama hatalarından sıyrılmak için Kuran’ı Kerim’e el basmaktan söz edebiliyor. Başına  gelen kötülükleri, kişilerin kötü oluşlarına indirgiyor. Sözgelimi aldatma olaylarında sanki erkeğin hiç suçu yokmuş gibi rakibiyle uğraşıyor. Ya da cinsel tacize uğramışsa hukuk yoluyla hak arayışına girmeye istekli görünmüyor.  Kısacası kaderi bahane edip özeleştiri yapmaya,  yaşamı sorgulamaya yanaşmıyor.

Evden kaçışlarda kadın sığınma evlerine gidenler çoğunlukta. Ama buradaki ikamet uzun sürmüyor. Değişiklik isteğinin zorlamasıyla yeni arayışlar başlıyor. Sonu gelmez arayışlar, kısa sürede başlayan aşklar, yine kısa sürede düş kırıklığıyla biten birliktelikler, kazara olmuş çocuklar… Boşanma aşamasına geçmek ucu paraya dayandığı için uzayabiliyor. Tüketim toplumu, evlenme koşullarını zorlaştırdığı gibi boşanmada da belirleyici oluyor. Kıyamet bu yüzden kopuyor zaten. Taraflar arası ilişkilerde kişisel çıkar ağır basıyor. Bunun da etkisiyle eşlerin beklentileri, geleneksel cinsiyet rollerinin çerçevesinin dışına taşıyor.

Evlilik kurumu bunu kaldırır mı? Program sunucuları, hukukçu danışmanlarından da destek alarak , var olan hukuk sisteminde resmi nikâhlı evliliğin sürekliliği, evlilik birliğinin gerektirdiği toplumsal cinsiyet rollerinin sürekliliğine bağlıdır, diye uyarıyorlar.

Aslında altta yatan neden , kadın yaşamının kısıtlılıklarına duyulan tepki. Ama bu yakın çevreye yönelik, asıl yerini bulmuyor. Tepkinin altını doldurmak, haklarının bilincinde olup toplumda birey olarak yerini almak gerek. Kızlarımızsa  bilgi noksanlığı nedeniyle sapla samanı birbirine karıştırıyorlar. Özgürlükle, sorumluluk dengesini kuramıyorlar. Kadınlıktan ne anladıkları da belli: Tümü kadın olmayı cinsiyetçi bakış açısıyla algılıyor. Erkeği hâlâ sığınılacak bir liman olarak görüyor; işsizlik had safhadayken bunun gerçekçilikten ne kadar uzak bir tutum olduğunu akıl edemiyor.

Ekranda en  çok karşılaşılan olaylardan biri de, evli erkek eşinden boşanacağını öne sürerek resmi nikâh yapmıyor, kızımızsa bunu sineye çekiyor,  bile bile lâdes! Olan çocuklara oluyor.

Peki, ekonomik krizler insan yaşamlarını alt üst ederken arkalarında ebeveyn ve yeterli devlet desteği olmayan çocuğu/ genci  kötü yollara düşmekten kim koruyacak? Bu yozlaşma ortamında kendini var etme çabasındaki genç kızlarımızla  ilgilenilmediğinde sorunun, giderek siyasilerin başını  ağrıtacak toplumsal bir soruna dönüşme olasılığı yüksek görünüyor.

Ancak bu, devletin çözemeyeceği bir sorun değil.

Durmadan gelecekten söz eden yetkililerin, geleceğe şimdiden hazırlıklı olmaları gerekir !

Yaşamlar değişiyor, değişime teknoloji damgasını vuruyor.

Gündelik yaşamı etkileyen dönüşümler engellenemez. Dijital medya, dijital oyunlar, kızlar için de bir çekim alanı. Koronovirüsle birlikte “online yaşam”dan da sıkça söz edilir oldu.

Çözüm içinse, öncelikle bugüne kadar çözümmüş gibi gösterilen yöntemlerin işe yaramadığını ortaya koymak, kanımca.

