Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz: Her iki blok da sermaye programına biat ediyor

Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz "Her iki blok da sermaye programına biat eden ve hizmet eden bloklar. Birbirlerinden farkları yok" değerlendirmesinde bulundu.

Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz: Her iki blok da sermaye programına biat ediyor

Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, konuk olarak katıldığı Manifesto’nun Gündemi programında AKP iktidarının sona yaklaşıp yaklaşmadığı konusunda değerlendirmelerde bulundu. AKP’ye oy veren işçi ve emekçilerin AKP’den bir parti olarak umutlarını önemli oranda tüketmiş göründüklerini vurgulayan Akdeniz,  buna karşın tam bir kopuştan söz edilemeyeceğini belirtti. Akdeniz’in konuya ilişkin öne çıkan değerlendirmeleri şu şekilde:

“AKP POMPALADIĞI HAYALLER BAKIMINDAN CİDDİ BİR GERİLEME SÜRECİNE GİRMİŞ DURUMDA”

AKP’ye oy veren işçi ve emekçiler AKP’den bir parti olarak umutlarını önemli oranda tüketmiş görünüyorlar

“Baldur işçilerinin grevine ve Çorum’da Ekmekçioğlu Metal işçilerinin direnişine selam gönderiyorum. Hrant Dink’i katledilişinin 14. Yıl dönümünde sevgi ve saygıyla anıyoruz. Bizim fabrikalardan, işçi evlerinden, sanayi havzalarından yaptığımız gözlemler, yoksul ve emekçi semtlerinden çalışmalarımız neticesinde aldığımız veriler, şunu gösteriyor: AKP pompaladığı hayaller bakımından özellikle son dönemde ekonomik kriz ve pandemi süreciyle beraber ciddi bir gerileme sürecine girmiş durumda. Kitleler, geleneksel olarak 18 yıldır AKP’nin arkasında durmuş ve bloklaşmış kitlelerde bir tartışma ve bir bölümünde bir çözülme eğilimi görmek mümkün. Anketlerde ‘kararsızlar’ diye tabir edilen geniş bir kitleyi ifade ediyor ama bu şöyle anlaşılmamalı. Tam bir kopuştan söz edemeyiz. AKP’nin bir parti olarak politikalarını, yöneticilerini, icraatlarını sorgulasa da AKP üyeleri ve seçmenleri Erdoğan idolü hala kırılmış değil.

“AKP’YE OY VEREN EMEKÇİLER AKP’DEN BİR PARTİ OLARAK UMUTLARINI ÖNEMLİ ORANDA TÜKETMİŞ GÖRÜNÜYORLAR”

AKP’ye oy veren işçi ve emekçiler AKP’den bir parti olarak umutlarını önemli oranda tüketmiş görünüyorlar ama buna karşın tam bir kopuştan söz edemiyoruz. Orada Erdoğan ismi bir idol olarak o kitleyi tutuyor. Sahada konuştuğunuz zaman, ‘Tamam bu gidecek de yerine ne gelecek?’ diye soruyorlar. Bu soru bir açmaz şu anda hala, o kitleler bakımından. Ve dolayısıyla hızlı kopuş ve erimeyi de engelleyen bir süreç. Şunu söyleyebiliriz yani, burada belki de en büyük handikap, Türkiye’de burjuva siyasetin iki kamp halinde kilitlenmiş olması. Bir tarafta Cumhur İttifakı AKP ve MHP bloğu, bir tarafta Millet İttifakı var. CHP ve İyi Parti ittifakı gibi görünüyor ama buna doğrudan ittifak gibi görünmese de oy desteği veren partiler de var. Bu kilitlenmiş yapı ve kutup siyaseti AKP’nin içindeki seçmeni ve emekçilerin çözülmesini de engelliyor. Bu kutup siyasetinin birinci derecede yürüteni zaten Erdoğan ve Bahçeli iktidarı. Ama muhalefet de iktidarla milliyetçi bir söylem yarışına girdiği için tam bir çözülme sağlanamıyor. Mevzu emek-sermaye ekseninde tartışılamıyor. Mevzu, emekçilerin bu pandemi ve kriz döneminde derdine neyin deva olacağı, nasıl buradan çıkacağı iken buna bir çare bulunmuyor. Biz o yüzden partimizin dokuzuncu kongresinde de bunları tartıştık. Ve vardığımız sonuç şu: Salgına, sömürüye ve savaş politikalarına karşı emekçi kitlelerin ve halkın birlik, mücadele ve dayanışmasının örgütlenmesini güçlendirmek. Çıkış yolu bu ve burada iki kutuplu siyasete sıkışmış bu alanı açmak. Nasıl açabiliriz bunu? Üçüncü bir seçenekle. Yani her iki blok da sermaye programına biat eden ve hizmet eden bloklar. Birbirlerinden farkları yok. Uluslararası sermaye karı yapan bloklar tabii ki aynı ölçüde bloklar değil, yani AKP ve MHP iktidarıyla CHP ve Millet İttifakı denilen bloku aynı düzlemde tanımak doğru olmaz ama sermayeyle ilişkileri ve milliyetçilik yarışı bakımından çok farklı bir yerde durmuyorlar.

