Kimlik siyasetinden sıkılmadınız mı?
Bugün AKP iktidarına ve sermayeye karşı mücadelenin sınıf siyasetinden azade bir şekilde yürütülmesi, toplumsal muhalefet adına kimliklerin kutsanmasında ne yazık ki yeni bir şey bulunmuyor.
Başta söyleyelim biz sıkıldık. Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz. Özellikle son otuz yıldır sosyalist siyasetin gündeminden düşmeyen bir başlık olan kimlik siyaseti bugün de solu, sağa ya da apolitizme çeken bir kavram olarak karşımızda duruyor.
Liberaller açısından bir sorun yok. Onlar için kimliklerin kutsanması ve bunun siyasal olarak pazarlanması olayı yeni değil. Türkiye’de solun liberal eksene çekilmesinde özellikle 90’lı yıllardan beri bu izleri fazlasıyla görürüz.
Bunun daha vahimi ise aslında sol içerisinden çıkarak kimlik siyaseti yapanların ama bunu “işçi, emekçi” kelimelerini daha fazla kullanarak örtmeye çalışanlarda cisimleşiyor. Aslı varken surete gerek var mı diye sorulabilir elbette. Liberalizmin kendini var etmesi için sağlı, sollu suretlerine ihtiyacı olduğu gerçeği uzun yıllardır değişmedi. Bu gelenek bugün de devam ediyor.
90’lı yılları hatırlarsınız. Sovyetler Birliği dağılınca, bırakın işçi sınıfının tarihteki rolünü sorgulamayı, varlığını bile tartışmaya bile açanlar oldu. Marksizm düşmanlarının yeni paradigması kimlikler olarak ortaya çıktı ve sol siyasetin temel ekseni bu noktaya doğru kaydı.
Bu gelişmelerin emperyalizmin bugünlere kadar devrolan siyasal tercihleri ile bağlantılı olduğunu herkes açık bir şekilde biliyor. Bunun en kanlı örneklerinden birinin Yugoslavya’da da yaşandığını da. Devamını ise farklı bağlamlarda dünya üzerinde bir dizi coğrafyada yaşamaya devam ediyoruz. Bu kısmı başka bir yazıya bırakalım, konumuz dünya üzerindeki emperyalist yayılmacılık değil.
Sosyalizmin geri çekilişi ile birlikte yükselen neo liberalizm ve küreselleşme dalgası karşısına çıkan her şeyi kimliklere hapsetmeye başladı. Emperyalist kapitalist sitemin yeniden organizasyonu adına insanlığın ileriye doğru yürüyüşünün kazanımlarını tırpanlamak bu dönemin temel özelliği olarak ortaya çıktı. Kimlik siyasetinin zirve yaptığı dönemde, işçi sınıfının tüm kazanımları ortadan kaldırıldı.
Üretilen tezleri hatırlarsınız: “Tek tipleşmeye karşı kimlikler”, “ceberrut devletin tekçi anlayışına karşı çok seslilik”, etnik kimliklerin kutsanması, mikro milliyetçilikler, “sosyalizmin monolitik anlayışına karşı çoğulcu kapitalizm”, işçi sınıfı devrimi yerine devletin çevreden sivil toplum tarafından kuşatılması, sınıf siyaseti yerine tekil tekil kimliklerin deklarasyonu… Listeyi tahmin edebileceğiniz bir dizi argümanla daha devam ettirebiliriz.
Burada ara bir noktaya değinmekte fayda var. Çoğulculuk, kimlikler, tek tipleşmeye karşı çıkış vb… kavramlar üzerinden sınıf siyasetine karşı bayrak açanlar bir baktılar ki demokrasi mücadelesi verdikleri kapitalist düzenlerin içinde “ötekileştirme” sorunsalı ile kalmışlar. Başta liberaller olmak üzere bunların destekçileri olan kimlikçiler, kapitalizmin soğuk ve tektipleştirici yüzüyle karşılaştıkları halde hala kapitalizm ile mücadele etmiyorlar. En ileri olanları kapitalizmin sonuçlarını yumuşatmak ve gölgesi ile kavga etmek adına konuşmalarında işçi ve sömürü kelimelerini biraz daha fazla geçiriyorlar. O da usulden olsa gerek… Ama sermaye iktidarına, asalak patron sınıfına karşı mücadele nedense yok ya da sıradan bir olgu onlar için.
