Cahil kesimin feraseti!
Cahil kesimin ferasetine güvendiğini söyleyen sözde bilim insanlarının baş tacı edildiği bir düzende, meslek insanlarına ve uzmanlığa saygı beklemek safdillik olur.
“Getirilen denize girme yasağına uymayan yurttaşlar birçok yerde cankurtaranlarla kavga etti. Çıkan kavgalar sırasında iki cankurtaran bıçaklandı, birinin başında şişe kırıldı.” Geçen haftalarda okuduğum bu haberden sonra cankurtaranın bile canına kastedenlerin aramızda olmasından derin kaygı duydum. Olayı, toplumsal bir sorun olarak algılamayanlar, nedenleri gözardı ederek sadece sonucu lanetlemekle yetiniyor. Zaten bu tür olaylar, münferit diye geçiştirildikçe toplumsal soruna dönüşüyor. Nedenlere ulaşabilmek için aklıma ilk anda aşağıdaki zincirleme sorular geldi:
Bir insan, denize girme yasağının can kaybını önlemek amacıyla alındığını neden kavrayamaz? Cankurtaranı özgür seçimini engelleyen kötü biri olarak neden düşmanlaştırır; dahası, hırsını alamayıp görevini yapmaya çalışan bir meslek insanını neden bıçaklar?
İstediğim sorudan başlayarak yanıt vermeye çalışayım…
İktidar, son yirmi yıldır dozunu gitgide artırdığı bir gerilim stratejisi uyguluyor. Kerameti kendinden menkul bir siyasi, dini ve milli anlayışı topluma dayatan, başkalarının düşüncesini ya da inancını aşağılayan katı ve hoşgörüsüz bir iklim var ülkede. Zihinsel ergenlik dönemini aşamayanlar da kendini bu iklime göre ifade etmeyi meşru görüyor. Cehaletten gelen fütursuz cesareti orantısız biçimde kullananlar, iktidar nezdinde neredeyse itibarlı insan olarak kabul görüyor. Sokaklarda külhanbeyi edasıyla dolaşan yüzbinlerce erkek var. Bunlar, her şeyin iyisini de, doğrusunu da biliyor; racon kesmekten anlıyor. Ülkede paraya ve kaba güce dayalı hiyerarşik düzen, kimilerine pervasızca davranma hakkı veriyor. Başımızda bilime ve hukuka düşman bir iktidar olmasaydı hiç kimse canını emanet ettiği hekime ya da cankurtarana şiddet uygulamaya bu kadar kolay cüret edemezdi. Cahil kesimin ferasetine güvendiğini söyleyen sözde bilim insanlarının baş tacı edildiği bir düzende, meslek insanlarına ve uzmanlığa saygı beklemek safdillik olur.
Metafizik propaganda
Yerkürede milyonlarca çocuk ve insan, hastalıklardan korunmak için 18. yüzyıldan beri aşı olurken 21. yüzyılda aşı karşıtı kampanyanın hâlâ başarılı olabilmesi dikkat çekicidir. Bilim dünyası yaygın aşılama yapılmadan pandemiyi bitirmenin mümkün olmadığını ısrarla söylese de çoğu insan ikna olmuyor. Türkiye dahil diğer tüm ülkelerde aşı karşıtı kampanyanın desteklenme gerekçeleri farklı olabilir. Ancak 1980’li yıllarla birlikte neo-kapitalizmin dünyaya pompaladığı metafizik propagandanın bu gerekçelere dayanak oluşturduğunu göz ardı edemeyiz. (Metafizik kavramı, bu yazıda felsefedeki anlamı dışında, gündelik dildeki doğaüstü ve mistik inanışlara içkin bilim karşıtlığı bağlamında kullanılmıştır.)
Düşünmek yerine inanmanın kolaycılığına alıştırılan yığınlar, metafizik propagandayla daha çabuk ikna ediliyor. Enformasyon toplumunda bilimsel gerçekler, dedikodular kadar hızlı yayılmadığı için yeterince etkili olamıyor. İnsanlardaki ilkel merakı kışkırtan sansasyonel haberler, komplo teorileri, fal siteleri vb. sayesinde dijital medyada reklam gelirleri artırıyor. Bu yüzden ticari değeri düşük olan bilimsel bilgiler, internet ortamında yeterince popüler olamıyor. Ayrıca geniş kitleler bilimsel jargona uzak olduğu için bilim insanını da reddediyor. Onun yerine daha kolay anladığı sözde kanaat liderlerinin söylemlerine değer veriyor. Örneğin sosyal medya paylaşımlarıyla milyonlarca insana ulaşabilen Cübbeli Hoca, orman yangınlarıyla ilgili fikrini şu şekilde beyan etmiş: “Hadîs-i Şerîf’te: ‘Yangın gördüğünüz zaman tekbir getirin, zira tekbir gerçekten onu söndürür’ buyuruluyor. (İbnü’s-Sünnî, Amelü’l Yevm, rakam: 289-292)”. Bilimsel makale referansıyla ilgilenmeyenler için mukaddes kitaptan verilen referans çok daha ikna edici olabiliyor.
Gerçekte, aşı karşıtlığı gibi bilimle çelişen akıl dışı her tür söylem, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiğinde demokrasi anlayışı kendi silahıyla vurulmuş oluyor! Evrimin yerine yaratılışı koyanlar, kuşkusuz hiçbir virüsten çekinmiyor. Virüsün her bir varyantının evrim sonucu ortaya çıktığı gerçeğini, inancına ters düştüğü için hemen aklından kovup kafasını rahatlatıyor.
Piyasacı küstahlık
Neo-kapitalist ekonomide, bilimi ve meslek insanlarını değersizleştiren bir diğer etmen de piyasacı uygulamalardır. Başta eğitim ve sağlık gibi alanların ticarileştirilmesi, meslek insanlarının özerkliğini de, saygınlığını da azalttı. Eskiden devlet kurumu olan hastanelerdeki hekimler ya da okullardaki eğitimciler, kamuoyu nezdinde çok daha saygın ve dokunulmaz bir konumdaydı. Yurttaş, sağlığı ve eğitimi parayla satın almaya başladıktan sonra müşteri memnuniyeti kavramı önem kazandı. Ticaretle uğraşanlara özgü ‘müşteri velinimetimizdir’ anlayışı, ticari işletmelere dönüştürülen sağlık ve eğitim kurumlarını da kuşattı. Ülkede, paranın ve kaba gücün borusunu öttürenler de küstahlıklarını artırdı. Her ne kadar “ben ekonomistim” diye mesleğiyle övünen birisi ülkeyi yönetse de meslek insanı olmak eski önemini çoktandır yitirdi.
Meslek sahibi insanları değersizleştiren yeni Türkiye’ye özgü vahim bir olgu da kayıt dışı ekonomidir. Ülkemizde üreten ve emek veren değil tüketen itibar görür. Devlet, çok para harcayana nereden buldun diye hesap sormadıkça emeğiyle geçinip vergisini ödeyen meslek insanları toplumda önem kazanamaz.
Cankurtarana bile ‘canını kurtaran kaçsın’ dedirten bir ortamda, sekter tutumunu sürdürmekte ısrar eden bir iktidarla iç barışı sağlamak asla mümkün değildir.