GÖRÜŞ | İKD Danışma Kurulu Üyesi Av. Arzu Becerik: Kadına karşı şiddetin çözümü uzun soluklu bir mücadeledir
İKD GYK üyesi avukat Akasya Kansu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete karşı Mücadele Günü'nde Gazete Manifesto'nun sorunlarını yanıtladı.
Kadına yönelik şiddetin son yıllarda artmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kadına yönelik şiddet neden artıyor?
Kadına yönelik şiddet, AKP’nin din referansıyla oluşturmak istediği sistem nedeniyle artıyor. Kadın, birey olmaktan çıkarılıp aile içinde anılıyor, aileye ait bir unsura indirgeniyor. Kadın Bakanlığı’ndan kadın isminin çıkarılıp Aile Bakanlığı’na dönüştürülmesi, bu yönelimin en önemli göstergelerindendi; çünkü kadına yönelik şiddetin önlenmesi için alınacak önlemleri hazırlama, koruma yöntemleri geliştirme, şiddete uğrayan kadınların sorunlarını hızlı ve etkili çözme görevi de bu bakanlığa ait olup bu bakanlık tarafından gerekli düzenlemeler yapılacaktı. Bakanlığın çalışmalarının eksikliği ve yetersizliğinde bu tercihin rol oynadığını kabul etmeliyiz. Bu, uygulama tercihinin ulusal düzeyde yansımasıydı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından bir gece vakti yayınlanan kararname ile İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılmasının nedeni neydi? Bu kararın kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri davalarında etkisi nasıl oldu?
İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı; AKP’nin, kadını birey değil tamamlayıcı bir unsur olarak, ailenin bir parçası olarak gösterme tercihinin uluslararası düzeyde deklare edilmesiydi. İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kaldırılmamıştır. AKP, cumhurbaşkanı düzeyinde sözleşmeden ayrıldığını açıklamıştır.
Buradaki durum, cumhurbaşkanı sıfatıyla parti genel başkanı sıfatının birleşmesindeki sorunu da gözler önüne sermiştir. Cumhurbaşkanı, tüm toplumu kapsayacak bir karar vermemiş; sadece AKP’ye ve AKP politikalarına hizmet edecek bir işlem yapmıştır. Bu işlem, Anayasa’ya ve uluslararası tüm kurallara aykırıdır. Cumhurbaşkanı sıfatı burada dikkate alınan yaklaşım olsaydı; İstanbul’da imzalanmış, adını İstanbul’dan alan, Erdoğan tarafından imzalanan, kadına karşı şiddetin önlenmesi konusunda çok temel ilkeleri, yaklaşımları ve farkındalıkları geliştiren bu sözleşme, tartışma konusu bile edilmezdi. Bu sözleşme, şiddet mağduru tanımını genişletmiştir; cinsel yönelim, sınıfsal grup konusunda ayrımcılığı önleyici tanımlara yer vermiştir. Sözleşme devlete, etkili önlemler konusunda ödevler vermiştir.
Bu sözleşme, iç hukuk kurallarının yetersiz ve eksik kaldığı durumlarda şiddetin önlenmesi konusunda daha geliştirici önlemler alınması için referans olacakken, bu referans noktasından kurtulunmak istendi. Ayrıca iç hukukta yapılan yargılamalarda kadın cinayetlerinin faillerine gösterilen hoşgörünün uluslararası taahhütler nedeniyle sorgulanması önlenmek istendi. Kadın cinayeti faillerinin kanunda yazan cezalardan korunacak düzeyde indirimlerde yararlanmaları, hatta cezasız bırakılmaları, bazen de tutuklanmamaları; uluslararası alandaki, özellikle İnsan Hakları Mahkemesi önündeki taahhütlerin de ihlalini oluşturmaktaydı. Her ne kadar bu taahhütler ortadan kalkmış olmasa da, İHAS aktif olarak devam etse de iç hukukta yargıçları kadın cinayetleri davalarında etkili cezayı zorlayıcı bir yükümlülükten kurtarmak amaçlanmıştır.
