Ahmed Arif; El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem

Şair hassasiyetle yaklaştığı bu durumu yıllar sonra Refik Durbaş’a şöyle anlatır ‘’Ben şiirleri çok bekletirim. Mesela şimdi 20 yıldır hiç dokunamadığım şiir var. Öyle kalsın. Damıtılsın. Bir yere takılmışımdır. Oraya layık, oraya yakışan bir bölüm buluncaya kadar beklesin. Çünkü başı sonu iyi, arada bir yer sıradan, esnaf işi olmasın. Ben buna çok saygı duyarım.’’ İşte şiire bu kadar saygı duyan şair ‘’Ay karanlık’’ şiirine ‘’Maviye maviye çalardı gözlerin’’ dizesini eklemek için tam 17 yıl beklemiştir.

Ahmed Arif; El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem

Halil Yeni

Uzunca süre, şiir dilimin gelişmesine katkı sunan Ahmed Arif hakkında bir yazı yazmak istemiş fakat yırtılıp atılan kağıtlar, silinip vazgeçilen onlarca giriş paragrafından sonra kalemi usulca bırakıp, vazgeçmiştim. Yazma konusunda bu kadar özenli ve titiz bir şaire hiçbir kelimeyi yakıştıramıyor, onun için daha güzel, daha güçlü ifadeler arıyordum. Hala bulabildiğimi düşünmüyorum. Fakat yazdığım bu kısa hayat hikayesini artık bir gönül borcu olarak sunmak istiyorum.

“Dört Yanım Puşt Zulası”ndan “Hasretinden Prangalar Çürüttüm”e Bir Kitabın Yolculuğu

Ahmed Arif yazın ve yayın hayatında eşine az rastlanır şairlerden biridir. Ama bu eşine az rastlanır olmak klasik bir övgüden ibaret değildir. Çünkü o şiirlerini aklında yazıyor, düşüncesinde değiştirip, geliştiriyor fakat kaleme almıyordu. Ayrıca kaleme aldığı sayılı şiirlerini kolay kolay yayımlamıyor, yayımlanmasını istediği şiirlerini çok az sayıda dergiye gönderiyor, bu konuda seçici davranıyordu. Şiirinin çıktığı dergiler her zamankinden daha fazla satarken, şiirlerine büyük ilgi ve övgü varken, tüm ısrar ve ikna çabalarına rağmen O, uzun süre şiir kitabı çıkarmayı düşünmediğini söylüyordu. Onun için şiirin yazılı olarak basılması “halkın huzuruna çıkartılmasıydı” ve şu an bunun için çok erkendi.

Ahmed Arif, ilk şiirlerini Ankara’da, üniversite yıllarında Abidin ve Güzin Dino’ların evlerinde dar bir edebiyat çevresine seslendirir. Dost sofralarında yapılan bu sanat buluşmalarında şiirleri beğenilir. Abidin ve Güzin Dino’dan Yaşar Kemal’e Orhan Veli’den Cahit Sıtkı Tarancı’ya kadar birçok sanat insanı Arif’e şiirlerini kitaplaştırması gerektiğini söylese de Arif bu talebi zamana bırakır.

Şair hassasiyetle yaklaştığı bu durumu yıllar sonra Refik Durbaş’a şöyle anlatır ‘’Ben şiirleri çok bekletirim. Mesela şimdi 20 yıldır hiç dokunamadığım şiir var. Öyle kalsın. Damıtılsın. Bir yere takılmışımdır. Oraya layık, oraya yakışan bir bölüm buluncaya kadar beklesin. Çünkü başı sonu iyi, arada bir yer sıradan, esnaf işi olmasın. Ben buna çok saygı duyarım.’’ İşte şiire bu kadar saygı duyan şair ‘’Ay karanlık’’ şiirine ‘’Maviye maviye çalardı gözlerin’’ dizesini eklemek için tam 17 yıl beklemiştir.

