Yeniden düzenleme önerilerine karşı öneriler
Tüm toplumsal zenginliği işe yaramayan finansal varlıklara yığmanın zamanı geçmektedir. Sağlık, eğitim, barınma, kültür gibi alanların tüm insanların ortak ve zorunlu ihtiyacı olduğu, bunların tartışılmaz bir hak olarak sağlanması zorunludur.
Korona virüs salgınının yarattığı etkiler sürerken, şimdiden bir çok kişi “bundan sonrası için” kafa yormaya başladı bile. Salgının nerede ve ne şekilde duracağı belirsizliğini korusa da, her ülkede “normalleşme” söylemleri yükseliyor. “Normalleşmeye” dönük arzunun korkuyla kemirilmesi, normale dönüşün, “eskiye dönüş” olmadığının bir kanıtı.
Bu nedenle, korona virüs sonrası neler olacağıyla ilişkili ortaya atılan fikirlerde ciddi bir “enflasyon” yaşanıyor. Öte yandan, “fikir enflasyonunda” gördüğümüz bu canlanma, pek fazla yeniliği içermiyor. Dolayısıyla ortaya çıkan fikirlerin “belirli bir noktaya” yoğunlaştığını görüyoruz. Yoğunlaşılan noktanın odak merkezine ise; salgın sonrasında ortaya çıkacak ekonomik etkilere karşı nasıl önlemler alınacağı oturmuş durumda. Bu tartışmanın iki ucu oluşmuş bulunuyor. Birinci uçta salgının yarattığı ekonomik yıkımın hangi araçlarla etkisinin azaltacağına ilişkin fikirler bulunurken, ikinci uçta ise sistemin zayıf yönlerine işaret eden fikirler bulunuyor. Tüm bu iki ucun dışında kalan alternatifleri ise başka bir başlıkta ele almak lazım.
Her iki ucunda ortaklaştığı bir yer var; bugüne kadar kapitalizmin işleyiş biçimi, salgın vb. türden acil durumlarda yetersiz kalmıştır, bugünden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Dolayısıyla bu her iki ucun ortak bir adlandırılmaya gitmesi mümkündür: “yeniden düzenleme” taraftarları. Yeniden düzenleme taraftarlarına göre kapitalizmin bugünkü sorunlarını aşması bir tür yeni düzenlemeyle olanaklıdır.
***
Yeniden düzenlemeyi ele alan birinci uç, eskisine göre değişmesi gereken durumun devletin ekonomideki varlığı olduğu tespitini yapıyor. Bugüne kadar devletin ekonomideki varlığının azaltılmasını, yer yer tamamen yok edilmesi gerektiğini savunan görüş; bugün “bazı noktalarda” devletin varlığının “zorunlu” olduğunu kabul ediyor. Kamunun ekonomideki gücünün, mali ve sosyal politikaların yeniden belirlenmesinde artan bir belirlenim olması gerektiğinin altı çiziliyor.
Bu konuda bir hayli kapsamlı yaklaşımlar geliştiren IMF’ye göre, yeniden düzenlemenin iki fazı bulunuyor; salgın sırasında atılacak ekonomik adımlar ve salgın sonrasında atılacak ekonomik adımlar. Bu yaklaşımları özetlemek gerekirse;
i) Salgın sırasında sağlık, gıda, yaşamsal altyapı (telekomünikasyon, enerji, ulaşım vb.) gibi sektörlerin seçici bir biçimde millileştirilmesi/devletleştirilmesi,
ii) Krizden doğrudan etkilenen sektörlerin parasal anlamda desteklenmesini,
iii) Parasal genişleme yoluyla finansal itki sağlanması yaklaşımlarını içeriyor. [1]
IMF’nin bu önerilerinin bir kısmı şimdiden hayata geçmiş durumda. Örneğin AB açısından ele alındığında, Avrupa Komisyonu’nun raporuna göre salgın süresince birlik üyesi ülkeler 3 trilyon 390 milyar Avroluk bir yardım paketi açıklamış durumda. Bu paketin önemli bir çoğunluğu piyasaya zerk edilen para olurken, işsiz kalanların parasal anlamda desteklenmesi ise daha sınırlı kalmış durumda. [2]
Bugüne kadar kamusal yatırımların ve etkinliğin ekonomideki belirleyiciliğine karşı çıkanlar açısından oldukça şaşırtıcı öneriler olsa da, bu önerilerin en şaşırtıcısı ise neo-liberallerden geldi. Kendi alanında bir hayli tanınan iktisatçı Jean Tirolle tarafından Nisan ayının başında yayınlanan makalede, yeniden düzenleme için dört senaryo önerisi sürülüyor ve bunlardan bir tanesinin ideal olduğu ifade ediliyor. Tirolle’ün önermesine göre, bugün ortaya çıkan tablonun ödenmesi için borçların iptali, yeni vergilerin konulması (servet vergisi kast ediliyor burada), borcun ortaklaştırılması ve borcun kamu bankaları tarafından sonsuz vadeyle satın alınıp “parasallaştırılması” seçenekleri bulunuyor.[3]
Neo-liberallerin kamu bankaları üzerinden yeniden düzenleme fikrine atlaması pek yeni değil. 2008 krizi sonrası ortaya çıkan borcun kamulaştırılması ve parasal genişleme ile yeni bir kredi genişlemesi sağlanması, neo-liberallerin “yeniden düzenleme” fikrinden anladığıydı. Bu durum enflasyon olmadan parasal genişlemeyi mümkün kılarken, tekelleşme eğilimlerini de güçlendirdi. Ancak sonsuz bir parasallaştırma politikasının mümkün olmadığı da zaten geçen sürede anlaşılmış, kapitalist üretim ilişkileri 2020 yılı öncesi “büyük gerilimin” üzerine binmişti.
