Bugünden korkanlar geriye bakar
Tarihin yürüyüşünü üretim ilişkilerinde üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki gerilim ve çatlak ya da emekçi mücadelelerinin oluşturduğu teze bağlı kalarak, önü alınamaz yürüyüşü denetlemek ve akılcı yönlendirmek yerine, geriye çevirmeye çalışmak insanlığa hizmet olmadığı gibi, tam tersi, zaman kaybettirici ve toplumları tarih sahnesinde mağlubiyete sürükleyici sonuçlara gebedir.
Tarih, tekerrürden ibaret midir, bilemiyorum, ama öyle gözüküyor ki, salt olaylar konusunda değil, düşünce ve politikalar bağlamında da bazen tekerrür edebiliyor. Bu yargım, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İngiltere karşısında Alman iktisatçı ve sosyologlarının yaklaşımlarından oluşmuştur. Şöyle ki, İngiltere’de onsekizinci yüzyılın ortalarına doğru başlayan sanayileşme ülkeyi lider konumuna taşırken, John Locke’dan Adam Smith’e ve izleyicilerine dek yansıyan liberal ve serbest ticaret fikri İngiliz-İskoç iktisat ve sosyoloji dünyasında başat oldu. Bunun da ötesinde, 1830’larda giderek hızlanan sanayi devrimi İngiltere’yi uluslararası alanda lider konumuna taşıdı. Lider konumundaki İngiltere tüm dünyaya emperyalist ve ticari amaçlarla açılırken özgürlük ve serbest ticaret fikrinin savunucu şampiyonu oldu.
Bu dönemlerde henüz krallıklar halinde parçalı bulunan Almanya ve Fransa oldukça geri ekonomik koşullarda idi. Tarıma dayalı ve manifaktür üretim aşamasını geçememiş olan bu ülkelerde gelişen fikirlerde ileriye değil, geriye yönelişin hâkim olduğu görülüyordu. Kapitalizmin ilk basamaklarında yükselmeye yüz tutmuş bu ülkelerde İngiltere benzeri liberal görüş ve serbest ticaret yerine, ülkeyi ve ekonomiyi koruma amaçlı, feodaliteye benzer kapalı ve sıkı denetimli sistem fikirleri başat olmaya başladı. Yeni ayak basılan kapitalist düzenin toplumsal huzuru bozma algısı, feodal yapılanmaya benzer sistemlerin önerilmesine yol açtı. Alman Romantik iktisatçıları ve sosyologları olarak bilinen bu ekol, serbest ekonomi görüşü karşısında feodalist yapı özlemini yansıtıyorlardı. Bu düşünürler bir yandan İngiltere’nin baskısı, diğer yandan kapitalizmin haşinliği karşısında güçlü devlet ve korumalı ekonomi mantığına sarıldılar. Dönemin ilginç düşünürlerinden Adam Müller diğer romantiklerin aksine Adam Smith’in fikirlerine yaklaşıyor olmakla beraber, Smith’in egoizm ve materyalizm görüşlerinin karşısına diğerkâmlık ve din olgusunu koymuştu. Romantiklerin tümüyle dolaylı ya da dolaysız savundukları organik devlet görüşü, güçlü bir sosyo-ekonomik damar olarak, İngiliz-İskoç liberal iktisatçı-sosyologların görüşüne karşın ünlü Alman Birliği’ni sağlamış olmakla beraber, ileri aşamalarda Hitler Nazizm’ine ve İkinci Paylaşım Savaşı’na giden yolu da açtığı düşünülebilir.
Kapitalizm Avrupa’yı sararken gelişen Alman Romantiklerin görüşüne karşın Fransa ve İngiltere’de ileriye dönük daha rasyonel fikirler oluştu. Alman Romantiklerinden daha cesurca ileriye bakabilen Fransız ve İngiliz düşünürleri ütopik sosyalizmin yapı taşlarını oluşturdular. Fransa’da işler o denli ileri aşamaya vardı ki, Marks’ın “ufak burjuva” sıfatını uygun gördüğü Proudhon sendikalist-anarşist olarak ortaya çıkar ve İktisatın Çelişkileri ve Sefaletin Felsefesi kitabına karşı, Marks’ın Felsefenin Sefaleti ile karşılık vermesi, aralarının bozulmasına yol açar. Ütopik olmakla beraber, Fransız ve İngiliz düşünürleri Alman Romantikleri gibi geriye değil, ileriye bakışlarıyla tarihe önemli katkı yapmış ve kendilerinden sonra gelenlere uygun yol döşemiştir. Her ne kadar Marks gibi detaylı analizle sömürü olgusunu net olarak ortaya koyamamış olsalar da, başta William Thompson olmak üzere, Gray ve Hodgskins gibi düşünürler bilimi ve düşünce sistemini ileriye taşıyacak taşların döşenmesinde önemli rol oynamışlardır.