Ahmed Arif sonunda şiirlerini damıtmış ve onları aklından geçen olgunluğa ulaştırmıştır. Sıra en zor ve heyecanlı kısma; kitaba isim vermeye gelmiştir. Yürek süzgecinden geçirdiği kitabının adına o dönem yaşadıklarıyla bağlantılı olarak ‘’Dört yanım puşt zulası’’ koymak istemiş, düşüncesini arkadaşı Ali Özoğuz’la paylaşmış, Özoğuz ise fikre karşı çıkarak kitaba isim verirken yaşadıklarını bir tarafa koymasını, genç okurları olduğunu, onları da düşünmesi gerektiğin söyleyerek bu isimden vazgeçmesini şiddetle önermiştir.

Ahmed Arif öneri karşısında arkadaşını haklı bularak kitabın adını ‘’Hasretinden Prangalar Çürüttüm’’ olarak değiştirir. Değiştirir değiştirmesine fakat onu rahatsız eden bir şey vardır. Sevemediği, içine sindiremediği, kulağını tırmalayan bir şey… Oda ‘’çürüttüm’’dür. Bu kelimenin üzerini çizip yerine ‘’eskittim’’ yazınca her şeyiyle aklına ve yüreğine sinen bir çalışmaya imza atar ve ‘’Hasretinden Prangalar Eskittim’’ olarak kitabın adını kafasında bitirmiş olur.   Arkadaşları ‘’kimin hasretiyle?’ diye sorduğunda cevabı şudur ‘’Elbette sevgili de var, ama halkımızın mutluluğu, geleceğe güveni, hasreti de var’’

Sıra kitabın basım aşaması ve sonrasındadır. ‘’Hasretinden Prangalar Eskittim’’ kitabı 1968 yılında sesiz sedasız bir şekilde çıkmasına rağmen edebiyat çevresinde kısa zamanda büyük bir yankı uyandırır. İlgi görür, beğeni toplar. Bu ilginin karşılığı olarak da Bilgi Yayınevi tarafından gerçekleşen 1. Baskı kısa sürede tükenir. Ama ne gariptir 2. baskı gerçekleşmez. Çünkü yayıneviyle yapılan sözleşme gereği- ki Ahmed Arif bu maddenin farkında olmadığını, güvendiği için okumadan imzaladığını bildirir- ikinci baskı iki yıl sonra yapılacaktır. Bu yüzden kitabı elden ele, şiirleri dilden dile gezdirilir.  Korsan basılan kitapları kısa sürede işportacıların tezgahlarında en çok satanlar arasındadır. İkinci baskı iki yıl sonra yapılır. Cem yayınlarından çıkan ikinci baskı ile kitap yeniden halkın huzuruna çıkarken, ilerleyen yıllarda baskı üzerine baskı yapacaktır.  Bu büyük ilgi karşısında, tüm ısrarlı taleplere rağmen Ahmed Arif gazete yada dergilere demeç vermez, açıklamada bulunmaz. Bu öyle farklı, sıra dışı bir durumdur ki kitabın toplumun geniş kesimlerine tanıtımı Ahmed Arif’in uğraşı ile değil Yılmaz Güney’in 1974 yılında çektiği ‘’Arkadaş’’ filminin bir sahnesiyle gerçekleşir. Filmde Yılmaz Güney ‘’Hasretinden Prangalar Eskittim’’ kitabını Melike Demirağ’a hediye eder. İlerleyen Sahnelerde Melike Demirağ kitaptan şairin ‘’Sevdan beni’’  şiirini okurken Yılmaz Güney buna karşılık Demirağ’a ‘’İçeride’’ şiiriyle karşılık verir. Ve kitabın ilk kitlesel tanıtımı da bu şekilde gerçekleşir.

Şairin Sır Perdesini Kaldıran Kitap “Kalbim Dinamit Kuyusu”

