Eski tartışmaya ek notlar: Finans, sınıf ve devlet
Kapitalizmin merkezileşmesi ve yoğunlaşması bir yanda tekelleri, diğer yanda ise finansallaşmayı ortaya çıkarır. Bugün etkisini hissettiren etkiler, açgözlü bir topluluğun suçundan fazlasıdır. Kapitalizmin krizleri, toplumu her defasında sarsan ve giderek daha da büyük etkilere sebebiyet veren doğasından kaynaklanır.
Borsada işlem gören oyun kiralama şirketi ABD’li Gamestop, COVID-19’un da etkisiyle birlikte bir anda “baş aşağı” gidince, kapanmanın eşiğine gelmişti. Yeni yatırımlarla ayakta kalan şirket, borsada “büyük fonların” desteğiyle bir anda değerlendi. Ancak bu değerlenmenin karşılıksız olduğu bilindiği için, borsada işlem yapanlar, Gamestop hisselerini “açığa satış” yaparak hızla yükselttiler.[2] Böylece hisselerin değeri karşılıksız bir biçimde büyürken, büyük yatırımcılar hissenin değerini karşılamak için daha fazla sermaye yatırmak zorunda kaldılar.
O halde şu sorunun sorulması olasıdır; 2007 krizi ile görünürdeki bu benzerlik bir anlam taşıyor mu, yoksa ortada sadece bir “tesadüf” mü bulunuyor?
Öncelikle, 2007 krizinde çalışan mekanizma ile bugünkü ortaya çıkan gelişmelerin belirli farkları olduğunu söylemek lazım. 2007 krizinin emlak sektöründeki ipotekli krediler kaynaklı çıkışı, bir ödemeler sorunu olarak kendini göstermişti. Bugün ortada, teşvik paketleri ile trilyonlarca dolar sermayenin hizmetine verilmiş durumda. ABD’de Biden hükümetinin açıkladığı 1,9 trilyon dolarlık teşvik paketinin, 1923’deki “Alman enflasyonunun” bir benzerini yaratacağı dahi iddia ediliyor.[5]
Ancak bu görünürdeki farklılıklar aldatmamalı.
***
Bugün hissedilen sorunlar, daha önce yüzeyde görülen aksaklıkların teorisinin kılıfına elbette sığmıyor. Çünkü, 2007’de de yaşananlar basit bir “finansal krizin” ötesindeydi. Kapitalist üretim tarzının doğasından kaynaklanan, kapitalist özel mülkiyet ile üretimin toplumsallaşmasının doğurduğu çelişkinin, etkilerin sonucudur. Kapitalist üretim tarzı, yalnızca kendisini “üretim sürecinin” kendisinde göstermez. Üretimin ve dolaşımın bütün kademelerini içerir. Kapitalizmin merkezileşmesi ve yoğunlaşması bir yanda tekelleri, diğer yanda ise finansallaşmayı ortaya çıkarır. Bugün etkisini hissettiren etkiler, açgözlü bir topluluğun suçundan fazlasıdır. Kapitalizmin krizleri, toplumu her defasında sarsan ve giderek daha da büyük etkilere sebebiyet veren doğasından kaynaklanır.
Kapitalizmin bu doğasını açıklamaya dönük olarak geliştirilen bir dizi açıklamayı biraz açmaya çalışalım.
İlk açıklama “finansa özerklik” tanıyan bir bakış açısına sahip. Özellikle 2007 kriziyle birlikte ele alınan “finansallaşma” olgusu, finansın kapitalizmde daha özerk hala gelerek, “finansal müsadere (el koyma)” adı verilen yeni tip bir “sömürü” çeşidi olduğu iddia ediliyor. [6] Bu el koyma biçiminin işçilerin eğitim, konut, sağlık gibi temel ihtiyaçlarının “ticarileşmesi” sonucu “yeni bir kâr elde etme” yöntemi olarak önem kazandığı, birikimin yavaşladığı bir dönemde sermaye için “can suyu” sağladığı belirtiliyor. Bu kârların sağladığı olağanüstü rahatlıkla iştahı kabaran sermaye “daha riskli” adımlar atarak, bir ödemeler krizine sebebiyet veriyor.
Bir anlamda bakıldığında ortadaki sorun bir tür “gerçekleşme krizi” ya da eksik tüketim sorunu olarak ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla krize karşı para politikalarına değil, maliye politikalarına (istihdam ve ücret artışı ile bayındırlık faaliyetlerine hız verilmesi) ağırlık verilmesi mümkün kılınıyor.
İlk başta bu kadar cazibeli gibi gözüken iddianın, kendi içinde önemli iki sorunu bulunuyor. Birincisi iddia edilen el koyma işlemi, özel mülkiyetin doğasından değil, bankaların ve finans kuruluşlarının emekçilere göre bilgiyi elinde bulundurma tekelinden kaynaklanıyor gibi duruyor. Halbuki, durum tam tersi. Sermaye sınıfı, elindeki özel mülkiyete sahip olma gücüyle üretilen değeri kendi elinde toplayabilir.
İkincisi, bu daha da önemli bir nokta, ticarileşen temel ihtiyaçlar sonucu emeğin kendini yeniden üretme maliyetlerinin artışıdır. Emekçilerin ücreti kendiliğinden yükselmediği noktada, sermaye birikiminin hızlanması anlamına gelirdi. Bir anlamda “aşırı birikimin” ortaya çıkması gerekirdi. Dolayısıyla, ortada kendi kendini çürüten bir iddia var.
