2018 yılından beri bir kriz içinde olan Türkiye ekonomisinde sular durulmuyor. 2018 yılındaki büyük kur dalgalanmasıyla başlayan kriz, salgın dönemiyle birlikte tepe noktasına varmıştı. Krizin işsizlik ve yoksullaşma dalgasını tetiklediği bilinirken, özellikle son bir yıldır artan kur oranlarını dengelemek için Merkez Bankası’nın döviz satışı gündemdeydi. Geçtiğimiz aylardaki istifasıyla gündemden düşen eski Ekonomi Bakanı Berat Albayrak’ın belirlediği kur ve para politikaları, tartışılmaya istifanın ardından da devam ediyor.
En son eski Merkez Bankası Başkanı ve İyi Parti Ankara Milletvekili Durmuş Yılmaz’ın iddiasıyla gündeme gelen Merkez Bankası döviz rezervleri, kamuoyunda Berat Albayrak’ın ve Erdoğan hükümetinin politikalarını bir kez daha tartışmaya açtı. Son bir yıldır dış açıkta ve bütçede verilen büyük açıkların etkisiyle artan döviz kuru, Merkez Bankası’nın müdahaleleri ile kontrol altında tutulmaya çalışıldı. Ancak bu kontrol altında tutma işi başarısız olurken, Merkez Bankası döviz rezervleri de eridi. Döviz rezervleri 2020 yılının son ayında brüt 95 milyar dolar olarak ölçülürken, toplam nakit döviz miktarı 43 milyar dolar olarak ölçüldü. Bir yıl önce yılın aynı döneminde brüt döviz miktarı 105 milyar dolar, nakit döviz miktarı ise 77 milyar dolardı. Bu düzeyler kriz öncesinde brüt 115 milyar dolar, nakit döviz miktarı ise 88 milyar dolardı. İki yıl içinde nakit döviz miktarı yarı yarıya azalırken, altın cinsinden karşılıklar iki kat arttı.
Grafik 1. 2018-2020 döviz miktarlarının değişimi (Brüt, net ve altın cinsinden)
Son iki yıldaki değişim bununla sınırlı değil. 2008 krizi sonrası gündeme gelen ve ülkelerin Merkez Bankaları arasında parasal işlemlerin takası anlamına gelen swap işlemleri çığ gibi büyüdü. Katar ve Çin ile yapılan, bir kısmı yerel paralar aracılığıyla düzenlenen takas işlemleri sonucunda Merkez Bankası bilançoları şişti. Merkez Bankası’nın bilançosunda 52 milyar dolarlık swap işlemi bulunuyor. 2019 sonunda 18 milyar dolar olan swap miktarı neredeyse üç kat büyüdü. 2018 yılında swap işlemlerinde Merkez Bankası 3 milyar dolar pozitif büyüklükteydi.
Grafik 2. 2018-2020 Swap miktarlarının değişimi
Döviz kredileri de bu dönemde artış gösterdi. 2019 yılı sonunda döviz borçlanması 10 milyar dolarken, 2020 yılı sonunda 20 milyar dolara çıktı. Faiz ödemeleri de işin cabası oldu. 2018 yılında 4 milyar dolar olan faiz ödemeleri, 2020 sonunda 5,25 milyar dolara ulaştı. Döviz kredileri 2018 yılı başında yalnızca 7 milyar dolar civarındaydı. İki yıl içinde dış piyasalardan borçlanmayı üç kat arttıran Merkez Bankası bilançoları şaştı.
Amaç patronlar için daha fazla kâr, sonuç emekçiler için yıkım
Tüm bu durum, ekonomik politikaların sonucu. Döviz-faiz-enfasyon üçlüsüne sıkışan ekonomi yönetimi ve siyasi iktidar patronların çıkarları için ülkeyi uçuruma sürükledi. Emekçilerin yarattığı değerleri tek elde toplayan siyasi iktidar, bu değerleri patronların “sürdürülemez” kâr anlayışına kurban etti. Patronların kârları için düşük faiz ve döviz kur politikasını körükleyen siyasi iktidar, bu ikisini birlikte yürütme şansı kalmayınca, Merkez Bankası aracılığıyla patronların “borçlarını” üstlenmiş oldu. İşsizlik ve yoksullukla sınanan emekçiler, bu politikalar sonucunda daha fazla yoksullaştı.
Net döviz rezervleri swap gelirleri de çıkarılınca “eksi” düzeyleri bulurken, tek çıkar beklenti “swap anlaşmaları sonunda” elde edilecek düşük kur üzerinden “kâr” elde etme umudu oldu. Ancak döviz rezervleri resmi olarak erirken, 2008 krizi sonrası “güvenli liman” olduğu iddia edilen ve Türkiye tipi bağımlı ülkelerin döviz ihtiyacını Merkez Bankası aracılığıyla yürütmeyi amaçlayan swap anlaşmaları büyük bir baskı oluşturmaya başladı. Kur düzeyini düşürerek üretim maliyetlerini ve tüketim düzeylerini yükseltmeyi amaçlayan, ihtiyaç duyduğu döviz fazlalığını takas işlemleri aracılığıyla sağlayan anlayış, son olarak çamura saplandı.
Bir avuç için değil, emekçiler için zenginlik
Bu çamuru tüm topluma mal etmeye çalışan sermaye iktidarı, emekçilerin yoksullaşmasını göze alan politikaları arttırırken, karşılığında emekçilerin ise “kendi ürettiği değerlere” sahip çıkma iradesini göstermekten başka bir şey kalmıyor. Yıllardır ülkeyi talan eden ve sermayenin büyümesinden başka bir anlam ifade etmeyen bu anlayışın bir kenara bırakarak, toplumsal çıkarları hedefleyen bir anlayışın önümüze koyulması gerekiyor.
*Bu yazı ilk olarak haftalık Sosyalist Cumhuriyet gazetesinin 192. sayısında yayımlanmıştır.
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…