Reklam
Kategoriler: Köşe Yazıları

Kültürel lümpenleşme

Reklam

Bayramın ilk günü evde otururken kulağıma davul, zurna sesi gelince pencereden dışarı baktım. Bir kamyonetin damperinde boynuzuna kırmızı kurdele bağlanmış kurbanlık koçla birlikte işini coşkuyla yapan bir davulcu, bir de zurnacı gördüm. Geçit törenine kamyonetin arkasına dizilmiş yaklaşık on araçlık bir konvoy eşlik ediyordu. İlk kez tanık olduğum bu manzara karşısında gelenek ve görenek kavramları hakkında yeniden düşünmek istedim.

Gelenek, “bir toplumda çok eskilerden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa aktarılan, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar” olarak tanımlanıyor. Görenek için ise “insanların birbirlerine bakarak yaptıkları şey, adet, usul, alışılmış tarz, hareket” diye tanım veriliyor[1].

Sanırım, davul zurnayla kurbanlık koç gezdiren konvoydaki kişiler de bir geleneğin gereğini, muhtemelen kendi göreneklerine göre yerine getiriyordu. Ülkemizde dosta düşmana karşı yüksek sesle yanıt vermenin yöntemi olan bu tür gösterişe dayalı görenekler asla cazibesini yitirmiyor!

İslamofobiden kim sorumlu?

Yaptırım gücü olan gelenekler, zamanla tabulaşıp sorgulanamaz hale geliyor. Özellikle dinin gerekleriyle seküler dünyanın gerçekleri sık sık çatışıyor. Örneğin evrensel düzlemde hayvan hakları savunulurken İslam’da hayvanı boğazlayarak kurban etmek ibadet kabul ediliyor. Tek tanrılı dinlerden önce de Anadolu, Mezopotamya ve Asya uygarlıklarında kurban adayıp sunmak dini ritüellerin önemli bir parçasıymış. İslam geleneğine damgasını vuran ise Hazreti İbrahim’in oğlunu kurban etme girişimi sırasında gökyüzünden indirilen koç söylencesidir. Bu söylenceden 21. yüzyılda bile ders çıkarılmadığı Diyanet-Sen tarafından yayımlanan çocuk dergisinde, idam ve kafa kesme görsellerinin kullanılmasından anlaşılıyor[2].

İslamcı siyasal hareketler aydınlanma, akılcılık, laiklik vb. kapitalist modernleşmeye içkin kavramlara savaş açmış görünseler de gerçekte kapitalist dünyanın değirmenine su taşıyorlar[3].

El Kaide, Taliban, IŞİD gibi örgütler tarafından sergilenen vahşi eylemler, düşünülenin aksine modernite projesinin insanlık için biricik seçenek olduğu savını güçlendirmeye yarıyor. Bu tür örgütlerin kırbaçlama, kafa kesme, diri diri yakma gibi insanlara uyguladığı vahşeti yansıtan görüntüler, dijital medyada viral oluyor. Cihatçılar, modern teknolojinin araçlarıyla çağdışı infazlarını kaydedip internet ortamında sözde güç gösterisi olarak modern dünyaya izletiyor. Taliban gibi örgütlerin inancıyla uyumlu olduklarını söyleyenlerin dünyada İslamofobi yaygınlaşıyor diye feryat edip sorumluları uzakta aramasına hiç gerek yok. Modern dışı hurafeleri, kutsal emanetleri ve söylenceleri dayanak alan tüm İslamcı örgütler, fanatiklerine şeriata dayalı tek tip bir dünya sistemi hayalini satarak var olabiliyor. Batılı güçler ise bu olguyu kendilerine karşı ciddi bir tehditmiş gibi gösterse de gerçekte kapitalist modernitenin propagandası için kullanıyor.

Kent köylülüğü

Türkiye’de, gelenek ve göreneklerin seküler yaşamın gerçekleriyle çatışması, 1950’li yıllardan beri uygulanan alaturka kapitalist modelle doğrudan ilişkilidir. İç ve dış göçler, çarpık kentleşme, kayıt dışı ekonomi, gelir eşitsizliği, işsizlik, bölgesel gelişmişlik farkları vb. sosyoekonomik sorunların kültürel düzlemdeki karşılığının özellikle kent yaşamına doğrudan yansıdığını görüyoruz. Ecevit’in Köy-Kent  projesini ters yüz eden bir Kent-Köy olgusunu yaşıyor ülkemiz. Göçmen mahalleleriyle, gecekondularla iç içe geçmiş villalı siteler, devasa gökdelenler kent merkezlerinde kaotik bir sosyokültürel yaşam üretiyor. Birlikte yaşama kültürüne özgü ortak değerleri oluşturmak artık mümkün görünmüyor.

