Bir asır, dile kolay!
Halkın yüreğinde ve bilincinde bulunan doğal dürtünün eylemle gerçekleştirilmesi örgüt ve örgütlü mücadele işidir. Bayrak halkındır, fakat onu yükseltecek olan örgüttür. Halkın içindeki kıvılcımı yükseltmek ve daha geniş kitlelere yaymak örgüt tarafından yürütülen çok yönlü faaliyet sonucunda zaman içinde gerçekleşecektir. Gazete Manifesto, Manifesto TV, Yeni Ülke ve sair çok çeşitli yayınlar halkın soluğunu Sol adına yükseltecektir.
TKP’nin 100 yıllık serüveni güzel bir kitap çalışması ile taçlandırılmış. Çalışmanın sunum yazısında belirtildiği üzere, Sol’un tarihi salt bir örgütsel tarih olarak ele alınamaz. Zira sol olgusu ve kavramı tarihin hemen hiçbir döneminde salt örgütsel olarak ele alınmadığı gibi, toplumsal durağanlık anlarında dahi tarihin derinliklerine gönülmüş olarak algılanmamıştır. Çünkü sol, kapitalizmin oluşturduğu yanlış bilinçlenmenin gözlerimizi körleştirircesine kurduğu baskıya rağmen, tarihin her döneminde insanlığın umudu olmuştur. Evet, sermaye efendilerinin avuçlarını parçalarcasına kapitalizmin yükselişine alkış tutmuş olduğu dönemlerde de toplumsal katmanlarda kimi zaman güçlü kimi zaman cılız olarak örgütsel yapılanmalara da yansıyan insanlığın kurtuluş umudu hiçbir zaman kaybolmamıştır. Çünkü sol fikir ve ruh görüntüsel boyutuyla örgütlerle yansımakla beraber, hiçbir dönemde salt örgütlerle yaşamını sürdürmemiştir. İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde Avrupa semalarında dolaşan “Marks ruhu” korkusu, insanların kalplerinde yükselen sol ruhunun yansımasından başka bir şey değildi. Bu ruh o denli güçlü idi ki, o dönemlerin Marks’la Keynes arasındaki amansız çatışmasından yıllar sonra Keynes’in silinip Marks’ın yükselişi sistem akademisyenlerinin ve politikacıların değil, özgürlüğe koşan insanların hedef saptamadaki isabetinin en açık kanıtıdır.
Sol felsefe salt bir örgütlenme konusu olmanın ötesinde bir akım olarak o denli güçlü alt-yapı damarlarına dayanır ki, bizzat Marks’ın Kapital’in ilk cümlesinde belirttiği “muazzam meta birikimi” olan kapitalizmin her türlü araç ve hileleriyle oluşturduğu güç ve insanlar üzerindeki baskıya rağmen ayaktadır ve değerinden hiçbir şey kaybetmeden insanlığa ışık tutmakta ve özgürlük yolunu vaat etmeye devam etmektedir. Sol’un bu inanılmaz inatla sürdürdüğü tarihi, doğal kaynaklar üzerinde değil, fakat sömürü kaynağı haline dönüştürülmüş insan emeği ve üzerinde yılmadan sürdürülen zafer yürüyüşünün tarihidir. İnsan onuru ve haysiyeti kâh parıltılı kazanımlarla aldatılırken, kah derin sömürü altında boğaz tokluğu baskısıyla kandırılırken yaşanan acılarla bilenen iradenin ürünüdür ki, sol düşünce daima dimdik ayaktadır, hatta ilerlemektedir.