Tarihin yürüyüşünü üretim ilişkilerinde üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki gerilim ve çatlak ya da emekçi mücadelelerinin oluşturduğu teze bağlı kalarak, önü alınamaz yürüyüşü denetlemek ve akılcı yönlendirmek yerine, geriye çevirmeye çalışmak insanlığa hizmet olmadığı gibi, tam tersi, zaman kaybettirici ve toplumları tarih sahnesinde mağlubiyete sürükleyici sonuçlara gebedir. Nitekim Alman Romantiklerinin feodalizme benzer geriye yönelişleri, Friedrich List ve arkadaşları tarafından ters çevrilerek, Alman toplumunun da tarihsel yürüyüşünde ciddi hataların oluşumu ve toplumsal geri kalış önlenebilmiştir. Alman sisteminde revizyon ve yükselişe yol açan en önemli değişime, yüksek eğitimde yapılan ciddi operasyon yol açmıştır. İkili Alman eğitim sisteminde birinci kademede bulunan tıp, hukuk ve din olgusu, yapılan değişiklikle tıp, hukuk ve felsefe konumuna dönüştürülmüştür. Felsefe ve mantık eğitimi yoluyla bir toplumda düşüncenin ve yorumlamanın temel taşları oluşturulmadıkça, toplumsal ilerleme ulusal bilinçle ve programlı olarak gelişemez.
Kısa hatları ile verdiğim bu tarihsel yürüyüşün bize sunduğu çok anlamlı yol haritası, siyasi liderlerin felsefi boyutta düşünce sistemine hâkim olmaları ve özgür davranan eğitim kurumlarıyla, onlara hakim olmaya çalışmadan, onlarla yakın ve saygılı ilişkide siyaset oluşturup, ülkenin uluslararası tehlikeli dalgalarda selametle seyrine olanak sağlamalarıdır. Günümüzün hızla gelişmiş iletişim ve sosyal medya ağlarıyla emperyalistlerin ve azgın dış unsurların ülke içinde toplumu etkileme gücü toplumsal eğitim, algılama ve yorumlama kapasitesi ile ters orantılıdır. Alman Romantiklerinin kapalı toplum ve otoriter devlet yapısı, ülkeyi bir süre İngiltere’nin baskı ve sömürüsünden uzak tutmuş olsa da, ileri aşamalarında Hitler macerasına ve İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında ülkenin parçalanmasına kadar götürmede etken olabilmiştir. Ulusal yürüyüşte başat olabilecek siyaset felsefesinin basiretle uzun dönem etkileri ile irdelenip kurulması ülke ve halkların selameti için gerekli koşuldur. Bu durum, aynen İngiltere ve yükselen kapitalizm karşısında kendisini koruma refleksi ile davranan Alman Romantiklerine ve ülkeyi sürükledikleri maceraya analojiktir. Hatta bu etki o denli güçlü olmuştur ki, bizzat kendi ülkelerinden çıkmış olan bir dehanın, Marks’ın dahi dışlanmasına ve o muhteşem fikirlerin İngiltere ve diğer ülkelerden insanlığa yayılmasına seyirci kalınmıştır.
Siyaset felsefesinde geriye yöneliş, ülke siyasetine başat olan siyasi kadronun temsil ettiği kesimin bizatihi kendi geriliğinin en bariz işaretidir. Bu kadro, özünü gizleyici ve muğlak olarak algıladığı bilinçaltı çürümüşlüğünün gizlenmesi için tüm kurumları ilerici atılımlardan alıkoyar. Bunun doğal sonucu olarak, tüm kurumların tek elden ve denetimli yönetimi, gerekli koşullarda da baskılanması devreye alınır. Nitekim Alman Romantiklerinin ülkeyi koruma refleksi ile geliştirdikleri sistemde de kapalılık ve devlet hâkimiyetinde merkeziyetçilik başat kılınmıştır. Dünya sistemi, barajını yıkmış sel gibi tüm yerküreyi kapsarken, hazırlıklı olanları abat, hazırlıksız olup koruma refleksi ile geri dönem arzuları içinde saplanıp felsefe ve mantık ağırlıklı eğitimden yoksun toplumları ise mahveder.
Türkiye, başta siyaset olmak üzere, tüm kurumlarıyla ileri ve geliştirici hamlelere yönelmeden, felsefeden yoksun ve çağdaş toplum olma özlemini gericilik ve adeta feodal yapılanmalara özgü özlemleriyle süsledikçe, iktidarlar bir süre ayakta kalabilir, fakat ülke tedricen kan kaybına uğrar, uğramaktadır da! Günümüz koşullarında ülkenin devlet kuruluşları merkezi yönetimle aldatıcı bilgi oluşturup, topluma sunarken, halkın algılamasında gerçek ile resmi değerlerin çatışması toplumsal güvenilirliğin zedelenmesine yol açmaktadır. Siyasetin toplumu iradi bölme gayretlerine ekonomik böl(ün)me de eklenince, kimsenin hayrına olamayacak toplumsal eriyiş yaşanabilir, hatta yaşanmaktadır. Giderek hızlanan kapitalizmin güçlü firmalarıyla Türkiye’ye çullanması, şimdiye kadar hızla eritilen para kasalarından kaynak çekişinin yetmediği durumda, ülkenin maddi kaynak ve sermayesinden de kaynak aktarımı gündeme gelebilir ve bugünlerden daha da şiddetli erime yaşanabilir.
Toplum siyasi örgütün tabası olmadığı gibi, üzerinde söz hakkı olduğu mülkü de değildir. Siyasi örgütler, toplumsal kararla geçici süre için yönetime getirilmiş, gereği durumda da görevden alınabilen dönemsel bekçilerdir. Asıl olan siyasi örgütün bekası değil, ülke ve toplum bekasıdır.