Tülin Tankut yazdı: Z kuşağı* tartışmaları üzerine
Z kuşağı, YKS’ye tepki göstererek tanındı. Ama tümü değil tabii. Aralarında sınıfsal farklılıklar var. Araştırmaların değinmediği bir başka konu da bu. Belki de görünen köy kılavuz istemez diye düşünülüyor. Öyle ya, “Evde kal” uygulaması, gelir düzeyi düşük kesim için işkenceye dönüştü.
Tülin Tankut
Kamuoyunun gündemine gelmesi gereken daha önemli konular dururken önceliği neden Z kuşağı tartışmaları aldı acaba?
Önümüzdeki seçimlerde ilk kez oy vereceği için bu kuşak birden siyasetin yeni ilgi odağı oluverdi. Bunda da şaşılacak bir şey yok. Uzmanların dikkat çektiği gibi piyasa ekonomisi, doğası gereği öngörülemezdir. Dolayısıyla ülkeleri yönetenler, sık sık karar değiştirmek suretiyle günü kurtarma derdine düştüler. Koronovirüs etkisiyle ekonomilerin kötüye gitmesi de cabası. Bizde de hükümet, gelecek kaygısıyla Z kuşağından medet umacak hale gelmiş olmalı.
Sayıları az da sayılmaz; ülke nüfusunun yüzde 30’unu oluşturuyorlar. Bu arada hemen ekleyelim araştırmalarda , önümüzdeki seçimler için seçmen sayısı üzerine hesap kitap almış başını giderken cinsiyete göre sınıflandırma yapmak kimsenin aklına gelmemiş anlaşılan! Toplumun “ötekileri”nden de bahis yok.
Z kuşağı, YKS’ye tepki göstererek tanındı. Ama tümü değil tabii. Aralarında sınıfsal farklılıklar var. Araştırmaların değinmediği bir başka konu da bu. Belki de görünen köy kılavuz istemez diye düşünülüyor. Öyle ya, “Evde kal” uygulaması, gelir düzeyi düşük kesim için işkenceye dönüştü. (Yoksulluk, sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamama, işsizlik)
Gençlerin tümü adalet, eşitlik, özgürlük istiyor; yaşamak için güvenli bir ortam arıyor. “Bu ülke size ne ifade ediyor?” diye sorulsa, kuşkusuz tümü de yurtsever olduğunu söyleyecektir. Ancak bu konudaki algıları farklı olabiliyor. Sözgelimi bedelli askerlik için ne düşünüyorlar? Ya da araştırmalarda yer alan yurtdışına gitme isteğini yurtseverlikle nasıl açıklamalı? Muhafazakâr kesimin Z kuşağıysa Batılı değerler sistemine karşı ama Batılı gibi yaşıyor.
Ortak yönlerini oluşturan sistemden hoşnut olmayıp değişim ihtiyacını dile getirme eğilimleri genç olmanın bir gereğidir. Kendilerini ifade edebilmeleri ileri bir adımdır ve onları güçlendireceği açıktır. Ancak kamuoyu önünde sergiledikleri bu tavır, onları hem kendilerine hem de başkalarına karşı sorumlu kılar. (1) Bu hükümetten yakınma üzerine yapılacak politikalardan bir sonuç alınamayacağının onlar da farkında olmalılar. Dile getirdikleri sorunlara, yerelliğin sınırlarını aşan daha geniş bir çerçeve içinden bakmak gerekiyor.
Burada bir ayraç açalım: Görünen o ki Z kuşağı tanımı, sistem – içi bakış açısıyla yapılmış, gelecekte kapitalist sistemi sürdürmeye aday olarak düşünülmüştür. Biz de bu varsayımdan ilerlemeye çalışırsak; gençleri bir dizi sorun beklemektedir: Teknolojik dönüşümlerle rekabetten, işsizlikten, dini köktencilik, şoven milliyetçilik ve din, mezhep, etnisite, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim v,b. ayrımcılığın yükselmesine, iklim değişikliğine, zorunlu göçe, nükleer savaş tehlikesine kadar çok çeşitli sorunlar bunlar. (2) Dolayısıyla gençlerden kamuoyu önünde dile getirdikleri şikayetlerini, eleştirilerini “şekillendirmeleri” beklenir.
Peki, siyasi bir güç olarak varlık gösterebilmeleri için koşullar uygun mudur?
Sömürü düzeniyle ve baskıyla çocuk yaşta karşılaşıyorlar, dünyanın her yerinde olduğu gibi . Bununla bağlantılı bir başka engel: Hükümetin dini kültürü toplumsal kurumlarda da yaygınlaştırma çabasına karşılık muhalefetin suskunluğu, dahası yasalardaki kavramlar yerine dini kavramları propaganda aracı olarak kullanmakta bir beis görmemesi. (“Kul hakkı”, adil olmak, haram, günah, toplumsal sorumluluk yerine dinsel yükümlülük v.b.) Muhalefetin bu tutumuysa yurttaş kimliğinin gölgede kalması; insanlığın kültürel mirasının oluşturucusu eşitlik, özgürlük, kardeşlik , dayanışma gibi kavramların bulanıklaşmasına yol açıyor. (3) (Araştırmalarda kavramların “kurtarılması” yönünde gençlerin bir beyanı yok!) Cinsiyetçi- milliyetçi- dinci habercilik de dur durak bilmiyor.