Hal böyle olunca şiirleri dilden dile, gönülden gönüle yayılan, kitabı baskı üzerine bakı yapan, edebiyat çevrelerinin adından sıkça bahsettiği bu şair hep merak edilmekte fakat hakkında çok az şey bilinmektedir. Ta ki 1982 yılında İstanbul da gerçekleşen ilk kitap fuarına katılan Ahmed Arif için dostları bir akşam yemeği düzenleyene kadar. Bu güzel buluşmada Ahmed Arif öyle mutludur ki gece boyunca öyküler anlatır, şiirler okur.  Gerçekleşen yemek esnasında gözlem yapan dönemin Cumhuriyet gazetesi yayın yönetmeni İlhan Selçuk aynı gazetede çalışan Refik Durbaş’a Ahmed Arif’in onu çok sevdiğini ve Arif’le röportaj yapılacaksa ancak ve ancak bunu onun başarabileceğini söyler. Ve ilerleyen günlerde Durbaş’ı bunu gerçekleştirebilmesi için Ankara’ya gönderir. Tüm gazetecilerin taleplerini geri çeviren ve ilerleyen rahatsızlığı yüzünden demeç vermek istemeyen Ahmed Arif uzun uğraşlar sonucu Refik Durbaş’ı kabul eder ve Ahmed Arif’e dair en kapsamlı bilgi bu röportaj sayesinde gerçekleşir.

Çünkü Ahmed Arif bu röportajda Durbaş’a 9 kaset dolusu bilgi verir.  Zaman zaman da Durbaş’a mektuplar gönderen Arif, bazı düzetmeler ve eklemeler yapar.  Röportajın bir kısmı Cumhuriyet gazetesinde yayımlanır ve ilgiyle karşılanır. Bu ilgi karşısında Durbaş röportajı kitaplaştırmak istediğini bildirir ve Ahmed Arif tek bir satırının değiştirilmemesi sözünü alarak söyleşinin kitap haline getirilmesini kabul eder. Durbaş bu röportajı 1990 yılında ‘’Kalbim Dinamit Kuyusu’’ adı altında yayımlar.

‘’Kalbim Dinamit Kuyusu’’ kitabı Ahmed Arif’in hayatına ve şiirlerine dair en iyi kaynak olarak raflarda ki yerini alırken önemli bir heyecanı da beraberinde getirir. Çünkü bu söyleşide Ahmed Arif ikinci şiir kitabı hazırlığı içinde olduğunu ve yakında yayınlanacağını müjdeler. Ahmed Arif’in ikinci kitap için hazırlandığı yakın çevresi tarafından da bilinmekle birlikte yine Durbaş’ın ‘’kitabın adı ne olacak’’ sorusuna verdiği cevap şöyledir.

‘’Yeni kitabımın adını çok seveceksiniz. Çok romantik bir ad… Özellikle hanımlar çok sevecek. Özür dilerim. Şimdi bunu açıklamak istemiyorum. Bu adı bir tek Cemal Süreya biliyordu. Şunu söyleyeyim ‘’Hasretinden Prangalar Eskittim’’e benzer bir ad.’’

Durbaş’ın ikinci kitabının ne zaman yayınlanacağına dair sorusuna ise ‘’herhalde… Yeni kitabı hastalığım aksattı. Bundan söz etmeye utanıyorum. Olacak sanıyorum. Merak etmeyin. Biraz da titiz oldum artık’’ diye cevaplar.

İkinci kitabın hazırlığı, oğlu Filinta Önal tarafından da onaylanmaktadır.  Filinta hastalanan babasına aklındaki şiirlerini kaleme almasını önermekte, Ahmed Arif ise kalp hastalığı yüzünden zorlandığı için şiirleri kaleme dökemediğini, bir hafta sonra İstanbul’a gidip zihninde olan şiirleri stüdyoda kayıt ettireceğini bildirmektedir.  Randevular ayarlanır, biletler alınır, hazırlıklar yapılır ki Ahmed Arif o hafta kalp krizi geçirerek aramızdan ayrılır. Geriye derin bir üzüntü, insanı deli edecek güçte bir sessizlik kalır. Ahmed Arif şiirlerini aklına işleyip, ardına yazılı bir kaynak bırakmadığı için ikinci şiir kitabı yayımlanamaz. Ahmed Arif, hafızasında ki onlarca şiirle birlikte 2 Haziran 1991 yılında sonsuzluğa uğurlanır.