“HALKTA, İŞÇİ VE EMEKÇİLERDE BİR ARAYIŞ VAR”

Halkta, işçi ve emekçilerde bir arayış var. Ben Sakarya’da Coşkunlar Havai Fişek Fabrikasında 7 işçi hayatını kaybetti, 127 işçi yaralandı. Bunların hepsi kadın işçiler. Başörtülü kadınlar çoğunlupu. Yani bunları köylerden toplayıp gecekondudan bozma bir fabrikada barutların, patlayıcıların içerisinde çalıştırmışlar. Hiçbir işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimi yok. Ve bu insanlar defalarca yönetimi uyarmışlar, hiçbir tedbir alınmamış. Bunu niye anlatıyorum, bu insanlar AKP ve MHP’ye oy veren insanlar. Yani geldikleri yerde sadece fabrika patronuna değil iktidara da köpürüyorlar. Biz adliye binasına gittiğimizde ne AKP’li bir milletvekili ne AKP cenahından bir sendikacı var. Hani kendi kitlesine sahip çıkacak dimi normalde, bunların hepsi baktığımız zaman MÜSİAD’cı. MÜSİAD’ın moral yemeğinin arkasında duran kesim haline gelmişler. Yani işçinin emekçinin yüzüne bakacak halleri yok. Aynı şekilde havuz medyası da orada yoktu bizim gördüğümüz. Bu şunu gösteriyor yani bir bütün olarak orayı manipüle etmek üzere, işçilerin kafasını karıştırmak üzere bile gelmiyorlar oraya yüzleri yok. Burada bir duygu kopuşundan söz edebiliriz ve işçilerde bir sorgulama sürecinden bahsedebiliriz. Bu sadece tekil bir örnek değil. Soma’da madencilerle beraber hayatını kaybeden madencilerin eşleri yani tomaların önünde su sıkılan plastik mermi sıkılan bu işçiler. Soma neydi hatırlayın. Soma 301 madencinin öldüğü halde AKP’ye en çok oy çıktığı yer diye küçümsenen bir yerdi, solda hatta böyle yer yer kibirli analizlerin yapıldığı bir alan olarak değerlendiriliyor ama öyle değil yani. Bakın aylardır, yıllardır AKP’ye, MHP’ye oy veren insanlar bunlar. Mücadelelerinden geri durmuyorlar, polis barikatı, şu bu demeden devam ediyorlar. Bakın DİSK’in ve Metal’in örgütlü olduğu iş yerlerde bile AKP ve MHP’ye oy vermiş bir çoğunluk görüyorsunuz.

