15’lerin katledilmesini unutmadık
100 yıllık tarih boyunca işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin, kadınların, gençlerin sesi ve mücadele örgütü olmayı hedefleyen Parti, aynı zamanda yurtsever, bağımsızlıkçı, laik, eşitlikçi bir kimliği de temsil etti.
Emperyalist ülkelerin işgal ettiği ülkelerini savunmak için yola çıkan yoldaşlarımızın Karadeniz’de katledilmelerinin üzerinden bir asır geçti.
Mustafa Suphi’lerin katledilmeleri bu topraklarda yürütülecek sosyalizm mücadelesinin nelerle mücadele etmek zorunda kalacağını en başta göstermesi açısından acı ve önemli bir örnektir.
En baştan hatırlatalım, katledilmelerinin asıl nedeni ülkenin işgaline karşı yürütülen savaşla emekçilerin kurtuluşu için verilen savaşı sınıfsal bir perspektifle birlikte ele almaları, bağımsız bir Türkiye’nin ancak ve ancak sosyalist bir Türkiye kurulduğunda mümkün olacağına inanmaları, sosyalist Türkiye’yi kurmak için örgütlü bir mücadelenin zorunluluğun bilincinde olmaları ve kısa bir süre önce Türkiye Komünist Partisi’ni kurmuş olmalarıdır.
TKP 10 Eylül 1920’de Bakü’de kuruluşunu ilan ederken, emperyalist paylaşım savaşı sonrası fiili işgale uğrayan ülkemizde yükselen ulusal kurtuluş savaşından, yanı başımızdaki topraklarda gerçekleşen Ekim Devrimi’nden, başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde gelişmeye başlayan işçi hareketlerinden, saltanat ve hilafetin işbirlikçi tavırlarına karşı siyasal mücadeleyi büyüten aydınlardan ve tüm dünyada birlikte mücadeleyi örgütleyen uluslararası komünist hareketten besleniyordu.
Bakü’de gerçekleşen kongre İstanbul’da, Anadolu’da ve Rusya’da faaliyet gösteren farklı Türk komünist gruplarının tek bir program etrafında bir araya gelmeleri ve dağınık faaliyetlerin son bulması anlamına gelmiştir.
Bu gruplar Parti’nin kuruluşuna kadar olan dönemde işgal kuvvetlerine karşı sabotajlar düzenlemişler, işçi eylemleri ve grevler örgütlemişler, İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve insan kaçırmışlar, Kuvayi Milliye ve Kuvayi Seyyare’ye bağlı askeri birlikler oluşturmuşlar, halk içerisinde işgale karşı mücadeleyi örgütlemişler, işgalcilerin işbirlikçisi olan saltanatçıları ve hilafetçileri teşhir etmişlerdi. Aynı gruplar Ankara’da kurulan Millet Meclisi’nde halkın temsilcileri olarak yer almışlar, savaş sonrası emekçilerin iktidarda olduğu bir ülke kurulması için siyasal mücadele yürütmüşlerdi.
Tüm bu çalışmalar Ekim Devrimi’nin yarattığı rüzgar ve Bolşevik iktidarın kurtuluş mücadelesine yaptığı askeri ve maddi yardımların yarattığı sempatiyle birleşerek komünistleri günün koşullarında önemli bir siyasal aktör haline getirmiştir.
10 Eylül tarihinde gerçekleşen birlik ve Parti merkezinin ulusal kurtuluş savaşına katılmak için ülkeye dönmesi kararının alınması komünistlerin ülke çapında daha etkili bir siyasi özneye dönüşmeleri ve ülkenin geleceğinde daha fazla söz sahibi olmaları anlamına geliyordu.
Suphilerin katledilmesi işte bu noktada, yani, ülkenin geleceğinin nasıl şekilleneceğiyle ilgili mücadele noktasında gerçekleştirildi ve sonraki yıllarda da komünistlerin siyasal çalışmalarının engellenmesi için her türlü baskı ve yasaklama en sert şekilde hayata geçirildi. Buna rağmen Parti mücadelesini devam ettirmiş, dönemsel olarak yakaladığı olanakları sonuna kadar kullanarak Türkiye işçi sınıfının partisi olma yolunda kararlı yürüyüşünü sürdürmüştür.
Bugün Parti Türkiye işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların, gençlerin tek gerçek kurtuluş umududur. Bir asırlık tarihiyle çok değerli bir miras yaratmış ve çok önemli bir deneyimi biriktirmiştir.
