Ağır yaralı demokrasi
Demokrasinin beşiği olarak tanımlanan Fransa’da aşırı sağ, ırkçı argümanlarla halktan yüksek oranda oy alabilecek güce ulaştıysa kapitalizm demokrasiyle ipleri iyiden iyiye koparmış demektir.
AB ülkelerinde yaşayan Türk kökenli İslami milliyetçi grupların şiddet eylemlerini demokrasiye tehdit olarak gören dış basındaki görüşlere bir önceki yazıda değinmiştik. Aynı ülkelerdeki İslamofobik ırkçıların saldırıları da dikkate alındığında sorunun, belirli bir etnik ya da dini kökenle bağlantılı olmadığı anlaşılıyor. Sokak şiddetini ortak yöntem olarak benimseyen gruplar, her ülkede aşırı sağı temsil eden siyasal partilerin ideolojisinden besleniyor. Bu grupların faaliyetlerini yasaklayarak demokrasiyi koruma savı geçerli değildir. Yasakçı yaklaşımın, şiddetin ana kaynağı olan kapitalist sistemi masumlaştırmaktan öte hiçbir etkisi olmayacaktır. Ağır yaralı demokrasinin, yasal önlemlerle iyileşmesini beklemek boş bir hayaldir!
2017’de Emmanuel Macron’un rakibi olarak yaklaşık yüzde 34 oy olan aşırı sağcı Marine Le Pen, gelecek yıl Fransa’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yeniden aday oluyor. Ayrıca Müslümanlara ve göçmenlere yönelik nefret söylemleriyle bilinen gazeteci Eric Zemmour’un adı da adaylar arasında geçiyor. Anket sonuçlarına göre Zemmour’un seçime girmesi halinde yüzde 10-11 civarında oy alacağı öngörülüyor.¹
Öte yandan Fransız medyasına yansıyan bir haberde, önceki hafta sonu Lyon’da 2000’den fazla kişinin aşırı sağcıların ırkçı sokak saldırılarını protesto etmek için toplandığı belirtiliyor. Çeşitli sol partilerin, sendikaların ve diğer örgütlü sol grupların çağrısıyla düzenlenen gösteride, girişimin sözcülerinden Raphaël Arnault, gittikçe azgınlaşan aşırı sağ grupların Zemmour ve diğerlerinin söylemlerinden cesaret aldığını vurguluyor. ²
Kutuplaştırma emekçiyi bölüyor
Demokrasinin beşiği olarak tanımlanan Fransa’da aşırı sağ, ırkçı argümanlarla halktan yüksek oranda oy alabilecek güce ulaştıysa kapitalizm demokrasiyle ipleri iyiden iyiye koparmış demektir. Merkez siyaseti temsil eden Macron’un bile yeniden seçilebilmek için aşırı sağın adaylarına oy verebilecek kitleyi ikna etmesi gerekiyor. O yüzden rakipleri gibi kendisi de göç ve güvenlik konularını öne çıkarıyor, Müslümanlara yönelik ayrımcı kampanyaları dolaylı olarak destekliyor.
