Soygun denizinde bir damla: Deniz Feneri
Dernek tarafından verilen hesap numaralarına yaklaşık olarak 42 milyon avro para havale edildiği toplanan bu paraların yalnızca yüzde 40’ının bağış için kullanıldığı geriye kalan kısmı ise dernekle ilişkisi bulunan şirketlere aktarıldığı bilgileri Frankfurt savcılığının hazırladığı iddianamede yer almıştır.
Ayça Delal İlter
YÜZYILIN BAĞIŞ YOLSUZLUĞU
2001 krizinin etkileri ve yoksullaşma başlıkları bu yazının çizeceği perspektifin dışında olmasına karşın ‘’yüzyılın bağış yolsuzluğu’’ olarak adlandırılan Deniz Feneri Derneği Davasını bir temele dayandırmak açısından bu noktalara değinmek faydalı olacaktır. 2001 krizi ile Türkiye’de devletin toplumsal açıdan işlevlerinin değiştiği süreçte emekçi kesimleri kandırmak ‘’refah algısı’’ yaratılmak istenmiştir. 2002 yılında iktidara gelen AKP’nin etkisi ise genişleyen kredi büyümesi ve tüketim olanakları ile yaratılan bu refah algısını güçlendiren politik ve ideolojik adımlar atması olmuştur. Eş zamanlı olarak yaşanan liberal dönüşümler ile devlet eliyle yok edilen hakların yerine ise sadaka kültürü ve yardımlaşma kurumları yerleştirilmiştir. Gözle görülür bir biçimde artan yoksullaşma, piyasalaşma ve AKP’nin sosyal politikasını yardımların oluşturuyor olmasıyla devlet eliyle örülen yardım ağlarına birçok dernek ve vakıf katılmıştır. Meşru bir zemine oturtulan tarikat kökenli dernek ve vakıfların sayılarıyla birlikte etkinliklerinin artması sağlanmıştır.
ALMANYA’DA BAŞLAYAN DAVA SÜRECİ
Esas ele almak istediğimiz Deniz Feneri Davasına gelecek olursak sürecin başlangıcı 2007 yılında merkezi Frankurt’ta bulunan Deniz Feneri Derneğine “kara para aklama ve dolandırıcılık” soruşturması kapmasında yapılan baskınla başlamıştır. Derneğin internet sayfasında, broşürlerde, gazetelerde, televizyonda ve dernekle birlikte işbirliği yapan Euro 7 televizyonunda reklamlar aracılığıyla bağış çağrısında bulunduğu, çağrı yapılırken ise çeşitli ülkelerdeki yardıma muhtaç insanların kullanıldığı ve verilen hesap numaraları üzerinden yardım edilebileceği söyleniyordu. Dernek tarafından verilen hesap numaralarına yaklaşık olarak 42 milyon avro para havale edildiği toplanan bu paraların yalnızca yüzde 40’ının bağış için kullanıldığı geriye kalan kısmı ise dernekle ilişkisi bulunan şirketlere aktarıldığı bilgileri Frankfurt savcılığının hazırladığı iddianamede yer almıştır.
2 Eylül 2008 tarihinde derneğin muhasebe sorumlusu Firdevsi Ermiş yardım için toplanan paralarla gayrimenkul alındığını ve şirketler kurulduğunu itiraf etti. Mahkeme, derneğin malvarlığına kamu adına el koymuş aynı zamanda dernek yöneticilerine dolandırıcılık ve haksız kazanç elde etmek suçundan hapis cezaları verilmiştir. Almanya’da yargılama süreci son bulurken dikkat çekilen noktalardan biri ise savcının, davanın asıl faillerinin Türkiye’de bulunduğunu iddia etmesi oldu. Hâkim gerekçeli kararında dernek yöneticilerinden Mehmet Gürhan’ın yardım paralarını bir sermaye aracı olarak kullandığını, paraların Türkiye’deki Kanal 7 televizyonuna aktarıldığını, paraların nasıl kullanılacağına karar verenlerin aralarında ise Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik ve Zahid Akman’ın olduğuna hükmetmiştir.