12 Yıl Sonra Gelen ‘Yurdum Benim Şahdamarım’

Geçen yıllarda Ahmed Arif ve Arif’in şiiri üzerine yazılan yazılar ya da makaleler okurun özlemini dindirip, boşluğunu doldurmazken oğlu Filinta Önal 12 yıl aradan sonra Ahmed Arif severlerinin karşısına muhteşem bir sürprizle çıkar. Ahmet Arif’in ‘’Hasretinden Prangalar Eskittim’’ kitabına almadığı, dergilerde kalmış, gençlik yıllarında yazmış ya da yazmış ama hiç yayınlamamış şiirlerini onun el yazısıyla birlikte kitap haline getirir ve ‘’Yurdum Benim Şahdamarım’’ adıyla 2003 yılında yayımlar. Kitap büyük bir ilgi görür, okunur, kısa zamanda tüketilir ve sevenleri bu şiirleriyle özlem giderir.

Uzun yıllardan sonra şairin bilinmeyen şiirlerini okurlarıyla buluşturan ‘Yurdum Benim Şahdamarım’’ kitabında Adnan Binyazar, Metin Demirtaş ve Veysel Öngören’in Ahmet Arif’in şiiri üzerine kaleme aldığı yazılarda yer alır. Şairin birçok şiirini gün ışığına çıkaran bu önemli çalışma, şiir sevenler ve edebiyat araştırmacıları için bir başvuru kaynağı niteliği taşırken oğlu Filinta kitabın sunuş kısmın da şu açıklamayı yapar, ‘’ Amacım, babamın şiirlerini okuyucuyla paylaşmanın yanı sıra bu alanda çalışma yapan edebiyat tarihçilerinin ve araştırmacılarının da değerlendirebilmeleri için tek ve doğru bir başvuru kayağı oluşturmaktır. Bu kitap sayesinde babamın dilden dile dolaşan ancak kendi imzasıyla bir kitapta toplanmamış şiirlerine de bir bakıma sahip çıktığım kanısındayım. ‘’

Kitapta Ahmet Arif’in Afyon lisesindeyken yazdığı ilk şiirlerde mevcuttur. Ayrıca İtalyan komünist öndere yazdığı ‘’Palmiro’’ şiirinin yanı sıra isim vermediği şiirlerde yer almaktadır. Fakat ilerleyen günlerde ‘’Yurdum Benim Şahdamarım’’ kitabı ‘’Hasretinden Prangalar Eskittim’’ kitabıyla birleştirilerek tek kitap haline getirilir. Bu kitapta Metis yayınları tarafından basılır.

“Terk etmedi sevdan beni”

Bazı yazarların yazınsal servetleri sanki yer altında keşfedilmeyi bekleyen eski medeniyetlerin eserleri gibidir. Bulunup bitti denilen yerde yeniden ve bambaşka biçimde karşımıza çıkar. Ahmed Arif’te öyledir. Arif içinde zannedilir ki artık buraya kadardır. Şair aramızdan ayrılmış ve ondan geriye bir şiir kitabı, bir uzun röportaj ve Cemal Süreya’ya yazdığı mektuplar kalmıştır. Oğlu Filinta’nın, babasının bütün şiirlerini yayımlamasıyla şaire dair son noktayı koyduğu düşünülmektedir ki Ahmed Arif’in büyük sevdasına yazdığı mektuplar gün yüzüne çıkacaktır.

Mektuplara gelmeden önce tarihi biraz geri sarmak Türkiye yönetici sınıfının Amerikancılığını kanıtlamak için ülke genelinde başlattığı 1951 Türkiye Komünist Partisi tutuklamalarına kısa da olsa değinmek istiyorum. Ahmed Arif’in ilk göz altısı Ankara da üniversite okuduğu yıllarda yazdığı ‘’33 Kurşun’’ şiirinden dolayı gerçekleşir.  Genç şair ‘’33 Kurşun’’ şiirinde 1943 yılının Temmuz ayında Van’ın Özalp ilçesinde, 33 Kürt köylüsünün sınırda kaçakçılık yaptığı iddiası ile Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emrine karşılık kurşuna dizilmesini, 32’sinin ölümünü, bir köylünün ise kaçmasını anlatmıştır. Bu şiirinden dolayı gözaltına alınır, kendisine işkence edilir, öleceği düşünülerek gece çöplüğe atılır.