Ancak gene de ortaya çıkan finansallaşma olgusunu “eksik tüketimin” sonucunda bir krize sebebiyet verdiğini iddia edenler de mevcut. Fransız bir iktisatçı olan Michel Husson, 2007 krizi öncesinde emperyalizmin merkezlerinde kâr oranlarının arttığını ancak birikimin aynı hızda gerçekleşmediğini iddia etmektedir. [7] Dolayısıyla ücret payı düşerken, tüketimin payı artmaktadır ve sorun bir “eksik-tüketim” sorunu haline gelmektedir. Dolayısıyla finans, böyle bir bünyede krizin derinleşmesine sebebiyet verir. Öte yandan, bu iddianın dayandığı sayısal veriler, hem bir hesaplama hatasına, hem de kavramsal bu” sermayenin bir toplumsal ilişki olduğunu, dolayısıyla diğer tüm değerleri ıskaladığı açık.
Bu gerçeği görerek, yeni bir açıklama yapmak isteyen Richard Brenner ve Michael Pröbisting ise daha farklı bir analiz yapıyor. 2007 krizi öncesinde, kâr oranlarının düşmesinin karşısında finans önemli bir karşı koyucu eğilim olarak kendini göstermektedir. Ancak bu eğilimin yarattığı parasal büyüme, sermayenin değersizleşmesine ve büyük krizlere neden olmaktadır. Sermayeler arası rekabet ve tekelleşme eğilimi, kâr oranlarının düşmesini, aşırı birikim krizlerini engelleyemez. [8] Bu iddia “genel bir doğru” ortaya koymakla birlikte, sınıflar arası mücadeleden çok, sermayeler arası rekabete ağırlık vermesi nedeniyle çok eleştirildi.
Öte yandan, dünden bugüne gelişen eğilimler açısından “finansallaşma”, kapitalizmin doğası gereği özerk bir yapıya değil, bilakis kapitalist üretim tarzının doğal bir uzantısı olarak ortaya çıkmaktadır. Artan hayali sermaye miktarının, kredilerin ve finansın önem kazanan yapısının arkasında yatan neden, tam da bu nedenledir. O nedenle sermaye sınıfı, kâr oranlarını aşağıya düşmesine karşı koyucu eğilimlere sıkı sıkıya bağlanmak zorundadır. Finansın aracılık ettiği şey, kapitalist üretim ve dolaşım sürecinin hızlanması, devir sayısındaki artışın olanaklı kılınmasıdır. Marks’ın kendi döneminde ortaya attığı iddia bu anlamda önem kazanır, devir sayısı arttıkça sömürü düzeyi artar, atıl sermaye miktarı azalır. [9]
Bu yönden bakıldığında sermaye sınıfı, artan derecede para politikalarına bağımlı hale gelir. Ancak bunun tek yönlü olması sınıf mücadelesi gerçeğinin unutulması anlamındadır. Sınıf mücadelesinin doğası gereği, hem sermayeler arası rekabeti, hem de sınıflar arası mücadeleyi esas almak gerekir.
Bu nedenle, sermaye sınıfı devleti bir düzenleme aracı olarak devreye sokar. Maliye politikalarının da etkisiyle, ücretleri aşağıya indirmek, mali teşvikler yoluyla kendi borçlarını “genelleştirmeye” çalışır. Dolayısıyla sermaye düzeninin kendi mantığı, bugün çok daha fazla sınıflar arasındaki mücadeleye, devletin artan derecedeki etkisine bağlıdır. Bu nedenle daha önceden de 2007 öncesinde gördüğümüz mekanizmalar bir kez daha çalışmaktadır ve salgın sonrasında bu mekanizmalar daha derin hissedecektir.
O sebeple, aradaki bağlantıların açığa çıkarılması, etkili bir mücadeleyi hedefleyen işçi sınıfı için bir zorunluluktur.
Bu zorunluluğa bir çentik atmak için şimdi başlangıç zamanı.
Notlar
[2] Açığa satış işlemi, “hisse senedi piyasasında” düşeceği tahmin edilen hisselerin ileriki bir tarihte, şimdiki paya göre satış işlemidir. Böylece hisse başına düşüş oranında “getiri” sağlanır. Normal işlemin ters yüz edilmiş işlemi olan bu satış tekniğinde, belirli bir oranda sermaye özkaynak olarak bulunmak zorundadır. Böylece eğer hisse senedinin fiyatı düşmez, yükselirse, yatırımcılar aradaki oran kadar parayı o hisse senedine yatırmak zorundadır.
[3] Krant M., “Dokuz Yatırımcı “Gamestop sıkışmasından” 16 milyar dolar kazandı,02.01.2021, https://www.investors.com/etfs-and-funds/sectors/gme-stock-gamestop-investors-instantly-make-16-billion-gamestop-stock-squeeze/, erişim tarihi: 11.03.2021
[5] Goldstein S, “Büyük açığa satışın yaratıcısı Bury, enflasyon için uyarıyor”, 22.02.2021, https://www.marketwatch.com/story/big-short-investor-michael-burry-warns-stimulus-may-stoke-inflation-11613998762, erişim tarihi: 11.03.2021
Bizde de bu iddiayı sürdüren kişilerden biri, Ümit Akçay’dır. Ümit Akçay, Ali Rıza Güngen ile birlikte derlediği “Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş” adlı eserinde benzer iddiaları ele alır.
[7] Husson, M., Marksist İktisat Teorisi: Çağdaş Kapitalizm ve Kriz, s.23, Yazın Yayıncılık:istanbul, 2010
[8] Brenner, R., Pröbisting M., Marksist Kriz Teorisi ve Kredi Krizi, s.11-53, Yordam:İstanbul, 2012
[9] Marks, K, Kapital, s.81, cilt:3, Yordam:İstanbul