Tülin Tankut yazdı: Tüketim çılgınlığının sonu gelir mi?

Sömürü düzeni değişmedikçe, sınırsız kâr hırsı dizginlenemezken; kaygılarımızın, korkularımızın sonunun gelmeyeceğini öngörebilmeliyiz. Fransa Kralı 15. Lui gibi, dünya egemenlerinin de “Benden sonra tufan”diyebilecekleri sinyallerini almıyor muyuz?

Tülin Tankut yazdı: Tüketim çılgınlığının sonu gelir mi?

Tülin Tankut

Koronovirüs salgını nedeniyle eve kapanma, tüm dünyada insanları haklı olarak bunalttı, isyan noktasına getirdi. Herkes normale ne zaman dönüleceğini bekliyor. Ancak ölümün kol gezdiği günlerde bu kadar sabırsızlık niye? Öyle ki kurallar çiğneniyor, sosyal mesafeye, maske kullanmaya özen gösterilmiyor, bir umursamazlık, bir vurdumduymazlık… Tatil beklentisi, düğün dernek , eğlence özlemi her şeyin üzerinde… Altta yatansa sakın “bir an önce eskiye dönelim, hasret kaldık daha çok tüketmeye” beklentisi olmasın… Sabırsızlığı, biraz da tüketim toplumunun da ötesinde haz toplumu haline getirilişimizde aramak gerekmiyor mu?

Eskiden alışveriş ihtiyaç için yapılırdı. Tüketim toplumunda malların çeşitliliği bu alışkanlığı bozdu. Neoliberalizmin azdırdığı tüketim ideolojisiyse, bireysel çıkarın motive ettiği bir anlayışı tüm dünyada yaygınlaştırdı. İhtiyaç için yapılan alışverişin, amacını aşıp zevk haline gelmesine yol açtı. (1) Hazza odaklanmak haliyle bencilliği de besliyordu. Hep daha fazlasını istemek, arzular doyuma ulaştıkça yerine yenilerinin geleceğini ummak… Yeni “ihtiyaçların” icat edilmesi de dur durak bilmiyordu. Ev, mobilya, giyim, yiyecek, giyecek v.b. seçimi, toplumsal statüyü belirmektedir artık. Gösteriş yapma merakı doruğa çıkıyor. Durmadan kendi fotoğrafını, gittiği yerlerin, yiyip içtiklerinin fotoğraflarını sosyal medyada paylaşanlar artıyor.

AVM “gezginleri” türer durur. Sınıfsal konumuna uygun olmayan harcama yapanlar, sık sık cep telefonu ya da saç modeli, giyim kuşam değiştirenler (Statü göstergesi ya bunlar). Kredi kartları imdada yetişmekte, ancak ödenmeyen kredi borçları tüketicileri yıkıma sürükleyebilmektedir. (Depresyon, boşanma, işini yitirme, hapis, dahası özkıyım )

Pazarlamacılar alt gelir gruplarını da düşünürler (!) kuşkusuz. Amerikan filmlerinde, dizilerinde bu konuda çok çarpıcı örneklere rastlarız. Seçkinlere, rafine zevklerine uygun tüketim ürünleri ve hizmetleri sunulur. Wall Street’teki lüks bölgelerde kadınlar, erkekler inceciktir, zariftir. New York sokaklarında fast-foodçu’dan çıkmış, ellerinde kocaman kola şişeleriyle, çok çocuklu, aşırı kilolu, hantal, siyahi aileler dolaşır. (Aynı görüntüyü veren düşük gelirli beyazlar da vardır aralarında.) Kimin ne isteyeceği önceden belirlenmiştir. Ekonomisti, işletmecisi, kimyageri, doktoru, reklamcısı, iletişimcisi, bilumum uzmanlar görevlendirilmiştir bu iş için. Zaten kitleleri oyalamak zor değildir. Bu kesim zenginlerin istediklerini aklına bile getirmez. İnsan bilmediği bir şeyi arzu eder mi? Diyelim bir yat hayal etse umut tacirleri bunu da hesap etmişlerdir. (piyangosu, TVdeki yarışma programları v.s) Ama asıl önemlisi, sahibinin sesi reklamlar, onlara der ki, “Sen fast food ye, kola iç, dizi izle. Bak, istediğini veriyoruz sana.” Alan memnun satan memnun…

Alışveriş zevki, adeta virüs gibi varsıldan yoksula geçebiliyor. Araştırmalar, reklamların, medyanın ikinci kesimi daha çok etkilediğini gösteriyor. Dolayısıyla merdiven altı üretimin, hizmetin yanı sıra, küresel markaların birebir kopyaları (çakma) dünyanın her yerinde pazar tezgahlarını dolduruyor. (Sus payı!) Varsıl yoksul karşıtlığı görünmez oluyor.