Demokratik siyasetin sefaleti, küresel sistemde yaşanan ekonomik krizin izdüşümü olarak görülmelidir. İşsizlik oranlarındaki artış, alım gücünün azalması ve bunlara bağlı sosyal dışlanma gibi sorunları örtmeye dönük kutuplaştırma stratejisi, insanı insana kırdırmayı hedefliyor. Küreselleşme sürecinde yaygınlaşan sosyal dışlanmanın etkisiyle özellikle gençler, öfkelerini yönlendirecek düşmanlar arıyor. Bu bağlamda kendine özgü sembolleri ve ritüelleri olan aşırı sağ gruplar çekici hale geliyor. Şiddet kullanımını meşru gören bu tür oluşumlar, kendini dışlanmış hisseden bir gence, aidiyet duygusunu tatmin edeceği elverişli ortam sunuyor. Zemmour ve Le Pen gibi ırkçıları üreten kapitalist sistem, kamuoyunda siyasi yönelim kargaşası yaratınca günah keçisi yapılan göçmenler, dini ya da etnik azınlıklar, ‘demokratik’ siyasetin kullanışlı bir aparatı haline geliyor. İktidar uğruna kutuplaştırıcı dile yaslanan sistem, ürettiği düşmanları kendine kalkan yapıyor. Özellikle göçmen karşıtlığı üzerinden oy devşirmenin, toplumsal barışı dinamitleyecek tehlikeli bir yol olduğunu kavramak gerekiyor. Ülkeler arasındaki sosyo-ekonomik gelişmişlik farklarının yanı sıra genelde emperyalist savaşlar göçleri tetikliyor. Halklar, göçmenlerden kurtulmak umuduyla savaş yanlısı düzen partilerine oy veriyorsa bu çarpık algı mutlaka düzeltilmelidir. Kapitalizmin oyunlarına karşı halkı uyaracak araçları ve yöntemleri bulmak, antikapitalist siyasetin ödevi olmalıdır.
Sosyo-politik kutuplaşma ikliminde taraf olmaya zorlanan emekçiler ise kendi içinde bölünüp sınıf dayanışmasından kopuyor. Bu bölünmüşlük, emekçi sınıfın kazanılmış haklarını tırpanlaması için iktidarlara fırsat veriyor. Yurttaşlar, farklı dini ve etnik kimliğe sahip olsalar da ortak sınıf çıkarlarının farkına varıp birlikte hareket etme bilincine erişmelidir. Yalan imparatorluğunu yıkmak için emekçilerin sınıfsal örgütlenmeyi yeniden inşa ederek dayanışmayı büyütmekten başka çaresi yoktur.
Silah satan şiddet ister
Yabancı düşmanlığı, dini ayrımcılık, ırkçılık gibi sorunları, kapitalizmin çıktısı olarak kabul etmek gerekiyor. Savunma amaçlı olduğu savıyla sürdürülen silahlanma yarışı, birçok yerde daha fazla kan ve gözyaşı dökülmesine neden oluyor. Dünyadaki en büyük silah ihracatçıları listesinde sırasıyla ABD, Rusya, Fransa, Almanya ve Çin, yer alıyor.³ Tüm bu ülkelerin ortak paydası ise emperyalizm. Dünya genelinde yaşanan şiddetin başat sorumlusu, devletlerin yanı sıra bireylerin silahlanmasını da destekleyen egemen siyaset anlayışıdır. Bölgesel, yerel tüm savaşların ve ayaklanmaların kışkırtılması, saldırı tehdidinin sürekli gündemde tutulması, silah üreticileriyle işbirliği yapan iktidarların çıkarınadır.
21. yüzyılın küresel kapitalizminde, koyu milliyetçi ya da dinci propaganda söylemleri medya üzerinden kolayca yayılıyor. Ekilen nefret tohumları halkları bölüp kutuplaştırıyor. Birbirine düşman olan ‘müşteri’ sayısı arttıkça silah endüstrisinin pazarı da büyüyor. Sermaye düzeni, ‘tavşana kaç, tazıya tut’ stratejisiyle her yerde şiddet ve kaos üretiyor.
Dünyaya yön verenler, silahsızlanma ve barış kavramlarını uzun zamandır ağızlarına bile almıyorlar. Bizler de AKP’nin devr-i iktidarında, ‘füze sistemleri, F-35, F-16, SİHA’ gibi barış karşıtı sözleri kanıksadık artık…. Kapitalizmin bir beka enstrümanı olarak kullandığı aşırı sağ ise ağır yaralı demokrasinin fişini çekmek için tetikte bekliyor.
¹ https://www.publicsenat.fr/article/politique/sondage-eric-zemmour-en-tete-des-personnalites-politiques-les-plus-rejetees-190544
² https://www.lemonde.fr/politique/article/2021/10/25/a-lyon-la-jeunesse-antifa-s-organise-contre-l-extreme-droite_6099829_823448.html
³ https://sipri.org/sites/default/files/2021-03/fs_2103_at_2020.pdf