Öncelikle aileler, çocuğu “mülk” olarak gören ‘çocuk benimdir’ anlayışından vazgeçmeliler. Varsıl,yoksul,kırsal, kent, hangi kesimden olursa olsun, bu anlayış çocuğu hiçe sayıyor. (5) Ekranlarda suçluluğu hiç konduramadığımız akıllı uslu görünen ailelerin 14- 15 yaşlarındaki kızlarına neler yaptıklarını ya da onları nasıl dışladıklarını , kadının kadını nasıl ezdiğini şaşkınlıkla izliyoruz. Zenginler de çıkarları gereği çocuklarını zorla evlendirmiyorlar mı?

Tüketici kimliğini içselleştirmiş, sosyal paylaşım sitelerinden başını alamayan gençleri, kız ya da erkek, din yoluyla “terbiye etmek” de artık çözüm olmuyor. Dini  baskı aracı olarak kullanmak inanca saygısızlıktır. İslam dinini öne sürerek kızların çok küçük yaşta evlendirilmelerini meşrulaştırmaya çalışıp  hâlâ gündemde tutmak isteyenlere karşı da temkinli olmak gerekiyor.

Kızlarımız, birey- yurttaş olabilmek için bâtıla değil, kadın haklarıyla ilgilenmelidirler. Kadın dernekleri , başta sığınma evlerinin nicelik ve nitelik açısından geliştirilmesi olmak üzere, geniş kitleleri ilgilendiren tüm sorunlara özveriyle eğilip hükümet politikalarına karşı muhalefetlerini sürdürüyorlar.

“Sınıf- dışı kalan bu sorunların nereye evrileceğini kestirmek güç.  Kapitalizm-  emperyalizme  karşı politika oluştururken   bunlar muhtemelen solu da zorlamaktadır.  Ayakları yere basmayan kişiyle nasıl diyalog kurulur? Yıkıma bile aldırmayan, kendisi ve çocukları için bir gelecek tasavvuru olmayan birinden söz ediyoruz. Tabii, aynı çıkmazda, birlikte olduğu erkekten de.

Sorumluluk alma bilinci geliştirmek ve bunu hayata geçirmek: Herkese en başta gerekli olan budur.

Sonuç olarak kızlarımızın içinde bulundukları durumdan kurtulmalarının yolu,  hak arayışı için yurttaş bilinciyle hareket etmelerinden geçer. Öte yandan toplumsal yaşamda aktif bir birey olarak yerini alabilmek onların da hakkı. Kimi yaşıtları gibi, örgütlü olarak gönüllü hizmet, çevreyi koruma; siyasi parti, dernek, platform; spor, kültür-sanat v.b. alanlarda varlık göstermeliler.  İnternetteki  çok çeşitli olanaklardan yararlanmalılar. Yetkilileri kalıcı kültür- sanat politikalarının oluşturulması için zorlamalılar.

Çözüm, halkın bilinçlenmesinden doğacaktır.

Dipnot:

(1)Türkiye’de ne mesleği olan, bir işte çalışan ne de eğitim gören genç kadın oranı yüzde 43,6. (2019)

 (2) Bu programlardaki sunucuların ortak özelliği, her konuda laik hukuk devleti anlayışına sahip çıkarak Medeni Yasa’nın çizdiği sınırlar içinde hareket etmeleri. Resmi nikah olmadan imam nikahıyla gerçekleştirilen birliktelikleri onaylamadıklarını , çocukların velayetleri konusunda yasal yoldan ayrılınmaması gerektiğini sık sık yineliyorlar.

 (3) Devlet koruması altındaki çocuk sayısı 14 bin. Yetiştirme yurdu, koruyucu aile, evlat edinme v.b. uygulamalara yerleşik yargılar yüzünden sıcak bakılmıyor. Kötü muamele görme iddiaları da yaygın.

 (4) Ekranlar internet mağduru kızların hikayeleriyle dolu. Programdan ayrıldıktan sonra akıbetleri belirsiz.

 (5) 18 yaşına kadar herkes çocuk sayılıyor.

(6) Kadın Programları “farkındalık” yaratıyormuş gibi görünseler de asıl işlevleri normalleştirme ve ticari olarak da reytingtir.