Adli Düzen
"En önemlisini başta söyleyelim. Onların çöküşü ve içine battıkları pislik ülkemizin kaderi değil. Türkiye’nin ilerici birikimi ve devrimci güçleri sayesinde mutlaka bu karanlıktan çıkılacaktır. Öncelikle buna olan inancımızı asla yitirmeyeceğiz."
AKP iktidarının ülkemizin gündemine soktuğu ve MHP ile birlikte ete kemiğe büründürmeye çalıştıkları yeni rejim çöküş ile karşı karşıya.
Son olarak Burhan Kuzu’nun hakkındaki iddialar üzerinden somutlanan olgular zinciri tam da gerici AKP iktidarının ve yeni rejimin Türkiye’yi nasıl bir pisliğin içine yuvarladığının en temel göstergesi olarak ortaya çıkmıştır.
En önemlisini başta söyleyelim. Onların çöküşü ve içine battıkları pislik ülkemizin kaderi değil. Türkiye’nin ilerici birikimi ve devrimci güçleri sayesinde mutlaka bu karanlıktan çıkılacaktır. Öncelikle buna olan inancımızı asla yitirmeyeceğiz.
Bir de en önemli nedeni bir kere daha en başta ifade edelim. Tüm bu pislikler bugün ortaya dökülürken işin arka planındaki en temel iki faktörü görmezden gelmeyelim. Bunlardan birincisi, Türkiye’nin emperyalizmle kurduğu tam boy bağımlılık ilişkisidir. İkincisi ise ülkemizdeki sermaye iktidarıdır.
Özellikle AKP iktidarının ve parçası olan tüm unsurların, devlet görevlilerinin, bürokratların, yargı mensuplarının adının geçtiği tüm olaylar yukarıda bahsettiğimiz sömürü düzeni ve onun uluslarlarası sistemi olan emperyalizm ile bağlantılı olgular bütünü olarak görülmeli. Yoksa istediğiniz kadar pislikleri Burhan Kuzu ve benzeri bir dizi figürün üzerine yıkın, toplumsal kurtuluşu bu şekilde sağlamak mümkün değildir. Toplumsal kurtuluşun tek yolu kapitalizme karşı mücadele ve emperyalizmin alt edilmesidir.
Gelinen noktada ise AKP’nin ülkemize reva gördüğü rejim artık çöküş noktasına gelmektedir.
Bugünlere vesayete karşı mücadele, temiz toplum, adil düzen, refah, özgürlükler, İslâmcılık, teröre karşı duruş, yargının özgürleştirilmesi, koalisyon hükümetlerine son verilmesi vb… gibi kavramları ya da hedefleri ortaya koyarak gelmeye çalışan AKP iktidarını bu söylemleri artık kendisini vurmaya başlamıştır.
Burhan Kuzu örneğine bakınız.
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olarak Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan hakimlere telefon açarak talimat yağdıran ve “adam öldürme, uyuşturucu ticareti ve suç örgütü kurma” suçlarından tutuklanmış olan bir uyuşturucu baronunu serbest bıraktıran bir kişi suçun katmerlisini işlemiştir. AKP’nin kurucusu olan ve Anayasa hukukçusu olarak bilinen kişi böyle ise varın gerisini siz düşünün, bir de üzerinde diğer iddiaları ekleyin. Nerede temiz toplum?
Alın işte AKP’lilerin “adil düzen” dedikleri şey budur. Çetelerin iş takipçiliği, cinayetlerin aklanması, uyuşturucu tacirlerine hizmet…
Devam edelim. Her söze milli güvenlik, beka ve terörle mücadele diyerek başlayan bu iktidarın aşağıdaki sorulara hamaset ve saldırgan bir tavırla karşıya almak dışında bir yaklaşımı bulunmuyor.