Aslında hem iç hukuka hem uluslararası alanda bir gözdağı verilmek, “Ben ne istersem yaparım.” gücü de gösterilmek istenmiştir.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda devletin üzerine düşen yükümlülükler neler? Bu yükümlülükler yerine getiriliyor mu?
Kadın cinayetlerinde devletin yükümlülükleri kalkmış değildir.
Öncelikle koruma ve uzaklaştırma kararlarının çok hızlıca alınması gerekir.
Kadınlar korunmak için kolluğa başvurduklarında aileleriyle barışma ve sulh edilme teklifine maruz kalmamalıdırlar; kimse böyle bir şey teklif etmemelidir.
Sığınma evleri yaygınlaştırılmalı ve buralara yerleştirme hızlı olmalıdır.
Burada kalan kadınların işlerinden ve gelirlerinden uzak olduğu da düşünüldüğünde, hem oradaki hayatlarını sürdürmeleri hem de sonrasında hayatlarını planlamaları için bir süreliğine yeterli bir gelir desteği yapılmalıdır.
Şiddet failine karşı hukuki süreçler hızlı ve etkili olmalıdır. Bu süreçlerin yürütülmesinde mağdura hukuki destek verilmeli, avukat desteği sağlanmalıdır.
Ceza soruşturmalarında serbest bırakılma, failin suçlandığı cezaya orantısız şekilde serbest bırakılma tercihlerinden vazgeçilmelidir. Örneğin ölüm halinde cinayetle suçlanan kişilerin daha savcılık aşamasında tutuklanmaması kabul edilemez; normal cinayet davalarında uygulanan tutuklama tedbirine bu dosyalarda da aynı duyarlılıkla başvurulmalıdır.
Bu yükümlülükler yerine getirilmiyor, cinayet failleri serbest bırakılıyor, ancak kamuoyunun yoğun baskısı olduğunda tutuklanarak yargılanıyorlar.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için ne tür adımlar atılmalı?
Öncelikle kadının birey olarak tanınması, kadının geleneksel aile tanımı içinden çıkarılması gerekir; kadını birinin eşi, birinin kızı, birinin annesi olarak tanımlamadan kaçınılmalıdır. Kadının, ailenin namusu, ailenin hassas noktası olduğu gibi dinsel ve ataerkil söylemlerden uzaklaşılmalıdır. Bu tip tanımlar, kadına başkalarının müdahale etmesine izin veren temel argümanlardır. Buradan hareketle failler namus koruduklarını, aile menfaati adına kadını feda ettiklerini söyleyebilmektedirler. Somut durumlarda ve yargılamalarda bu yaklaşım, tahrik indirimine dönüşebilmektedir.
İkincisi, şiddet mağduru kadına kusur yüklemekten kaçınılması gerekir. Hiçbir neden, şiddeti haklı kılmaz. Giyilen kıyafet, sokağa çıkış saati, ayrılma isteği, başkasıyla beraber olunması gibi kişiye sıkı sıkıya bağlı tercihler başka kimsenin tasarrufunda değildir. Namus, ahlak, kötü annelik gibi iddialar hiçbir şekilde şiddete gerekçe yapılamaz.
Kadının tercihleri ile ailenin onuru, namusu karşılaştırmalarından uzak durulmalıdır.
Mahkemelerin yaklaşımı, herhangi bir şiddet ve cinayet davasına olan yaklaşımdan daha farklı olmamalıdır
Burada tartışılması gereken, kadının mağduriyeti ile failin eylemidir.
25 Kasım vesilesi ile kadınlara bir mesajınız var mı?
Sahip olduğumuz her hakkı kullanmalıyız, haklarımızı kullanmaktan kaçınmamalıyız. Kamu kurumlarını, yükümlülüklerini yerine getirmeye zorlamalıyız. Görüldü ki dayanışmayla yürütülen hareket, yetkilileri zorlayıcı bir güce sahip. Örgütlü davranış, hayatımızın bir parçası olmalıdır. Birlikte ve uzun soluklu mücadele, sorunun tek çözümüdür.