Sol düşünce ve eylemi her daim şiddetle yenemeyeceğini, insanların bilincinden uzaklaştıramayacağını iyi hesaplayan kapitalizm, mücadelesini, üretim araçlarını paylaşmaya kesinlikle yanaşmadan, siyasal süreçlerle sosyal demokrasi olarak yürütmeye çalışmıştır. İkinci Paylaşım Savaşı ertesi dönemde kapitalizmin zeki çocuğu Keynes’in politikaları üzerine kurularak geliştirilen sosyal demokrasi aldatmacası, maalesef, yükselen reel sosyalizme karşı kısa sürede oldukça başarılı olabildi. Kaldı ki, piyasa sömürüsüne karşın halka ve emekçilere bazı olanaklar sağlayan sosyal demokrasinin asıl hedefinin kesinlikle kapitalizmin çarpıklıklarını telafi etmek olmayıp, aslında bir yandan sermayeye piyasa açmak, diğer yandan da bir parça tavizle halkın ve emekçilerin gönlünü çalmanın ötesinde bir işlevi yoktu. Nitekim günümüzde sermayedarları korkutacak komünizm tehlikesinin (!) şimdilik olmaması yanında, geçmiş dönemin emek-yoğun üretiminin büyük çapta sermaye-yoğun sisteme dönüştürülmüş olması sonucunda yükselen işsizliğin emeği baskılaması içindir ki, bugün sosyal demokrasi politikalarına eski rağbet yoktur. Sermayenin ilânihaye piyasa kaygısı ise bir yandan küreselleşme, diğer yandan da finanslaşma yolları ile aşıldığından, alt katmanlarda derin çatışma ve huzursuzluklara rağmen, patronlar için şimdilik işler yolunda gibi gözükmektedir.
“Su uyur, düşman uyumaz” söyleminin doğruluğu kanıtlanırcasına günümüzün sosyal demokrasi sahteciliği iki farklı süreçle ikame edilerek sistemin yumuşatılmasına çalışılmaktadır. Bunlardan biri “yönetişim” kavram ve uygulamasıyla sermaye gruplarının devletin karar mekanizmalarına sızması, diğeri ise, özellikle pandemi koşullarından yararlanılarak “temel vatandaşlık geliri” kavramı ile olmayan sosyal devletin tümüyle vatandaşın yanından uzaklaştırılma çabalarıdır. Evet, devlet kapitalist devlettir; bu yönü ile devlet zaten sermayenin emrinde, vatandaşın uzağındadır. Ancak, günümüz kapitalizminin asgari koşulunda Max Weber yaklaşımına uygun devlet yönetim anlayışı beklemek, bu beklentiyi sulandırılmış araçlarla ikame etmeden asgari yaşam koşullarının temini vatandaşın en masum beklentisidir. “Negatif gelir vergisi sistemi” ya da “genişletilmiş kamusal sigorta sistemi” gibi çağdaş yöntemler mevcutken, böylesi araçları bir tarafa atıp, bunların yerine temel vatandaşlık geliri sisteminin ikamesi sermaye-emek sömürüsüne bir de emek-emek sömürüsü olgusunun ilavesinden başka bir şey değildir. Günümüz koşullarında sosyal devlet politikalarının uygulanamaması sistem konusu olmayıp, kaynak konusu ise, Keynesgil sosyal demokrasi yerine temel vatandaşlık geliri formülünün getirilmeye çalışılması açıktır ki, sermayeye görece daha hafif yükle ilk anda daha parıltılı ve kabul edilebilirliği oldukça yüksek bir sistemi oturtarak kapitalizme yeni alan açmaktan başka bir şey değildir.
Sol düşünce sisteminin bir başka büyük düşmanı da medyadan daha etkili olabilen akademi ve aydın rolüne soyunmuş düzenbazlardır. Akademi dünyası, bir üst-yapı kurumu olarak, özellikle sosyal bilimler alanında sermaye ideolojisinin kavramlaştırılması ve teori kalıpları halinde genç beyinlere enjekte edilmesi işlevi ile yükümlüdür. 2008 krizinde birikimlerini yitirenlerin ABD’nin büyük üniversitelerinin kapılarına değil de, borsa işlemlerinin görüldüğü ünlü Wall Street caddesinde protestoya yönelmeleri halkın bilincinin bilimle ne denli uyuşturulduğunun çok tipik göstergesidir. Akademi dünyası kapitalist merkezlerde bilim görüntülü ideoloji üretmekle yetinmeyip, akademi emperyalizmi yöntemleri ile çevresel ekonomilere bu sahte bilimi, onların hiç işine yaramayacağı halde, ihraç ederek bu ülkelerdeki akademisyenlerin de kafalarını karıştırmakta ve kendi ülke sorunlarına yabancılaşmalarına neden olmaktadır.
İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde kapitalist merkezlerde yaşanan komünizm korkusu, gelişmekte olan çevresel konumlu ekonomilere kredi verilerek söz konusu ülkelerin kısmen sanayileşmelerine destek olmak üzere kurulmuş olan Dünya Bankası’nın rolü ve yarattığı ideolojik etki Sol açısından kesinlikle hafife alınamaz. Sanayileşiyor görüntüsünün verildiği gelişmekte olan ekonomilerin bizzat kendileri bir gün gelişmiş olacaklarına öylesine inandırıldılar ki, büyük düşünür Samir Amin’in bu konudaki yazı ve sözlerine inanılmaz şeklide kulaklarını tıkadılar. Akademinin Sol ile mücadelesinin bir boyutu kapitalizmi yaymak ve olağan bir süreç olarak bilimselleştirerek anlatmanın yanında, diğer rolü de başta bizzat Marks ve Marksizm olmak üzere sol düşünürlerin bilim alanına, dolayısıyla insanların zihinsel faaliyet alanlarına girmelerinin engellenmesi olmuştur.
Sol’un zaman zaman yükselişleri karşısında kapitalizmin sarıldığı diğer sosyal süreç de toplumların dincilik bulamaçlı gericilik kalkışlarıdır. Eğitimin felsefeden soyutlanarak maddi ve skolastik yöntemle sürdürülür olmasının yanında, şekilsel dincilik, Marksizmin yanlış yorumu karşısında kapitalizme epey alan kazandırmış ve soluk aldırmıştır. İnsan zihninin yaratıcılığı yanında, kapitalizmin netleşen çevre tahribatı ve yükselen sömürüsü kapitalizmin sol karşısında mücadele gücünün kırılması kaçınılmazdır.
Böylesi muazzam mücadele alanında sürdürülen savaş insanlık onuru adına Sol’un zaferini işaret eder. Ancak savaşlar hak ve adalet üzerine değil, haklı ya da çoğunlukla haksız ezici güçle kazanılır. Böylesi gücün oluşturulmasına yöneliktir ki, halkların bilincinde zaman zaman azalıp çoğalan parıltıların eyleme ve bu yolla zafere dönüştürülmesi örgütlü mücadele işidir. Halkın yüreğinde ve bilincinde bulunan doğal dürtünün eylemle gerçekleştirilmesi örgüt ve örgütlü mücadele işidir. Bayrak halkındır, fakat onu yükseltecek olan örgüttür. Halkın içindeki kıvılcımı yükseltmek ve daha geniş kitlelere yaymak örgüt tarafından yürütülen çok yönlü faaliyet sonucunda zaman içinde gerçekleşecektir. Gazete Manifesto, Manifesto TV, Yeni Ülke ve sair çok çeşitli yayınlar halkın soluğunu Sol adına yükseltecektir. Tabii ki, bu soluğu tıkamaya çalışacak sermaye ve onun siyasi işbirlikçileri de ellerinden geleni ardına koymayacaktır. Peki, bu savaşta başarı sağlayabilmek için düşmanı tanıma aaına emperyalist güçleri nereye koyacağız, nasıl tanıyacağız? İdeoloji olarak sermaye dokusunu ve bu haneden pis kokular olarak yükselen tüm üst-yapı kurumlarını, baskı olarak da siyasi yapı kurumlarını çok iyi tanıyacağız.