Parti, Türkiye’deki sol hareketin ilk çıkış noktası olmuştur.
Bugün ülkemizde farklı programlara sahip farklı düzen dışı sol siyasi partiler, örgütler bulunmaktadır. Fakat tüm bu siyasi öznelerin kökeninde 10 Eylül’le başlayan ve Mustafa Suphilerle özdeşleşen kuruluş bulunmaktadır. Tam da bu yüzden Parti’nin yarattığı mirastan ve gelenekten bahsederken Türkiye sol ve ilerici hareketinin bütününün yarattığı miras ve gelenek kastedilmekte, bu tarih bir bütün olarak sahiplenilmektedir.
Parti, Türkiye işçi sınıfının çıkarlarını temsil eden biricik siyasi özne olmuştur.
İlk kuruluştan itibaren işçiler, emekçiler, yani üretim araçlarına sahip olmayanlar Türkiye devriminin gerçek gücü olarak görülmüş, siyasal mücadele ezilenlerin iktidarını kurmak hedefiyle yürütülmüştür. İşçi sınıfının örgütlenmesi her türlü zor koşula rağmen ilk sıraya yazılmış ve uygun koşullar bulunduğunda Türkiye siyasi tarihini etkileyen çok büyük işçi eylemleri, grevleri, direnişleri örgütlenmiştir.
Parti anti-emperyalizmin ve yurtseverliğin temsilcisi olmuştur.
Savaş ve işgal koşullarında, emperyalistlerle mücadele içerisinde kurulan Parti ülkenin bağımsızlığını korumak ve emperyalizmin askeri, siyasal, ekonomik, kültürel tüm saldırılarına karşı durmak için ikirciksiz hareket etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda da, savaş sonrası Demokrat Parti iktidarı Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapmaya çalıştığında da, Kore’ye asker gönderilirken de, Türkiye NATO üyesi yapılır Türkiye toprakları ABD üssü haline getirilirken de, ülkenin kaynakları emperyalist şirketlere yağmalatılırken de, iktidar sahipleri Ortadoğu’da emperyalistlerin koçbaşı olmak için hevesle koştururken de anti-emperyalist ve yurtsever kimlik öne çıkarılıp büyütülmüş, egemen sınıfların ihanetleri sergilenmiştir.
Parti aydınlanmanın ve laikliğin temsilcisi olmuştur.
Saltanat ve hilafeti yıkarak kurulan cumhuriyeti tarihsel bir ilerleme ve insanların özgürleşmeleri yönünde bir adım olarak gören Parti, bu durumu hep daha ileri taşımaya çalışmış ve aksi yöndeki hareketlerin ve eylemlerin karşısında konumlanmıştır. Aydınlanmayı ve laikliği sosyalist bir ülkenin de vazgeçilmezi olarak gören Parti bu başlıklardaki mücadeleyi sulandırmaya ya da içini boşaltmaya çalışan tüm düzen yanlısı ve liberal düşüncelerle mücadele etmiştir. 1923 yılında kurulan cumhuriyetin tasfiye edilip, yerine işbirlikçi ve gerici yeni bir rejimin inşa edilmeye çalışıldığı günümüzde en büyük saldırıların laikliğe ve aydınlanmaya yapılması da bu açıdan bir tesadüf değildir ve insanlarımızın her şeye boyun eğen bir tebaaya dönmesi sermaye sınıfının çıkarlarıyla son derece uyumludur. Tesadüf olmayan bir diğer şey ise bugün aydınlanmacı kimliğin ve laikliğin kurtuluşunun tek yolunun sosyalizm olmasıdır.
Mustafa Suphiler katledilirken geride yeni bir ülke kavgası bıraktılar.
Bu kavganın karakterini yukarıda aktardıklarımız oluşturdu. 100 yıllık tarih boyunca işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin, kadınların, gençlerin sesi ve mücadele örgütü olmayı hedefleyen Parti, aynı zamanda yurtsever, bağımsızlıkçı, laik, eşitlikçi bir kimliği de temsil etti.
Türkiye sermaye sınıfının tüm engellemelerine rağmen her toplumsal olayda bu kimlik engellerden sıyrılıp işbirlikçi, gerici ve piyasacı saldırıların karşısına dikildi. 100 yıl önce Suphi ve yoldaşları katledildi belki ama bu ülkede iyi olan, güzel olan, aydınlık olan ne varsa onların yolunda oldu….