“TEK PARTİ VE TEK ADAM İKTİDARI FAŞİZMİN İNŞASI YOLUNDA CEBERUT BİR BASKI UYGULUYOR”

Bir sorgulama süreci başlamış durumda, handikap şurada. Bu kopuş nasıl evrilecek? Bu kendiliğinden bir isyan, kendiliğinden bir karşı çıkış olarak gelişebilir. Kendiliğinden sosyoekonomik patlamalar da ortaya çıkabilir yani biz bunları geçmişte de gördük ama kitlelerde iki şey eksik. Bir tanesi şu; seçimden seçime bu işin değişebileceğine dair bir inanç var, yani biz dişimizi sıkalım sandıkta günlerini gösteririz. Ama o sandık günü geldiğinde kazın ayağı pek öyle olmuyor araya bir sürü iş giriyor, bir sürü sorgulama süreci giriyor. Yeniden aslına bir rücu etme hali olabiliyor. İkinci handikap, bu AKP politikalarının sorgulanması meselesinde yani geçmiş yıllarda olan şey bugün yok. Yani iktidarı, sandık basıncı mı geri püskürtecek, sokaktaki mücadele ve sendikalarla birlikte grevler hareketi mi püskürtecek? Burası mı bir siyasal birikme sağlayacak iktidarın değişmesi için. Buna baktığınız zaman çok sancılı bir süreç görüyorsunuz. Niye? Çünkü tek parti ve tek adam iktidarı faşizmin inşası yolunda ceberut bir baskı uyguluyor. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine ve bütün sol demokratik kitlelere uyguluyor, kürtlere uyguluyor falan da AKP ve MHP’ye ya da çeşitli burjuva partilerine oy vermiş işçilere de uyguluyor. Burası daha önemli çünkü hak arama mücadelesine kim yöneldiyse onu ezmeye çalışıyor. Dolayısıyla sokağın baskılandığı, grevlerin yasak olduğu bir zaman diliminde bu güç ortaya çıkamıyor bir türlü. Tekil mücadeleler birleşik bir mücadele olarak iktidarı zorlamıyor. Sendikalarda burada pozisyon almıyorlar açıkçası. Bürokratik bir işlev görüyorlar.
AKP’nin 18 yılına baktığınız zaman bu 18 yıl grev yasaklarının olduğu bir dönem. Yani tarihi rekorları vardır bu açıdan. 200 bin işçinin grevi yasaklanmıştır AKP’li yıllarda. Baldur grevinde sürekli demokrasi kılıcı gibi ‘ne zaman yasaklanacak’ diye tartışma söz konusu. Çünkü onu yasaklarlarsa 200 bin kamu işçisinin toplu iş sözleşme süreci var ona gözdağı verecekler. Şu an Petro- Kimya İş ve Metal iş kolunda yüz binlerce işçinin toplu sözleşme süreci ve yan sanayiyle beraber hareketi söz konusu. Dolayısıyla ya buradan bir grev hareketi çıkar ve onunla birleşen bir güçlü halk dalgası olur ya da bunu topyekûn ezerek erken, baskın bir seçim ya da olağan 2023 seçimine götürerek işin içerisinden çıkmaya çalışacaklar gibi görünüyor. Dolayısıyla bize düşen şey, sokağa kitlelerin örgütlenme ve mücadele bilincini kendi ülkemizin tarihinden, 15-16 haziranlardan bugüne bütün bu örgütlenme mücadele deneyimlerini onlara aktarmak ve onların mücadele tecrübesi haline getirmek ve buradan oluşan bir birleşik yapıyla yani yerellerden oluşan platformlarla, işçiler, sendikalar, demokrasi güçleri partiler vs. giderek yukarı doğru merkezleşen bir siyasal güç ortaya çıkartmak. Bunu yapamadığımız zaman bu kopuşların biraz farazi tartışma olduğunu düşünüyorum. Yani kopuş da gerçekten bir kopuş olacak mı? Geriye dönüş mü olacak ki ben bu eğilimi görüyorum. Önemli oranda görüyorum, partimiz de böyle değerlendiriyor. İkincisi bu kopuş nereye evrilecek? Yani hangi sol-sosyalist demokratik güçlerin arkasında mı toplanacak başka bir burjuva kampta mı toplanacak, bu açıdan manidar görüyorum bu tartışmayı.”

Programın tamamını link üzerinden izleyebilirsiniz: