AKP'li rektör, üniversiteler ve yaklaşım üzerine
İktidar üniversiteli gençlik üzerinde oynadığı bu oyunlarla Harun Karadenizleri, Deniz Gezmişleri unutturmak, bugün “akademide siyaset olmaz” gibi söylemlerle bilinçli olarak üniversiteli gençliğin politik söylemlerini kırmak, yetmezmiş gibi toplum üzerinde “Öğrenci siyaset yapmaz, ders çalışır” gibi bir algı yaratmak istiyor. Oysaki döneminden, yani bugünden olduğu kadar dünden de haberdar olan ve bilinçli bir biçimde yarını yaratma yolunda yürüyen bir toplumun en önemli unsurlarından biri olan üniversiteli gençlik, ülkenin ve dünyanın nabzını her an tutabilmeli ve gerektiğinde söz söyleyebilecek aydınlıkta olmalıdır.
Feride Tanyeri
2016’dan sonra 1 Ocak 2021 gecesi ikinci bir rektör atamasıyla karşı karşıya kalan Boğaziçi Üniversitesi, tüm bileşenleri ile bu duruma karşı çıkmaya devam ediyor. Herkesin bir sözünün olduğu bu gündemde doğru noktaya parmak basmak akademinin ve gençliğin bugünü için olduğu kadar yarını için de önem teşkil ediyor.
Yapılan bu atamaya karşı olmak güncel çerçevede neden önemli? Sadece demokratik bir yol seçilmediği için mi, yoksa AKP’nin gerici ve piyasacı kimliği ile üniversiteleri ele geçirmek için kullandığı bir başka adım olduğu için mi?
AKP iktidarının aydınlanma karşıtı gerici hamleleri ile özellikle son yıllarda akademiye yaptığı saldırıların önü arkasının kesilmediği bir dönemde kayyum atamalarına yalnızca demokratik olmadığı için tepki göstermek eksikli olacaktır. Atanan rektörlerin demokratik seçimler ile başa gelmemesinin yanı sıra, akademinin gericileştirilmesine ve muhafazakarlaştırılmasına hizmet ettiği de gün yüzü gibi ortadadır. AKP, son dönemde yaptığı kayyum atamalarıyla akademiyi ve üniversiteli gençliği kapsayabilmek, iktidarın gerici zihniyetini akademi aracılığıyla yayabilmek amacı gütmektedir.
AKP iktidarının üniversitelerde öğrenci hareketlerini zayıflatmak, yıllar boyu sürmekte olan geleneksel etkinliklerini yasaklamak ve daha birçok benzeri hamlelerde bulunduğu bir dönemde üniversite içerisinde siyasetin aslında ne kadar önem taşıdığını kavramamız gereken ve bu duruma karşı mücadeleyi büyütmenin mühim olduğu bu büyük gündemde, yalnızca atamaların demokratik olmamasından bahsetmek veya Melih Bulu’nun akademik kariyerinden yakınmak, iktidarın da istediği gibi öğrenciyi siyaset alanın dışına itecektir.
İktidar üniversiteli gençlik üzerinde oynadığı bu oyunlarla Harun Karadenizleri, Deniz Gezmişleri unutturmak, bugün “akademide siyaset olmaz” gibi söylemlerle bilinçli olarak üniversiteli gençliğin politik söylemlerini kırmak, yetmezmiş gibi toplum üzerinde “Öğrenci siyaset yapmaz, ders çalışır” gibi bir algı yaratmak istiyor. Oysaki döneminden, yani bugünden olduğu kadar dünden de haberdar olan ve bilinçli bir biçimde yarını yaratma yolunda yürüyen bir toplumun en önemli unsurlarından biri olan üniversiteli gençlik, ülkenin ve dünyanın nabzını her an tutabilmeli ve gerektiğinde söz söyleyebilecek aydınlıkta olmalıdır. Akademi ve dolayısıyla toplum ancak bu koşullarda ilerleyebilir.
Apolitik yaklaşımlar ile güncel bir sorun olan Melih Bulu ataması üzerinden temelsiz tartışmalar yaratmakla, Melih Bulu’nun rektörlüğü sonlandırılsa dahi bu çözüm olmayacaktır. Asıl mesele sorunun kökenine inebilmek ve bu durumun bir süreç olduğunu kabullenerek nedenlerini sorgulamak, meydana gelen her yeni olayda sadece güncel koşullar ile değil, olayların kümülatif ilerlediğini göz önünde bulundurarak tedavi edici değil yok edici biçimde ilerlemektir. Aksi halde bugün ses çıkarılan Melih Bulu’nun rektör olması durumu yarın akademide ortaya çıkacak bir başka gerici adımla taçlandırılacaktır(!).
Bir diğer yandan geçmiş dönemlerde de gördüğümüz ODTÜ’ye Verşan Kök, İstanbul Üniversitesi’ne Mahmut Ak, Anadolu Üniversitesi’ne Şafak Ertan Çomaklı gibi isimlerin atandıktan sonra üniversite içerisinde attıkları adımlar bize, bu atamaların arka planını ve ileriye dönük amaçlarını gösteriyor. Hatta Boğaziçi Üniversitesi’ne 2016 yılında atanan Mehmed Özkan’ın da üniversite içerisinde tepkisiz kaldığı gündemleri tekrar hatırlatmak mümkün. Mehmed Özkan, Bimeks işçilerinin hakkını gasp eden Vedat Akgiray’a tek bir tepki göstermemiş öğrencilerin dahi okula alınmadığı pandemi döneminde, okulun düğün salonu gibi kullanılmasına ses çıkarmamıştır. Bunların üzerine AKP milletvekili aday adayı olmuş Melih Bulu’nun da okulu hangi amaçlarla kullanmak isteyeceğini tahmin etmek pek de zor olmasa gerek. AKP iktidarının akademiden KHK’ler ile ihraç ettiği hocaların sayısını katlamasına şüphesiz Melih Bulu iyi bir aracı olacaktır.
Sonuç olarak bugünkü atamanın zemini AKP’nin gençliği kendi ihtiyaçlarına göre dönüştürme çabası ve gençliğin alanına, üniversiteye müdahale etmek istemesidir.
Bu durumda; Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri başta olmak üzere, Melih Bulu’nun akademik kariyerinin kaygısının ve demokratik olmayan rektör atamalarına karşı tepkinin başını AKP iktidarının, üniversitelerde öğrenci örgütlenmelerini, politik söylemleri, ilerici hareketleri yok etme hamleleri ile mücadele çekmelidir. AKP’nin üniversitelere ve memlekete yönelik gerici ve piyasacı politikaları reddedilmeli ve bütünlüklü bir mücadele yürütülmelidir.