Saplantı: Kadınların asli işlevi doğurganlık (mı) dır?
Kapitalist üretimde , aile bir üretim birimi değildir ama, yeniden üretim birikimi olarak yaşamsal bir konuma sahiptir.Kapitalist devletse kadının hak eşitliğini sağlayamaz. Kadın- erkek arasındaki hukuksal eşitsizlik bunun kanıtıdır.
Tülin Tankut
Carlo Mirebella – Davies’in “Swallow”/ Türkçesi Saplantı adlı filmi (2019, ABD yapımı) ticari tanıtımlarına bakılırsa ‘zengin oğlan, fakir kız’ klişesine oturtulabilir. Nitekim babasının vesayeti altında genç yaşta ceo seçilen Richie , sınıf farkı engeline karşın sıradan bir satış elemanı olan genç , güzel Hunter ile evlenmiştir. Ancak ilerleyen sahnelerde filmin hiç de alışılageldik formatta kodlanmadığını, “ güncel”e dek uzanan sistem karşıtı bir yaklaşım içinde olduğunu görüyoruz.
Hunter’e her fırsatta aralarındaki sınıf farkını hatırlatan ve onu tipik bir Amerikan ev kadını adayı olarak gören eşinin annesi gelinine, yeni yaşamında rehber olması için “A Talent For Joy”( Mutlu Olma Becerisi) adlı kitabı hediye eder. Cicim ayları sarhoşluğu içindeki Hunter, eşinin, onun annesi ve babasının burjuva ikiyüzlülüğü maskesiyle kendisine konumunu hissettiren salvolarını atlatmaya çalışır. Eşinin aklı fikri işindedir. Hunter’ın kusursuz bir eş ve gelin olma çabaları, kaçın kurrası eşinin annesinin gözünden kaçmaz ve ona,” Mutlu musun? Numara Mı Yapıyorsun?” diye sorar. Hunter renk vermez. Belli ki sevilirse, kendini kaygıya karşı koruyabileceği inancı içindedir. Oysa sevgi koşula bağlıdır. Kendi başına varlığı yoktur, kılık değiştirir. Hunter bunu çok geçmeden öğrenecektir hem de sevgili eşiyle yaşadığı acı bir deneyim sonucu…
Gebe kalınca Hunter’ın gözünün önündeki sis perdesi kalkar ; televizyon izlemek, dergi karıştırmak, eşi için süslenmek ; ev işleri, bahçe, havuz çevresinde seyreden yaşamı artık onu mutlu etmemektedir.
Bebek müjdesini eşi , telefonda ailesine “ biz hamileyiz” cümlesiyle duyurur. Günümüzde artık bizde de kullanılmaya başlayan bu ifade manidardır. Genç ceo baba olmayı, çekirdek ailenin bir işlevini dolayısıyla toplumun beklentisini yerine getirmek olarak algılamakta, ayrıca erkekliğini kanıtladığı bu “iş”ten kendine bir övünme payı çıkarmaktadır.
Hunter halk tabiriyle aşermeye başlar. Gebeliğin ilk üç ayında görülen aşerme, bilindiği gibi gebenin çeşitli yiyeceklere düşkünlüğü; dahası toprak, sabun köpüğü, kömür gibi nesneleri bile yeme arzusu olarak tanımlanır. Son araştırmalarda aşermenin hormonal olmaktan çok psikolojik nedenlere bağlı olduğunu öne sürülmektedir. Gebe kalmadan önce de tuhaf davranışları olmuştur. Bir aile yemeğinde eşinin babası tarafından sözünün kesilmesine duyduğu tepkiyi, buz kabındaki buzları ağzına atıp çiğneyerek göstermiştir. Gebeyken çengelli iğne, satranç taşı, hatta pil gibi tehlikeli nesneleri yutma arzusunu engelleyemez. (Buna Pika sendromu deniyor) Hunter’ın çocukluktan yaralı olduğunu eşinin yönlendirmesiyle gittiği kadın psikiyatr ile konuşması sırasında öğreniriz.
Genç bir kadının gebeliğini ıssız, kâşâhane gibi bir evde, tek başına deneyimlemesi kolay değildir. Hunter, kuzu postuna bürünmüş eşi ve eşinin ailesinin, onun gururunu, onurunu umursamayan tutumlarına içten içe üzülmektedir. Bir yandan eşinin, iş adamı mantığıyla , “metal yutman evlilikten önce de var mıydı? Bana niçin söylemedin?” tarzı sıkıştırmaları…Hunter’ın değersizlik duygusuna yenik düşmesi kaçınılmazdır. Ne kendi yaşamı, ne de kendi bedeni üzerinde söz sahibidir. Tehlikeli metal nesneleri yutup- çıkarma becerisi göstermekle kendi bedenini denetlediği, “kendi olduğu” sanısıyla avunmaktadır. (Hunter’ın avuntusunun benzerini, sosyal medyada takipçi sayısını artırmak için canını tehlikeye atmaktan bile çekinmeyen zamane gencinde de görmüyor muyuz?) Psikiyatrinin alanına giren bu konuyu bir kenara bırakarak toparlayacak olursak; Hunter’ın karnındaki bebekle değil de yuttuğu nesnelerle ilgili olması sağlığını bozacak kerteye varır. Nesneler ameliyatla çıkarılır. Bunun üzerine eşi ve ailesi devreye girer. Onları ilgilendiren bebeğin sağlığıdır.
Baskılar, Hunter’ın yalnızlık duygusunu pekiştirirken metal yutma alışkanlığı da bir saplantıya dönüşür. Peki Hunter bu duruma nasıl gelmiştir? Garip davranışlarının altında hangi nedenler yatmaktadır?Filmin orijinal adı Swallow Türkçede yutmak anlamına geliyor. Yutmak fiili çeşitli anlamları içeriyor. Buna dayanarak Hunter, kendisine reva görülen kötülükleri yutmuyor da diyebiliriz; dayanıp yutuyor, katlanıyor da.
Ancak gerçek şu ki, genç kadına birey gibi davranılsaydı sonuç belki bundan farklı olurdu. Eşinin; Hunter’a ait “sırrı” erkek arkadaşlarıyla paylaşması, psikiyatrıyla gizli görüşmeleri, Hunter’a göz kulak olması için savaştan kaçıp ABD’de zengin hastalara bakıcılık yapan Suriyeli erkek mülteciyi tutması, Hunter’ın insanlara olan güven duygusunu yerle bir etmiştir. Eşi için aşkla sevilen kadın değil, yalnızca iyi bir seks partneri olduğunu da bu süreçte kavrar. Zaten eşine karşı kendini üstün hissettiği tek alan da budur.
Eşi ve eşinin ailesi bebeğin zarar görmemesi için onun doğuma kadar bir kliniğe kapatılmasına karar verirler. Eşinin annesi, “yirmi dört saat senin başını bekleyemeyiz” diyerek ailenin kararlılığını ortaya koyar. Hunter’ın çocuklara özgü “bir daha yapmayacağım, sizinle kalayım” türü yalvarmaları boşa gider. Eşinin babasının, “kliniğine yatmazsan kocan seni boşayacak” diyerek önüne koyduğu , kliniğe gitmeyi kabul ettiğine dair sözleşmeyi imzalamak zorunda kalır. Son darbeyi ise eşinin annesi vurur: “ Kliniğe giderken yüzüğünü ve saatini bana ver, biz göz kulak oluruz” der.
Olayların tanığı Suriyeli mülteci, kendini Hunter ile özdeşleştirmiştir. Mazlum dayanışması örneği sergileyerek Hunter’ın kaçmasını sağlar. Bir otele yerleşen Hunter önce telefonla annesini arar. Varlıklı bir ailenin gelini olan kızına önce iyi davranan anne, kızı “acil durum” deyiverince nevri döner, evde yer olmadığı bahanesiyle kızını başından savar.
Darbelerin sonu gelmez! Eşi , bakıcıdan otelin adresini öğrenip telefona sarılır. Önce iyilikle karısını kliniğe gitmesi için ikna etmeye çalışır. Derken “sen işe yaramazsın” türü küçümsemeler başlar – ne kadar tanıdık sahneler – Hunter direnince, daha düne kadar çevresine ,” hayatımın ışığı” diye övündüğü Hunter’ı küfürler ederek nankörlükle suçlar. Hunter’e öfkesi , baba olmanın toplumsal konumunu güçlendireceği hayalini yıkması yüzündendir.
