İktidarın dil hapishanesi
İktidarın dil hapishanesinde ülkece tutsak olarak yaşıyoruz…Ana muhalefet ise seçim gününün hayaliyle avluda volta atıp duruyor!
Fredric Jameson’un ‘Dil Hapishanesi’ kitabının başlığından esinlenerek egemenlerin dilinin toplumu nasıl tutsak alabileceği hakkında gelin birlikte düşünelim.
Yaşadığımız dünyayı anlamlandırmak ve akılcılaştırmak için kullandığımız dil, aynı zamanda birbirimizle iletişim kurmaya yarıyor. Dil sayesinde oluşturduğumuz hakikati, çeşitli iletişim edimleriyle meşru kılmaya çabalıyoruz. İlkelerimizle, değerlerimizle barışık yaşamak için toplumsal düzlemde kabul görmeye, onay almaya uğraşıyoruz. İnsan, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren kendini çevreleyen ailenin, toplumun ve dünyanın sınıfsal ve kültürel değerleri tarafından kuşatılıyor. Verili sistemin değer yargıları, benimsetme yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Bu değer yargıları, kapitalist sisteme içkin teknokültürel yeniliklerle etkileşerek sık sık yeniden biçimleniyor.
Yinelemeli iktidar dili
İnsanlar, doğal hayata ve nesneler dünyasına ait somut oluşumları temsil eden kavramsal ifadeler üzerinde kolay uzlaşıyor… Taş, toprak, masa, kedi, köpek, yağmur, rüzgar gibi kavramlar, insanlar arasında tartışmaya neden olmuyor. Ancak dil, sadece somut olanı değil aynı zamanda soyut ve tümel olanı da kavramsallaştırıyor[1].
İnsanlar arasında anlaşmazlık çıkaran da işte bu soyut ve tümel kavramlar. Bunlara anlam yüklerken öznel tutumlar, deneyimler ve ideolojik yönelimler belirleyici oluyor. Örneğin laiklik kavramına Türkiye’de yaşayan dindar bir katolik, ibadet özgürlüğü; bir ateist, inanmama özgürlüğü; bir radikal islamcı da şeriat karşıtlığı diye anlam yükleyebilir. Egemen güçler, çıkarlarına uygun bir hakikat rejimi kurgulamak için retoriğini özellikle soyut kavramlar üzerine oturtuyor. Kamuoyunu bu kavramlar üzerinden tartıştırıp kamplaştırırken kendileri de kapalı kapılar ardında iş görüyor.
Topluma hükmeden otoriter rejimlerin dili, kamuoyunu doğrudan etkiliyor. Bu dilin, farklı kesimlerce olumsuz olarak algılanması etkisini daha da artırıyor. Örneğin Cumhur İttifakı’nın kurduğu dil, ister istemez muhalefeti de misliyle karşılık vermeye zorluyor. Muktedir, son sekiz yıldır başı sıkıştıkça “Gezi, dış güçler ve terör” teraneleriyle ülkeyi oyalayıp siyasi ömrünü uzatmaya çalışıyor. Daha önce defalarca tartışılmış konular sanki ilk kez gündeme gelmiş gibi yeniden tartışmaya açılıyor. Bu bağlamda prompter için metin hazırlayanların, eski yazdıklarını kopyalayıp yapıştırdıklarına da tanık oluyoruz. Duyduğumuz her şeyi bizden ilk kez söyleniyormuş gibi algılamamız isteniyor. Yıllardır başa sarıp sarıp aynı filmi izletiyorlar hepimize. Kamuoyuna yeniymiş gibi sunulan eski konular hakkında muhalefet de ezber tazeleyip tepki veriyor. İleti sağanağı altında sersemletilen dijital çağın insanı zaten kronik bellek sakatlığından mustarip. Ayrıca tüketim kültürünün etkisiyle zamanın şimdilerden ibaret olduğu fikri kitlelere benimsetildiği için dünü anımsamak büsbütün önemsizleşiyor. AKP, bu durumu da lehine kullanmayı iyi beceriyor. Sonuçta iktidarın dil hapishanesinde ülkece tutsak olarak yaşıyoruz. Ana muhalefet ise seçim gününün hayaliyle avluda volta atıp duruyor!