Oysaki sınıf siyaseti emekçi sınıfların tüm kimliklerini kapsayıcı ve onları sermayeye ve emperyalizme karşı yöneltebilecek bir güce sahip. Kapitalizme karşı bayrak açmadan ve sömürücü sınıfların üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetine son verecek bir programa sahip olmadan yürütülen bir siyaset istediği kadar hümanistik öğelere sahip olsun, son tahlilde kapitalizmin dehlizlerinde kaybolmak zorunda.
Finans kapitalin ve emperyalizmin dünya üzerindeki egemenliğine karşı mücadele vermeden, bu mücadelenin kazanımları emekçi sınıfların hanesine yazmadan nereye varabilirsiniz? Ulusal kurtuluş mücadelesi vermek ya da ulusal kimlik üzerinden siyaset üretmek istiyorsanız emperyalizmle el ele vererek bunu yapmanız işin doğasına aykırı. Son yirmi yılda bunun envai çeşit örneğini yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Kimlik siyasetinin emekçilerin kurtuluş mücadelesine baskın çıktığı ve emperyalizmle işbirliği kuran her örnek sermayenin kazanım hanesine yazılıp geçiyor.
Kimlik siyaseti üzerinden siyasal İslâm’ın nasıl palazlandığını ve bugün ülkenin başına musallat olduğunu unuttuk mu? Gericiliğe karşı mücadele etmek ve laiklik bayrağını yükseltmek istiyorsanız onun için de sınıf siyasetine ihtiyacınız var. Ama bunun tersini yapmak ve laikliği kişisel bir tercihe indirgemek istiyorsanız, laikliğin emekçiler lehine kazanımlarını unutup laiklik düşmanlarının insanlığa karşı işledikleri suçlara ortak olmak istiyorsunuz demektir. Türkiye’de siyasal İslâm’ın topluma dayattığı kimlik mücadelesine liberal cenahtan ya da “bizim taraftan” destek çıkanlar, bugün IŞİD vb… cihatçılara karşı çıkarak vicdanlarını aklamaya çalışsalar da bu durum geçmişteki büyük hatalarını gizlemeye yetmiyor.
Sınıf siyaseti emekçilerin kurtuluş mücadelesi demektir. Sınıf siyaseti eşitlik ve özgürlük mücadelesidir. Sınıf siyaseti işçi sınıfının iktidar kavgası, ezilenlerin ve kimliğinden dolayı sermaye düzeninin hor gördüğü insanların da bağlanacağı büyük bir mücadele yolu olarak görülmelidir. Sınıf siyaseti sermaye sınıfına, sömürüye, her türden gericiliğe ve milliyetçiliğe, emperyalizme karşı verilir. Kimlik siyaseti emekçileri ayrıştırıcıdır, sermaye iktidarına kimlikleri birbirine karşı kışkırtabilmesinin yolunu açar. Sınıf siyaseti emekçileri birleştirir, sömürücü güçlerden ve onların temsilcilerinden ayrıştırır.
Bugün AKP iktidarına ve sermayeye karşı mücadelenin sınıf siyasetinden azade bir şekilde yürütülmesi, toplumsal muhalefet adına kimliklerin kutsanmasında ne yazık ki yeni bir şey bulunmuyor. Cumhur ittifakına karşı kimliklerin ve bunların sulandırılmış hallerinin bileşkesinden oluşan bir Millet ittifakı ve onun dışarıdan destekçisi Demokrasi ittifakının bu düzeni kökünden sarsma şansı yok. Hatta daha da ileri gidersek Millet ittifakının sınıfsal, siyasal özü burjuvaziye ve küçük burjuvaziye dayanmaktadır. Demokrasi ittifakı ise kimlik siyasetinin bir odağı olarak en geniş “demokrasi ve kimlikler cephesi”ni kurmak istemekte, üzerine bir de Selahattin Demirtaş Kürt burjuvazisini de Kürt kimliği altında birleşmeye çağırmaktadır.