Hunter’sa “cennetten kovulmayı” göz almıştır. Ama mutsuzlukla baş etmesine belki bir yararı olur umuduyla tanımadığı biyolojik babasını arama ihtiyacı duyar. Babanın “ben yaptığımdan utanıyorum”, “senin bir şey yapmadın, senin suçun yok” diyerek Hunter’ın doğumuna yol açan tecavüz suçunu aklamaya çalışması Hunter’ı nispeten sakinleştirir.
Güvensizlik, gerilim, yüzleşmeye ve giderek hesaplaşmaya dönüşür. Annesi inançları izin vermediği için tecavüz sonucu gerçekleşen gebeliğini sonlandırmamış, kızının çocuklukta başlayan travmalar yaşamasına yol açmıştır. (Filmde annelik kimliği üzerindeki dini baskılar, ince bir biçimde Hunter’ın bağnaz annesi aracılığıyla hissettirilir.)
Hunter’ı önce peş peşe hap içerken son sahnede de kanla dolu klozetten kalkarken görürüz. Gebeliğini sonlandırdığını düşünürüz. Duruşuyla bu savaştan galip çıkacakmış izlenimini verir. Zaten onu çatışma anlarında kırmızı renkli bir camın önünde görmemiz bunu çağrıştırır.
Özetle film, Hunter’ın başından geçenleri sergileyerek kutsal annelik algısını kırar. Anne olmaya kadının kendisinin karar vermesini savunur; aile, çevre, din v.b. etmenlerin dayatmasını eleştirir. Hunter’ın eşiyle ve eşinin ailesiyle yaşadığı sorunlara sınıf ayrımının yol açtığını vurgular. Sistemin bireyi kuşatan kurumlarını topa tutarken psikiyatriyi de hedef alır ve eleştiriyi bu kurumu ortaya çıkaran toplumsal düzene kadar vardırır. Hunter, toplumda kabul görmüş annelik kodlarına uymadığı için ıskartaya çıkarılmıştır. Ancak filmin ilericiliği buraya kadardır. Amerikan sinemasının rengini taşıdığı için bu da doğaldır.
Filmin eksik bıraktığını biz tamamlamaya çalışırsak; öncelikle vurgulanması gereken nokta; kadının biyolojik yapısının onu eş ve anneliğe yazgılı kıldığı savının bilimsel bir dayanağı yoktur. Ancak dünyanın her yerinde annelik adeta dini inanç gibi sorgulanamaz bir tabu haline getirilmiştir. İdeolojik koşullandırmanın etkisinde kalan kadınsa, eş ve anne konumunu öznel (subjektif) olarak algıladığından benliğindeki çatışmayla baş etmekte zorlanır. Kadınların çoğu, koşullandırmayı kıracak kültürel donanımdan yoksundur. Gelenekten , din çevrelerinden, televizyondaki kadın programlarına, dizilere kadar kadın üzerindeki yoğun baskı , annelikle yüzleşmenin önünü kesmektedir. Sistem sonunda “süper anne” sendromunu yaratmayı da başarmıştır.
Ancak, yeni teknoloji bu konuda da değişikliğe yol açıyor. Kadınların anneliğe bakışı değişiyor. TÜİK ( Türkiye İstatistik Kurumu) verileri de ülkemizde doğum hızının düştüğüne işaret ediyor. Kapitalist üretimde , aile bir üretim birimi değildir ama, yeniden üretim birikimi olarak yaşamsal bir konuma sahiptir.Kapitalist devletse kadının hak eşitliğini sağlayamaz. Kadın- erkek arasındaki hukuksal eşitsizlik bunun kanıtıdır. Kadını mahkum ettiği ev işleri; çocuk , hasta, yaşlı bakımıyla emeğine el koyarak sömürmekte, birey olmasını engellemektedir.
Neoliberal kapitalizminse kadından beklentileri bitip tükenmiyor. “Anneliği yüceltirken kadınlığı aşağılıyor.” Pandemide kadınlara yaşattığı zulmü gördük. Ancak kapitalizmin yarattığı sorunlardan kurtulmak, anneliğin hazzına varmak da varmak mümkün. Kadınların öfkesi büyüdükçe toplumsal ezberleri bozan ilerici güçlere katılımı da artıyor. Dünyayı yönetenlerse kendilerini kâr hırsına öylesine kaptırmışlar ki kapitalizmin sonunu getirmekte olduklarının farkına varamıyorlar.