Afganistan’da ABD’ye çalıştığı iddia edilen binlerce kişinin ülkemize sığınmacı ya da mülteci denilerek sokulmasının milli güvenliği zedeleyeci bir yanı yok mudur?
Geçmişte, Suriye’den yaşanan göç esnasında ülkemize giren cihatçı terör unsurları gibi benzer unsurların bugün Afganistan’dan ülkemize girmediğinin garantisi var mıdır?
Türkiye yangınlarla kavrulurken, en önemli zenginlik kaynaklarımızdan biri olan ormanların korunamaması ve yangınların söndürülmesindeki acizlik de ülkenin bekasını kötü etkilemiyor mu?
Başkanlık sistemini gündeme getirirken en önemli argüman olarak “koalisyon hükümetlerine ve bürokratik vesayete son verilecek” söylemi dile getirliyordu. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak ortaya atılan şey tam anlamıyla fos çıkmıştır. Türkiye neredeyse koalisyon hükümetlerini arar bir durumdadır.
Bugün Türkiye’de ortada bir hükümet yoktur. Bakanların bir kısmı devlet kademesinde bürokrat bile olamayacak nitelikte kişilerden, bir kısmı da yukarıda bahsettiğimiz tüm kirlerin yönetiminde yer alan karakterlerden oluşmaktadır. Pandemi döneminde emekçi sınıfların yaşamında tutun, eğitim ve sağlık hizmetlerine kadar her şey Allah’a emanet durumdadır.
Sanayi ve Ticaret Bakanı yolsuzluklara imza atıp, kaçıp gitmiştir. Hazine ve Maliye Bakanı 128 milyar doları buharlaştırıp, kendisi buharlaşmıştır. Ancak hala devleti yönetiyormuş şekilde fotoğraf vermesi ise gelinen noktanın rezilliğini göstermesi açısından önem taşımaktadır. Milli Eğitim Bakanı hiçbir hesap vermeden ya da kimseden hesap sormadan görevinden affını istemiştir.
Ülkemizde, her türden suçlu ile fotoğrafları ortaya çıkan bir İçişleri Bakanı; orman yangını sonrasında halktan para toplayan bir Dışişleri Bakanı bulunmaktadır.
Bakanlıklar ve devlet kademesi liyakatsiz bir şekilde AKP’nin milletvekili ya da belediye başkanı adayları veya aday adayları ile doldurulmuştur. Bunun adı AKP’nin “bürokratik vesayeti”nden başka bir şey değildir.
Kısacası, yeni rejim diye pazarladıkları düzen her tarafından dökülmektedir. Adil düzen diye ortaya çıkanların yolu artık “adli düzen” olmuştur. Çeteler her yanda cirit atmakta, bakanlar ve bürokratlar bunların iş takipçiliğini ve nüfuz ticareti yapmaktadırlar. AKP iktidarı kendi vesayet rejimin kurmuştur. “Yeni Türkiye” diyerek ülkemizi getirdikleri nokta sömürünün, pisliğin ve köhnemişliğin emekçilerin tepesine çökertilmesinden başka bir şey değildir.
İşin bir diğer yanı, tüm bu krizler ortadayken AKP’nin bu tabloyu yönetemiyor olmasıdır. Ülkemizde ekonomik kriz ile siyasal tıkanmalar ve kriz başlıkları üst üste gelmektedir.
Bunların yerine ne geleceği ise sorusu ise önem taşıyor. Rejimin tadilatı, yumuşatılması, kötü yanlarının törpülenip sömürü düzeninin devam etmesi, sağın yerine sağın geçmesi bu ülkeyi kurtarmaya yetmeyecek.
O yüzden başta yazdığımızı bir kere daha tekrar etmekte fayda var:
Türkiye’nin işçi sınıfı, ilerici birikimi ve devrimci güçleri sayesinde mutlaka bu karanlıktan çıkılacaktır. Bu toprakların ihtiyacı yeni bir cumhuriyet ve sosyalist bir ülkedir.