Tülin Tankut yazdı: Salgından gereken dersi çıkarmak
Kapitalizm kâr hırsıyla artık gezegenin varlığını tehdit eder hale geldi. Salgınla “Pandora’nın Kutusu” açıldı. Hâlâ insani bir kapitalizmden söz edilebilir mi? Egemen güçler, ekonomiyi kurtarmak adına salgına karşı önlemleri gevşetip dahası kaldırıp bağışıklık sistemi zayıf olanları gözden çıkarabiliyor! Sağlığın serbest piyasaya bırakılmasının sonuçlarını salgınla bütün dünya gördü. Serbest piyasa rejiminden ne bekliyoruz?
Tülin Tankut
Küresel kapitalizm, alternatifi yoktur iddiasıyla tüm dünyaya dayatıldı ama her ülkede aynı sonucu vermedi. İleri kapitalist ülkelere görece refah getirirken diğerlerinin bazılarında yarattığı sarsıntılarla işi bu kadarı da olmaz dedirtecek boyutlara vardırdı. İşsizlik, yoksulluk, savaşlar, zorunlu göç, göçmen düşmanlığı, saymakla bitmez.
Koronovirüs salgını atlatıldıktan sonra ne değişecek?
Uluslar arası şirketlere, firmalara göre hava hoş: Şimdiden birleşip kendilerini kurtarma peşindeler. Ya dünya halklarının beklentileri?
Kamu kaynakları adil biçimde kullanılacak mı?
Emekçilerin yaşam koşulları iyileştirilecek mi?
Demokratik hak ve özgürlükler kullanılabilecek mi?
Toplumsal muhalefet tüm kurumlarıyla çalışamaz hale geldi; postmodernizmin armağanı olan “kural tanımazlık” en başta hukuk alanında saltanatını sürdürürken bu sorulara olumlu yanıt vermek mümkün mü?
Salgın sırasında en gelişmiş ülkelerin yönetimlerinin işsizlik, yoksulluk, eşitsizlik gibi somut konularla ne kadar ilgilendiklerini gördük. Sosyal devlet zaten normal zamanda da işlevini yerine getirebildi mi? Sosyal devletin amacı, yurttaşın kimseye muhtaç olmadan yaşamını sürdürebilmesini sağlamak değil midir?
Günümüzün en yakıcı sorunuysa işsizlik. Öyle ki yaşamın tüm diğer yönlerine yansıyor. Bireyi çıkmazlara sokuyor; psikolojisini bozuyor. Dünyanın en ücra köşelerine bile ulaşabilen küresel medyadaki “moral verme” seansları boşuna mı? (Kapıda kitlesel işsizliğin beklediği iddiaları var)
Ekonomi, sağlık, eğitim, iklim v.b. yığınla birikmiş sorun piyasa ekonomisiyle, özgürlükleri kısıtlayarak çözülebilir mi? İktidarlar, liderler değişse bile, kapitalizm yerinde durdukça ne değişecek?
İşin düşündürücü yanı; insanlar vaatlere kolay kanıyorlar. Hiçbir şeyin farkında olmayanları sistem, elindeki yüksek teknolojiyi de kullanarak etkilemeyi beceriyor . Geniş kitleler internette, sosyal medyada kendilerini gerçeklerden uzaklaştıran din simsarlarının, sözde bilim insanlarının öne sürdükleri metafizik dogmalara inanabiliyor.
Emperyalist güçlerin yayılmacı politikalarını gerçekleştirebilmek için halkların dini inançlarını nasıl sömürdükleri yeni bir şey değil. Unutulmasın ki o dogmaları yayanlar, geleceği şekillendirecek ilkelere sahip değillerdir. Batı çifte standart uygulasa bile evrensel olarak kabul gören insan hakları konusunda epey yol kat edildi. Kazanımlardan ödün verilemez, geriye dönülemez.
Alışkanlıklardan kopamamak yüzünden “ehven-i şerre” sarılmaksa en büyük yanlıştır. Emekçi halkların takım tutar gibi, kendilerine bir yararı olmayan siyasi partilere oy vermekte direnmeleri boşa kürek çekmekten başka nedir ki?
Sözgelimi ucuz işgücü kullanan küçük işletmelerdeki çalışmanın çoğu kayıt dışıdır. İş bugün var yarın yok. Çalışan, Sosyal Güvenlik kapsamı dışında kalıyor.
Hiçbir güvencesi olmayan, örgütlülükten yoksun, çalışanların “en alttakiler”i tüm tarım işçilerinin durumuysa kanayan bir yara. Acilen örgütlenmeleri gerekiyor.
Örgütlü olarak işçi haklarını koruma mücadelesi verenler yalnızca Mavi Yakalı kesimdir; onun da baskılara direnen bölümü.