İkincisi göz altısı ise 1951 yılına TKP tutuklamalarında gerçekleşir. Ankara’dan trenle İstanbul’a dört polisin nezaretinde götürülür. Sansaryan Han’ın tabutluğunda 9 numaralı hücreye koyulur.  Hücrede bulduğu bir kibrit çöpüyle duvara çizdiği çizgilerden yattığı gün sayısını hesaplar.  Tam 128 gün aç, susuz, karanlıkta, garip, suskun, paramparça, elleri kelepçede, tütünsüz ve uykusuz kalır. Bir kişinin uzanıp oturamayacağı, yalnızca ayakta durarak sığabildiği tabutluk denilen o hücrede, her gün fiziki işkencenin yanı sıra psikolojik işkenceye maruz kalırken zulasında ki mahzun resme, kendisini terk etmeyen sevdasına sarılarak direnir.  Yüreğinde ona güç veren sevdanın kim olduğu yıllar sonra yazdığı mektuplar sayesinde öğrenilecektir.

Sevgili, dost, yâr, arkadaş ‘’Leylim Leylim’’

Leyla Erbil, İş Bankası Yayınlarının davetini kabul ederek, yazarları arasına katıldığında, yayınevi yetkililerinden Rûken Kızıler’e Ahmed Arif’in kendisine yazdığı mektuplardan bahsetmiş, yayınevi ise bu mektupların mutlaka yayınlanması gerektiğine dair Erbil’i ikna etmeye çalışmıştır. Leyla Erbil ise mektupların kendisi öldükten sonra yayınlanması gerektiğini düşünüyor ve bu teklifi kabul etmiyordur. Ayrıca Ahmed Arif’in ailesini incitmekten çekindiğini ve ‘’Ahmed Arif’in kendisine olan aşkıyla gündeme gelmek istiyor’’ dedikodularından korktuğunu bildiriyordur. Tüm bu çekincelerin sonucu Leyla Erbil ikna edilmiş sıra konunun Arif’in ailesine bildirilmesine ve onlardan izin alınmasına gelmiştir.

Leyla Erbil’in ‘’Kalan’’ kitabı için bir tanıtım kokteyli düzenlenir ve bu kokteyle Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal’da davet edilir. Leyla Erbil Filinta Önal’la bu buluşmada yakınlık kurar ve ona mektuplardan bahsedip bunları yayınlamak istediğini söyler. Bu konuda Filinta nettir ve istek karşısında şunu bildirir. ‘’ Siz ve babam edebiyatımızın en değerli şahsiyetlerisiniz. Elbet ki bu mektuplar yayınlanmalı.’’

Aileden onay çıkmıştır. Artık ikinci kısım için harekete geçilir. Bunun için Filinta’dan Leyla Erbil’in Ahmed Arif’e yazdığı mektuplar istenir. Fakat cevap olumsuzdur. Ahmed Arif’in arşivinde Leyla Erbil’in mektupları yoktur. Arif mektupları saklamamıştır. Bundan dolayı kitap Sadece Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı mektuplar olarak ‘’Leylim Leylim’’ adıyla yayımlanır. Leyla Erbil kitabı çok görmek istese de buna ömrü yetmemiş 19 Temmuz 2013 yılında aramızdan ayrılmıştır.

Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı mektuplar karşılığı olmayan tutkulu bir aşkın destanlaşmış halidir. Fakat mektuplara sadece bu gözle bakmaksa şaire büyük haksızlık olur. Hayatına dair bu kadar az bilgi veren, öz yazan, pek konuşmayan, söyleşi, röportaj tekliflerini kabul etmeyen, bir şiirini yirmi yıl boyunca aklında tutup içine sinmeyen bir yerinin zaman içerisinde doğmasını bekleyen ve gözlerden uzak mütevazı bir hayat sürdürürken zamansız bir şekilde aramızdan ayrılan bu titiz ozan, söz konusu leyla Erbil olduğunda ona uzun uzun yazmış, mektuplar aracılığıyla yaşadıklarına dair birçok şeyi anlatmıştır. Mektuplarda Leyla Erbil’e olan duygularını, hislerini açık bir yüreklilikle yazan Arif hayatına dairde çok önemli bilgiler de paylaşmıştır. Bu yüzden Erbil’e duyduğu aşk kadar yaşamına dair verdiği bilgilerde ilgiyi hak etmektedir.