Peki, ana muhalefet niçin iktidarın dil hapishanesine düştü?
Söylem yetmezse eylem var
Örgütlenme, konuşma ve toplanma özgürlüğünün yaşam bulduğu ticarileşmemiş kamusal alanlar (meydanlar, sokaklar, parklar) dijital çağda işlevsel açıdan değer yitimine uğradı. İnternet, dünyaya yeni bir toplumsallaşma kültürü getirdi. Özellikle tüketime ivme katan sosyal medya siteleri, sanal AVM’ler olarak kapitalizme can suyu oldu. Bireyi, kapitalizmden bağımsızlaştıran kamusal alan olgusu da bundan çok ciddi yara aldı. Dahası pandemiyi fırsata çeviren tüm despotik yönetimler gibi AKP iktidarı da, anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğüne her gün yeni bir darbe vuruyor.
Protesto eylemlerini ve hak taleplerini içeren şiddet dışı gösteriler, mevcut anayasada güvence altına alınmıştır. İktidarın bu tür eylemleri devletin kolluk güçlerini kullanarak bastırması, mağdur kesimleri sokağa çıkartan sorunlara çözüm üretmek niyetinde olmadığını gösteriyor. Oysa hükümetler halkın sorunlarını çözmekle yükümlüdür. Madenciden, atanamayan öğretmene, çiftçiden, fabrika işçisine kadar birçok yurttaşa sokağa çıkmak dışında çare bırakmayan AKP iktidarının ta kendisidir. Masum insanları tehditle, kaba güçle susturup sorumluluktan sıyrılmak mümkün değildir.
İnsanı tutsaklaştıran dil, gerçekte özgürleştirme gücüne de sahiptir. Ana muhalefet partisi ise bu gücü kullanıp kendi dilini oluşturmak yerine AKP ve MHP seçmeni diye kategorize ettiği kitleyi iktidarın diliyle ikna etmeye yöneldi. Ne ki kimliklere odaklı neoliberal siyaset anlayışı, sınıfsal gerçeklere toslayınca sol yeniden güçlü bir seçenek olarak kendini dayatmaya başladı. Yeni Türkiye’de işsizlik, yoksulluk ve açlık, kimseye etnik ve dini kimliğinden ötürü ayrımcılık yapmıyor!
‘Biri, ne dedi; diğeri, ne yanıt verdi?’ sığlığında kayıkçı kavgasına dönen siyasi çekişme, iktidar dilinin yeniden üretilmesine yarıyor. Her durumda kulağının üstüne yatıp bildiğini okuyan Cumhur İttifakı’na muhalefet söz dinletemiyor. Öyleyse söylemin yetmediği yerde eylem devreye girmelidir. Muhalif siyaset, klavyeyi yazarlara bırakıp iktidarı hemen seçime götürecek acil bir eylem planıyla harekete geçmelidir. Ana muhalefet, Meclis içinde ve dışında yer alan tüm muhalif kesimlerle eylem birliği içerisinde olmalıdır. “İktidar, bizi sokağa çekmek istiyor” gerekçesiyle şiddet dışı barışçıl eylemlerden kaçınmak, bireyi anayasal hakkını kullanmaktan alıkoymak demektir. İktidarın barışçıl eylemleri şiddet kullanarak bastırma riskini bertaraf etmek için ilginç eylem yöntemleri bulmak muhalif siyasetin işidir. ‘Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi’ gibi geniş halk kitlelerinin kolayca katılabileceği eylemler tasarlanabilir. Muhalif siyaset, taleplerini aktarmaları için yurttaşlara eylem ortamı sağlamalıdır. Ülke çapında salt erken seçim talebiyle yapılacak eylemler bile toplumda özgüven yaratır, dayanışma ruhunu güçlendirir. Parklarda buluşmak, karada ve denizde araç konvoyları oluşturmak gibi sürdürülebilir eylemlerle erken seçim çağrısı etkili kılınabilir.
Hem suçlu, hem güçlü olanlara karşı haklıyız kazanacağız diyenlerin sesi daha gür çıkmalıdır. Özellikle otoriter rejimlerde demokrasi, sandıktan önce sokakta kazanılır.
[1] https://indigodergisi.com/2016/06/dil-bir-hapishane-midir/