El emeğine dayanmayan işlerde çalışan Beyaz Yakalılar’a gelince, geniş bir kesimi kapsıyor. Sesini “Gezi Olayı”nda duyuran, işçi sınıfı tanımına girip girmediği tartışılan bu kesim için kabaca, geleneksel sol değerlere sahip çıktıkları ve örgütlü bir mücadele yürüttükleri yönünde kayda değer bir belirti görünmüyor, denilebilir. (Tabii, dileğimiz bunun tersi) İçlerinde, bilimsel ve teknolojik araştırmalarda çalışan dolayısıyla üretim süreçlerinde ağırlığını hissettiren, ekonomide belirleyiciliği olan bir grup da bulunuyor. Ülkelerin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak farklılık gösteren bu grubun, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, gezegenin geleceğine yönelik seçimleri, kâr mantığını kamu yararının önüne geçiren neoliberal politikalar karşısında alacakları tavır önemli. Piyasa ekonomisini kurtarma çareleri aranırken bu gruptan da fedakârlık beklenecektir. Onlar da sermaye kesimine bağlı emekçilerdir eninde sonunda. Kapitalizmin emek üzerindeki baskılarından muaf değillerdir. Sözgelimi işgücünün fazlasını yaratma politikalarının sonucu olarak Beyaz Yakalılar’ın da işini kaybetme olasılığı yüksektir. (Ayrıca “Yapay Zeka” çalışmaları hız kesmiyor.) Dolayısıyla bundan böyle bu grubun, sömürünün sürdürülmesindeki rollerini sorgulamaları beklenir.
Türkiye de küresel kapitalizme eklemlenmiş, gelişmekte olan ülkeler arasında. Muhalif cephede epeydir ülkenin günümüz koşullarında gücünü alacağı bir üretim yapısına sahip olup olmadığı tartışması yapılıyor. Emekçi halkın çıkarları açısından bu, şu anlama geliyor: “Ülke, ekonomik ve siyasal liberalizme karşı” gücünü üretimden alacak toplumsal bir güç ortaya koyabilir mi?
Bu yüzden kitlelerin kendilerine gerekli olan bilgilerden haberdar olup öz çıkarlarına sahip çıkmaları yönünde bilinçlenmeleri büyük önem taşıyor. Yıllarca küresel güçlerin sınıf sömürüsünü gizlemek için apolitikleşerek özgürleşilebileceği masallarını dinledik. Cehalet adeta prim yapar hale geldi. Şimdi de “Aynı gemideyiz” oyalamaları. (Hangi gemi? “Meçhule giden”)
Kapitalizm kâr hırsıyla artık gezegenin varlığını tehdit eder hale geldi. Salgınla “Pandora’nın Kutusu” açıldı. Hâlâ insani bir kapitalizmden söz edilebilir mi? Egemen güçler, ekonomiyi kurtarmak adına salgına karşı önlemleri gevşetip dahası kaldırıp bağışıklık sistemi zayıf olanları gözden çıkarabiliyor! Sağlığın serbest piyasaya bırakılmasının sonuçlarını salgınla bütün dünya gördü. Serbest piyasa rejiminden ne bekliyoruz? Yönetimler toplumun alt yapısını yeniden gözden geçirip eğitim, ulaşım, enerji, telekomünikasyon v.b. alanları devletleştirirler mi? Bunu ummak abesle iştigaldir. Emekçilerin yaşamın her alanında haklarını savunmayı kapitalizm garantileyemez.
Sonuçta bu gidişata dur demek için toplumun tüm kesimleri –emek örgütleri, sendikalar, meslek odaları, solun tüm oluşumları, dernekler, belli bir siyasi tercihi olmayanlar v.d.- kendi koşullarında dayanışmayla tepki gösterebilirler. Örneğin, tabanda inançlarına sadık kalarak dinin toplumcu ilkelerini göz önüne alıp kapitalizme karşı, düşüncelerini sorgulamaya, değiştirmeye yönelik kitlelerden neden bir muhalefet çıkmasın?
Kapitalizmin acımasızlığı karşısında artık her türden mücadele özü gereği sınıf mücadelesinin bir parçası haline geldi. Koronovirüs tehlikesi atlatıldığında ya yönetimler otoriterleşecek ya da emekçi halk hareketleri gidişata dur diyecek kadar güçlenecek.
Yönetimler ısrarla aldıkları kararları halka ulaştırmıyorlar; halkın öğrenme hakkı yok sayılarak. Neyse ki, büyük bir özveriyle gerçeği olduğu gibi kamuoyuna aktaran bağımsız siyasi kaynaklardan yoksun değiliz. Bunun değeri bilinmeli ve onlara kulak verilmeli.
Özetle, kapitalizmin yarattığı sorunları hiçbir ülkenin tek başına çözemeyeceği ortadadır. Dijital teknolojinin, bilgi ve deneyimlerin internet üzerinden başkalarıyla paylaşılmasını sağlamasından azami derecede yararlanmak mümkün. Başta uluslar arası emek örgütleri olmak üzere muhalefeti dayanışma ağlarıyla güçlendirmek gerekiyor. Nitekim ‘1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde buna tanık olacağız. Bu anlamlı gün, bu yıl koronavirüs koşullarında kutlanacak. Emek tarihinde bir ilk yaşanacak: Online kutlama… Olsun, 1 Mayıs kutlamalarının mirasçısı olmanın gururunu taşıyoruz.
Yeniden meydanlarda buluşmak dileğiyle!