TÜRKİYE’DE DAVA SÜRECİ
Türkiye’de başlatılan soruşturma ile 2009 yılının Şubat ayında Almanya’dan gelen ilk dosya tercüme edilmeye başlanmış ancak yavaş ilerliyor oluşu dikkatlerden kaçmamıştır. Mayıs ayında bitirilen çeviri sonrasında şüpheliler gözaltına alınmaya başlandı, Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) yolsuzluk yapıldığına dair kimi verilere ulaşmıştır. Soruşturmayı yürüten Ankara Başsavcılığının talimatı ile MASAK soruşturmada adı geçen kişi ve kurumlarla ilgili raporunu 18 ay süren çalışmalar sonucunda tamamlamıştır. Soruşturma sürecinde Mehmet Gürhan’ın kasasından Akif Beki ve Zahit Akman’ın da isminin yer aldığı Kanal 7 ve Deniz Feneri yöneticileriyle ortaklık belgesinin çıktığı iddia edildi. Bağış paralarının aktarıldığı iddia edilen şirketlerin yönetim kurullarında ise Zekeriya Karaman, Zahit Akman, Beşir Atalay, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın eski basın danışmanı Akif Beki’nin isimleri geçmiştir. 2011 yılının Ocak ayında üç savcı belgeleri incelemek amacıyla Almanya’ya gitmiştir. Aynı yılın Mayıs ayında yeni belgelerin tercümesi tamamlanmış ve 6 Temmuz günü RTÜK eski Başkanı Zahit Akman, Kanal 7 Genel Yayın Yönetmeni İsmail Karahan, Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çelik ve Finans Müdürü Erdoğan Kara ve Kanal-7 Yönetim Kurulu Başkanı aynı zamanda ortaklarından Zekeriya Karaman gözaltına alınmıştır.
2011 yılında soruşturmada, Zahit Akman ve Zekeriya Karaman “örgüt kurmak ve nitelikli dolandırıcılık” suçundan tutuklanınca, kararı veren savcılar görevden alındı. Şüphelilerin şikâyeti üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üç savcı hakkında soruşturma başlatmış, görevden alınan savcılar hakkında görevi kötüye kullanma ve evrakta sahtecilik suçlarından açılan dava sonucunda savcılar hakkında beraat kararı verilmiştir. Yeni savcılar ise Deniz Feneri Davasını örgüt ve dolandırıcılık suçlamalarından ek takipsizlik kararı vermişlerdir. Ek olarak bu kararı veren başsavcı vekili Harun Kodalak Ocak ayında Ankara Başsavcılığı’na terfi ettirilmiştir.
20 kişi hakkında dava açılırken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başvurusu üzerine, Almanya’dan gelen Deniz Feneri dosyasıyla ilgili soruşturmada mahkeme gizlilik kararı almıştır. 13 Eylül 2015 tarihinde ise İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi, bazı sanıklar hakkında zamanaşımı dolduğu gerekçesiyle davanın düşmesine karar vererek diğer sanıklar için “güveni kötüye kullanmak”, “özel belgede sahtecilik” suçlarından beraat ettirmiştir.
AKP ve DENİZ FENERİ
Dönemin eski İçişleri Bakanı, yeni Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve Erdoğan’ın eski basın danışmanı olan Akif Beki’nin isimlerinin geçmesi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, AKP’nin Deniz Feneri derneğinden para yardımı aldığı yönündeki iddialar üzerine soruşturma başlatmıştır. Soruşturmaya ilişkin dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, “Endişemiz yok, hesabımız açık, yurt dışından da yardım almamız söz konusu değil” açıklamalarında bulunmuştur. Dönemin Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı ise “AKP ile dava arasında hiçbir alaka olmadığını herkes biliyor. Sanırım Başsavcı meraklı bir kişi” demişti. Öte yandan Almanya’da ki dava dosyasında Deniz Feneri Derneği adına toplanan paraların, şimdilerde kayıplara karışan damat Berat Albayrak’ın o dönem yöneticilerinden olduğu, şuan Albayrak Holding’e ait Sabah, Takvim gibi gazetelerin satın alınmasında kullanıldığı iddia edilmiştir. Yine iddianamede Firdevsi Ermiş’in ifadelerine dayanarak, derneğin amacının AKP siyasetini desteklemek olduğu, şirket sahiplerinin Türkiye’de ki iktidarla iç içe oldukları öne sürülmüştür. Deniz Feneri Davası’na AKP cenahının verdiği tepki ve AKP ile ilişkilendirilen bu yolsuzluğun örtbas edilmesinde FETÖ ve AKP’nin etkisini görmemiz gerekir diyerek satırlarımızı bitirelim.