Batı’nın insan haklarına ve temel özgürlüklere ilişkin ideolojik kavramlarını her türlü çıkarı için istismar edenler, karşıtlarının hak ve özgürlüklerini görmezden geliyor.  Oysa toplumsal barışın anahtarı, herkese eşit ve adil uygulanan yasalar ve kurallardır. Özellikle büyük kentlerin kozmopolit yapısı, bireysel özgürlüğün sınırlarının mutlaka çizilmesini gerektiriyor. Az nüfuslu yerleşim yerleri görece homojen özellikler gösteren insanlardan oluşuyor. Dolayısıyla herhangi bir düğün alayı ya da asker uğurlama töreni küçük yerleşim birimlerinde yaşayan insanları komşuluk ya da akrabalık ilişkileri nedeniyle rahatsız etmiyor. Ne ki, tanımadığı birinin düğün alayı ya da asker uğurlama töreni büyük kentlerde yaşayan  insanları hiç ilgilendirmediği için rahatsızlık verebiliyor. Ayrıca kırsal kültüre özgü bir gelenek olan Ramazan davulcularının kent sokaklarında dolaşarak sahura kalkacakların yanı sıra kalkmayacakları da uyandırması bireysel farklılıkların ne denli hiçe sayıldığını gösteriyor. Her hanede neredeyse birden fazla akıllı telefon varken davulcuyu saat alarmı olarak yedeklemek, bu geleneğin artık anlamını yitirdiğini  gösteriyor. Kaldı ki eski Türkiye’de büyük kentlerde yaşayanlar davulcuya gereksinim duymadan sahura kalkabiliyordu! Farklı inanç grubundan çok sayıda insanın yaşadığı kentlerde, gelenek ve görenekler başkasını rahatsız etme gerekçesi olmamalıdır.

Büyük kentleri kültürel lümpenleşmenin işgali altına sokan alaturka kapitalizm, bireysel özgürlüklerin yanlış ya da kötüye kullanılmasına neden oluyor. Sistemin dışına itilen lümpen kitle, ezikliğinin rövanşını kendini abartılı biçimde ifade ederek almaya çalışıyor. Kamuya açık ortamlarda bağırarak konuşmak ya da galiz küfürler savurmak gerçekte statükoya karşı isyanın diğer insanlara yöneltilmiş halidir. ‘Alayına kalay’ düsturu, dışlanmışlar için özgüven tazelemenin en kestirme yoludur. Gelenek ve göreneklere ilişkin ritüeller ve sokaktaki taşkınlıklar başkalarını rahatsız etse bile iktidar sahipleri tarafından genelde hoşgörüyle karşılanıyor. Alaturka kapitalizm için bir tür emniyet supabı işlevi gören ‘tehlikesiz’ sokak eylemlerine izin verilerek yığınların gazı alınıyor… Ortak yaşam alanlarında sık sık gözlemlenen lümpen had bilmezliği, insan hak ve özgürlükleri kapsamında değerlendirilebiliyor!

Kendini her zaman haklı görmenin ruh haliyle kalabalıklara karışanlar, iktidar sahiplerinin üstenci tavrına öykünüyor.  Özür dilemeyi, teşekkür etmeyi zayıflık olarak görenler, nobranlığı üstünlük saymayı acaba kimlerden öğrenmiş olabilir?

[1] https://www.turkedebiyati.org/gelenek-nedir.html

[2] https://gazetemanifesto.com/2021/ziya-selcuktan-kafa-kesme-gorseline-tek-cumlelik-yanit-452206/

[3] Mark Neocleous, Faşizm, çev.Doğan Barış Kılınç, NotaBene Yayınları, Ankara, 2014.

Reklam

Önceki Haberler

Hafıza-i Beşer | 18 Mayıs 1973: İbrahim Kaypakkaya işkencede katledildi

Dört ay boyunca süren sorgulaması sırasında defalarca işkenceye maruz kaldı. Mahkemeye çıkartılmasına az bir zaman…

18 Mayıs 2024 14:47

Harkov’da yeni gelişme

Rusya Silahlı Kuvvetleri, son bir günde Harkov bölgesinde bir yerleşim yerini daha kontrol altına aldığı…

18 Mayıs 2024 14:14

Rusya, Deutsche Bank’ın mülklerine el koydu

Rusya, Deutsche Bank'ın varlıklarına, hesaplarına ve mülklerine el koydu.

18 Mayıs 2024 14:03

Cumartesi Anneleri, 999. haftada da adalet istedi

Cumartesi Anneleri 999. haftada da Galatasaray Meydanı'nda bir araya geldi.

18 Mayıs 2024 13:50

Katil İsrail’den Türkiye’ye misilleme: Serbest ticaret anlaşmasını feshedeceğiz

İsrail, Türkiye'nin ticareti durdurma kararına karşılık olarak serbest ticaret anlaşmasını kaldıracağını açıkladı. İki ülke arasındaki…

17 Mayıs 2024 17:56

Menzil’in Karasu’daki tatil köyü tartışmaların odağında: Neden yıkılmıyor?

Sakarya'nın Karasu ilçesi Denizköy sahilinde bulunan Menzil cemaatine ait olduğu iddia edilen 'tatilköyü' tartışmalara yol…

17 Mayıs 2024 17:47
Reklam