Tüketici kimliği, dünya görüşü, inançları farklı olan kesimleri bile aynı kimlik altında birleştirdi. Dindar – muhafazakâr kesimler de piyasaya boyun eğdi. Bizde lüks tüketim ve israf, İslami kesimin kendi içinden eleştiriye tabi tutuldu. Ancak üç büyük dini temsil eden kurumsal çevrelerden bu konuya hiç eleştiri gelmedi; dinde yeri olan israfa karşı bile. Uyarıyı yapan gene sol oldu.

Haz odaklı bir yaşamda kitap okumak da zaman kaybı olarak görülüyor. Ama alışverişte, sosyal medyada ıvır zıvırla geçirilen uzun saatlere sorgu sual yok! Ayrıca ne okunacağı, ne izleneceği, nasıl eğlenileceği “karar vericiler” tarafından tayin ediliyor. (Markette alışveriş yaparken sepete atılacak bir sürü kitap, CD, magazin var)

Bu arada kadınları bekleyen olası tehlikeye değinmemek olmaz. Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınları eve kapatıp kamusal alandan uzaklaştırma politikasının sürdürülmesi, kadınların ev kadınlığına bağlanma yönündeki eğilimini pekiştirecektir. Bu kesimin üst sınıfların değerlerini benimseyip yaşam tarzlarını kendilerine örnek almaları da politikayı uygulayanların ekmeğine tereyağ sürecektir. Nerede kaldı kadın özgürlüğü?

Özetle, medya araçsallaştırılmış; felsefe, “felsefe yapma” sözüyle aşağılanmış; edebiyatın, sanatın ufuk açıcı özelliği unutturulmuş; insanlar emojiler yoluyla anlaşır olmuş ve insanlık adına daha nice olumsuzlar baş göstermişse, böyle bir sürecin de kendini hazların dünyasına teslim etmiş, sosyologların tanımıyla, “İçi boşalan insan”ı yaratması kaçınılmazdır.

Bugün geldiğimiz nokta, (2) genetiğimizi de yansıtan, “dünya var imiş ya ki yok imiş, ne umurun” ruhuna denk düşüyor. Öldürücü sıcaklar geliyormuş, küresel ısınma, kuraklık, açlık, bölgesel savaş , nükleer savaş,çevre felaketi, demokrasi krizi… Tüm bu tehditler sanki başka gezegende bekleniyormuş gibi. En önemli meselemiz: Korono salgını sonrası ne olacak? (Dolar n’olacak?!)

Gösteriş toplumuna dönüşen tüketim toplumunda var olan genel algı nasıl değişecek? Piyasa kontrolden çıktı. Emekçi kesimleri teslim almaya yönelik stratejiler sürdürülüyor. İnsanlar algı değişikliği için bilinçli ya da koşulların zorlamasıyla harekete geçerler mi?

Tüketim, kuşkusuz, ekonomiden politikadan kitle psikolojisine, ekolojiye, tüm boyutlarıyla uzmanlar tarafından ele alınıp tartışılması gereken bir konu; bu yazının çerçevesini aşıyor. Bu konuda bilgi kirliliğine karşı, elden geldiğince doğru kaynaklardan yararlanarak kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Ancak çıplak gözle bile, sömürü düzeni değişmedikçe, sınırsız kâr hırsı dizginlenemezken; kaygılarımızın, korkularımızın sonunun gelmeyeceğini öngörebilmeliyiz. Fransa Kralı 15. Lui gibi, dünya egemenlerinin de (3) “Benden sonra tufan”diyebilecekleri sinyallerini almıyor muyuz?

Artık Allah korkusundan medet uman dindarların güvendikleri dağlara da kar yağdı. Din kabuk değiştirdi; bireyin ahlâki eğitim sürecini güdülemede güç kaybına uğradı.

Salgına karşın çalışmak zorunda olan, işinde hak kaybına uğrayan, işsiz kalan, toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçi halk, yol ayrımında: Normale dönmek çözüm mü? Bu konuda acilen karar vermek gerekiyor. İnsanlık gösteriş toplumu haline nasıl geldi? Değişim nasıl gerçekleşti?

Bundan böyle artık arzularımız bize ait diyebilir miyiz? Arzular çocuklukta şekillenir. Çocukken sınırsızdır. Büyürken sınırlandırılır, kısıtlanır ve bireyden topluma geçer.

Koşullar değişince insan değişir. İnsanlık için çıkış yolu hâlâ var!

DİPNOT:

1) Berlin Duvarı’nın yıkılmasını konu eden bir Alman filminde devrimci bir kadın dönek arkadaşlarına, “Kıçınızı bir kota sattınız” diyordu.

2) Eleştirel tutumuyla tanınan Ziya Paşa’ya atfedilen “İç bâde güzel sev” diye başlayan şiirin devamı.

3) Tüm dünyada ekonomik çarkların eskisi gibi dönmesi için uğraşılıyor. Birincil amaç bu!