Bu nedenle yeniden düzenlemenin başka bir ucu daha bulunuyor. Daha çok sosyal-demokrat bir program öneren bu eğilim ücretlerin belirli oranda yükseltilmesini, buna karşılık “yumuşak bir enflasyonun” olması gerektiğini savunuyor. [4] Elbette bunun tamamlayıcı faktörlerinden biri de AB türü ulus üstü egemenlik sahaları ve “büyük pazar güçleri” tezi. Bu tezi işleyenlerin başında Yunanistan’ın SYRİZA felaketinde payı olan Varoufakis var. Varoufakis her zamanki alaycılığı ile “kapitalizmin askıya alınması gereken kuralları olduğunu belirtirken” çözüm olarak ücretlerin artışını, federatif bir Avrupayı ve “yeşil dönüşümü” öneriyor. [5] Tabi burada Varoufakis’in bahsettiği yeşil dönüşüm, seyircinin yiyeceği programa sos olsun diye konulmuyor. Aynı zamanda bir tür büyük kamusal altyapı yatırımları ile bir yeni “Yeni Düzen” öneriliyor. [6]
***
Elbette tüm bu önerilerin çıktığı nokta var olan durumun eleştirilerek kabul edilmesidir. Eğer her şey ideal olsaydı, uluslararası şirketler, finansal kuruluşlar, petro-dolar gelirleri ve bitmek tükenmek bilmeyen sömürü koşulları olmasaydı, bunun da bir gelişme olduğunu kabul etmek gerekebilirdi. Ancak bunların hepsi varlığını sürdürüyor.
Bu nedenle yeniden düzenleme karşısındaki önerileri de ele almak zorundayız.
Apaçık bir biçimde kabul edilen olgu; yarının daha farklı olacağı ise; önerilerin çıktığı kapitalizm dışındaki alternatiftir. Bugün ortaya çıkan tablonun maliyeti, kamusal ihtiyaçları öngören ve tüm toplumun zenginliklerini hesaba katarak işlev gören bir güç ile göğüslenebilir. Bu gücün etkinliğini arttırabilmenin en kolay yolu; ekonomide kamusal ağırlığın arttırılmasıdır. Krizin ortaya çıkardığı borç tablosunun, kâr güdüsünü temelleyen anlayıştan ve üretim ilişkilerinden kaynaklandığı da aşikar bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bu nedenle üretimin yeniden planlanması, yerelleştirilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.
Yakın vadede, ortaya çıkan borçların finansal sistemden kaynaklanan özsel bir sorun olduğu kabul edilmek zorundadır. O nedenle güven verilmesi gereken yer; bugüne değin kârlarından bir gram bile olsun fedakarlık vermeyi düşünmemiş olan tekeller değil, emekçilerin kendisidir. Borçların faiz ödemeleri de dahil olmak üzere iptali, bir seçenek değil, zorunluluktur. Temiz bir sayfa açmak herkes için iyi gelecektir!
Bütün bunları sağlamak için çalışma anlayışının da yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. İşsizliğin yapısal bir sorun olarak değil, sistemin devamlılığı açısından ortaya çıkan bir olgu olduğunu kabul etmek gereklidir. Bugün, çalışma saatlerinin kısaltılması aracılığıyla daha az işsizlik ve daha fazla üretimin sağlanması olanaksız değildir.
Elbette burada sağlık başta olmak üzere neyin daha önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Tüm toplumsal zenginliği işe yaramayan finansal varlıklara yığmanın zamanı geçmektedir. Sağlık, eğitim, barınma, kültür gibi alanların tüm insanların ortak ve zorunlu ihtiyacı olduğu, bunların tartışılmaz bir hak olarak sağlanması zorunludur.
Toparlamak gerekirse; yeniden düzenlemeye değil, yeni bir düzene ihtiyaç olduğu görülmüştür.
Böyle bir ihtiyacın reddi, gerçeklere gözümüzü kapamak anlamına gelir. Önümüzdeki on yıl, bu gerçeğin reddine değil, kabulü için uğraşmak en doğrusu olacaktır.
Notlar
[1] Giovanni Dell’arca vd…., Economic Policies for the COVID-19 War, Nisan 2020, https://blogs.imf.org/2020/04/01/economic-policies-for-the-covid-19-war/
[2] Jobs and economy during the coronavirus pandemic, Avrupa Komisyonu, Nisan 2020, https://ec.europa.eu/info/live-work-travel-eu/health/coronavirus-response/jobs-and-economy-during-coronavirus-pandemic_en
[3] Jean Tirolle, How will we get out of the crisis?, Nisan 2020, https://www.tse-fr.eu/how-will-we-get-out-crisis
[4] Laurent Cordonnier, Borçları kim ödeyecek, Le Monde Diplomatique Türkçe, sayı:4, Mayıs 2020
[5] Yanis Varoufais ve David McWilliams, “Parlak bir umut var”, Mayıs 2020, https://www.theguardian.com/world/2020/may/06/there-is-a-glimmer-of-hope-economists-on-coronavirus-and-capitalism
[6] Konudan uzak olan okuyucu için küçük bir not: Burada söz edilen şey; 1933 yılında ABD Başkanı Roosevelt tarafından uygulamaya konulan ekonomi planın adıdır.