Mektuplar Ahmed Arif’in kimi şiirlerinin şifrelerini de çözmüştür. Şiirlerinde gezinen ‘’Leylim Leylim’’ in Leyla Erbil olduğu, ‘’Mısralarında rastladığımınız ‘’Mavi’’nin ise yine Erbil’in gözlerinin rengi olduğu gün yüzüne çıkmıştır. Fakat sadece gün yüzüne çıkan bu değildir. Aynı zamanda bu mektuplar Ahmed Arif’in yaşamına dair önemli bilgilerde sunmaktadır. Şahsi olarak Arif’in sürgün günlerinde yaşadığı siyasi baskı ve polis takipleri, aile yaşantısı ve içsel dünyası bu mektuplarda karşımıza çıkmaktadır.

Örneğin 1954 – 55 yıllarında Leyla Erbil ile bir şiir kitabı üzerine çalıştıkları ve Ahmed Arif’in bu kitaba ‘’Suskun’’ yada ‘’Oy Havar’’ adını vermeyi düşündüğü, kitabın yayınlanması için gereken bütçeyi bir kiremit fabrikasında çalışarak çıkarmaya çalıştığı, 6 Eylül 1955 tarihli mektupta Arif’in bir roman yazdığı ve adına ‘’Kürdün Gelini’’ koymak istediği fakat çok trajik bulduğu için yırtıp attığı, yada Arif’in başına bir şey gelirse şiirlerini Leyla Erbil’e bıraktığı bilgileri yer almaktadır.

Yine bu mektuplarda Ahmed Arif yoksulluğunu açıkça beyan etmektedir. İşsizliğini, 1951 TKP tutuklamaları sonrası sürgün olduğu için kimsenin ona iş vermediğini, verenlere ertesi gün polislerin baskı yaptığını, kendisinin takip edildiğini hatta öldürülebileceğini bu mektuplar aracılığıyla Leyla Erbil’e anlatır. Leyla Erbil’ mektubunda Ahmed Arif’e yazdığı anlaşılan ‘’Kendi kendine yetinmek dünyanın öbür adıdır’’ sözüne karşılık Arif’in ona bir şiirinde ‘’Yokluğun cehennemin öbür adıdır’’ diyerek cevap verdiği, efsaneleşen mısranın bu şekilde doğduğu yine mektuplar sayesinde anlaşılır. Yine Ahmed Arif’in mektuplarında dönemin sanat anlayışına, edebiyat dergilerine ve Garip akımına eleştiriler vardır. Ve dergilerde yayımlanan şiir ve yazılarının kesildiğinden ve sansürlendiğinden şikâyetçidir.

Kitap çıktığı günden itibaren ilgi, beğeni ve paylaşımla karşılaşır ve mektuplarında hissettirdiği o büyük aşk Ahmed Arif’’in günümüz gençleriyle bağ kurmasına katkı sunar. İyi ki yayınlanmıştır.

Şeyhmuz Diken, ‘’Ahmed Arif, Abisi Olmak Halkının’’ kitabında Leyla Erbil’e yazılan mektuplar için şöyle der ‘’Farklı bir ifadeyle vurgulamak gerekirse, Hasretinden Prangalar Eskittim, okunduğu zamanlar boyunca hep “ideolojik” arka plan üzerinden yorumlanmıştır. Fakat Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e mektupları yayımlanınca, o vakit şairin “Bu şiirlerin tümünde sen varsın” sözünün anlamı vücut bulmuştur. Bu sebeple ben illa derim ki, Hasretinden Prangalar Eskittim mutlaka Leyla Erbil’e Mektuplar’la birlikte okunmalıdır’’

İşte kalemi güçlü bu ozan her ölüm yıl dönümünde olduğu gibi bu Haziran ayında da yüzlerce etkinlikle anılacak. Şiirleriyle, mektuplarıyla, söyledikleriyle varlığını sürdürmeye devam edecektir. Ve biz yeni yetme çırak şairlere şiir yazarken ne kadar dikkatli, seçici ve hassas olmamız gerektiğini öğretecektir. Anısı, şiirleri ve mücadelesi önünde şiirce, sevdaca, saygıyla.