Bir türlü istikrara kavuşturulamayan, öğrencileri ve velileri canından bezdiren eğitim sistemimiz de hani gülü tarife ne hacet, türünden, ortada: Klasik eğitimin metafizik disiplini altında düşünsel merakın gelişmesi beklenebilir mi? Türkiye kitap okumada dünya sıralamasında 86. sırada. (Unesco verilerine göre) Gençlerin okuma edimi için gerekli olan sabırdan yoksun oldukları, dikkatlerinin çok çabuk dağıldığı belirtiliyor. Oysa düşünsel merak kitaplarla filizlenir. Ama onlar kendilerini sloganlarla, emojilerle ifade ediyorlar.
Gelelim can alıcı konuya: Türkiye küresel kapitalizme eklemlenmiş bir ülke. İleri teknolojiyle değişim gösteren üretim süreci, “beyin göçü”nün önemini artırıyor. Beyin göçünden kastedilenler elbette ki, ülkedeki sanal dünyaya erişim olanağı bulamayan çoğunluk değil. Üst gelir grubunun kız ve erkek çocuklarıdır teknolojik olanakların kullanıldığı eğitimden yararlanabilenler… Yine de gençlerin çoğu işsizlik, düşük ücret, hak talebi karşısında hukuk sisteminde görülen aksaklıklar gibi nedenler yüzünden çıkış yolu olarak yurt dışına göçmeyi düşünüyorlar. Ancak bunun ehven-i şer olduğunu salgın sırasında gördük: İleri kapitalist ülkelerde eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerin özelleştirilmesinin yarattığı yıkım, kitlelere büyük zarar verdi. O çok övünülen insan hakları rafa kaldırıldı. “Özgürlükler Ülkesi”nin başkanı sıkıyı görünce yabancı öğrencileri kapı dışarı etme kararı aldı. Dolayısıyla sınıf ve mülkiyet ilişkilerini, emperyalizmi, ataerkilliği sorgulamamak, toplumun hangi kesiminden olursa olsun, gençlerin entelektüel gelişimi için bir eksikliktir, diyebiliriz.
Sahte kutuplaşmalara vesile olan “farklılık” ise sınıf oluşumundan bağımsız düşünülemez. Sınıf soyut bir kavram değildir çünkü; “farklılığın somutlaşan biçimlerini belirleyen somut toplumsal ilişkilerden bağımsız bir biçimde kavranamaz.” Toplumsal cinsiyet, ırk, etnisite, din, mezhep v.b. farklılıklar, ucuz emek peşinde koşan sermayenin vazgeçilmezidir. Kapitalizmin bekasına yarayan kimlik siyasetleriyse çağdaş toplumu gerçek bir toplumsal dönüşüme götüremeyecek bir yoldur.
Ayrıca kapitalizm artık Batı tekelinden çıkmıştır. Sözgelimi Çin, ABD ile dünya liderliği yarışı içindedir. Çin’in yetkili ağızları, halkın refah düzeyinin geçmişe oranla yükseldiğinden dem vurarak artık komünizme geçme zamanının geldiğini ima etmekteler. Ancak koronovirüs nedeniyle tanık olduk ki, halk hâlâ hastalık yayıcı yarasa, açıkta satılan bazı deniz mahsülleri v.b. gıda maddeleriyle beslenmeyi sürdürüyor. Refah düzeyi yüksek bir ülkede buna gerek var mı?!
Sonuç olarak, örgütlü bir toplumsal muhalefet olmadan her vesileyle kirli çamaşırları ortaya dökülen kapitalizmi aşmak mümkün olamayacaktır. F. Fukuyama 1992’de tarihin sonunu ilan etmişti, ama kehaneti doğru çıkmadı. Tarih çok uzun, daha göreceklerimiz var, demek yanlış olmaz. Genç kuşak da gelecekle ilgili kararlarını kendileri vereceklerdir.
Gelecek kuşkusuz her çeşit olasılığa açıktır. Ancak insanın ihtiyaçlarını karşılamayan tersine kâr tutkusuyla insanlığı felakete sürükleyen bir sisteme de sonsuza dek katlanılmaz. Hem şöyle bir düşünecek olursak; insanlık rekabet toplumunun acılarını derinlemesine yaşadı: Savaşlar, kitlesel katliamlar, toplu tecavüzler…Saymaya yürek dayanmaz. Demek ki kurtuluşumuz dayanışma toplumu olmamızdan geçiyor. Medyatik adıyla Z kuşağı da özgürlükleri savunmaya istekli beyanlarıyla, sol hareketlerin ilgisini hak ediyor.
DİPNOT:
*Z kuşağı için kast edilen yaş aralığı: 1995 ve sonrasında doğanlar.
1) Gençlerin muhalefet potansiyellerinin denetleneceği sinyallerini alıyoruz. Yetkililer şimdilik sosyal medyayı kapatmak söz konusu değil, diyorlar. Düzenleme yapılacak, ki bu da yerinde bir karar. Sosyal medyanın cinsiyetçi dili, ayrımcılığı, hakaret, sövgü, iftira ,tehdit gibi barındırdığı tüm yozluklar dayanılmaz boyutlara vardı.
2) Beterin beteri; Batı’da metalaştırmanın arzuları kışkırtmasıyla insanı insanlıktan çıkaran koronovirüs partilerinin sonu gelmiyor. Öyle ki, parti sırasında koronovirüse ilk yakalanana ödül veriliyor. Gençlik !“Quo vadis ?” demek geçiyor insanın içinden.
3) Yapılmak istenen gözden kaçırılmamalı : Dinin , yasal yurttaşlığın ölçütü haline getirilmesi. Eğer bu gerçekleştirilirse kadınlar için doğabilecek tehlike daha büyük olacaktır. Cinsiyet eşitliği hayal demektir. Kadınlara eş ve anne rollerini oynayarak aileyi güçlendirmeleri dayatılacaktır.