İşte bu kimlik siyaseti artık kabak tadı vermiştir. Her cümleye “Kürtler, Aleviler, kadınlar, feministler, LGBTİ+ bireyler, hayvanseverler, ekolojistler, sosyalistler, işçiler, topraksız köylüler vb…” diye başlayanlar bunun karşısında “Türkler, Sünniler, erkekler, heteroseksüeller, toprak ağaları vb…” başlayacak cümleleri ya da bir kimlikler silsilesini meşrulaştırdıklarının farkında değiller mi? Eşitlik ve ilericilik mücadelesi sınıfsal bir özden bağımsız düşünülebilir mi? Emekçilerin kardeşliğini sağlamadan kurtuluş için yol alınabilir mi? Sömürüye ve kapitalizme karşı yükselecek bir sınıf hareketi ve bağımsız bir sosyalist siyaset tam da ezilenlerin, tüm emekçilerin ve kapitalizmin “ötekileştirdiği” kesimlerin mücadelesi için en doğru adres olarak görülmelidir.
Bu düzenin sahipleri bizden kapitalizmin yarattığı pisliklerin temizlenmesinde rol almamızı ve onların yarattığı daire içerisinde dönmemizi istiyorlar. Ama biz kapitalizmin kökünü kurutmak istiyoruz. Sınıf siyasetinin ve sosyalistlerin değerleri bellidir. Birkaç örnek vermek gerekirse,
Türkiye’de Türk ve Kürt emekçilerinin kurucu olacağı sosyalist bir cumhuriyet kavgası her türlü kimlik mücadelesinden daha gerçekçi, kimlik siyaseti nedeniyle ortaya çıkan her türden milliyetçiliğe bir o kadar da uzaktır.
Alevi inancına sahip emekçilerin eşit yurttaşlık hakkı bir kimlik mücadelesi değil, laiklik kavgasının ve sınıf siyasetinin konusudur.
Bugün siyasal İslâmcı, gerici iktidar tarafından yok sayılan ve baskı altına alınmaya çalışılan kadınların mücadelesi politiktir ve sınıfsal bir mücadeledir. Zengin ve patron sınıfına mensup kadınların ülkemizdeki kadın sorunundan nasibini almadıkları açık. Bugün kadın sorununda gericiliğe ve her türden sömürüye karşı verilecek mücadelede kadınların örgütlenmesi emekçilerin kurtuluşunun en önemli yapı taşlarından biri olmaya adaydır. Cinsiyet temelli bir kimlik mücadelesinin sınırları ise bellidir. Biz bu sınırları aşmak istiyoruz. AKP gericiliğine karşı mücadele ile sosyalist bir iktidar hedefinin bağlanmasını daha gerçekçi bir hedef olarak görüyoruz.
Listeyi uzatabiliriz ama tam da yukarıda yazdığımız gerekçelerden dolayı sınıf siyasetine inanıyoruz. Patronların egemenliğinde kurulan bir parlamentoda farklı kimliklerin kenar süsü ya da ötekileştirme unsuru olarak görüldüğü bir ortamın hayalinden değil, eşit ve özgür yaşanan bir topluma ulaşmaktan, işçi sınıfının iktidarından ve devrimci bir dönüşüm için verilen bir kavgadan heyecan duyuyoruz.
Şimdi tekrar soruyoruz. Sömürü düzeninin sağlı sollu dayattığı kimlik siyasetinden gerçekten sıkılmadınız mı?