Geçtiğimiz günlerde ABD Temsilciler Meclisi, Ülkü Ocakları’nın yabancı bir terör örgütü olup olmadığının araştırılmasını öngören tasarı maddesini kabul etti. Avrupa Parlamentosu (AP) ise geçen yıl ‘Bozkurtlar’ olarak adlandırılan grupları, terör örgütleri listesine alarak üye devletlerin bunlarla bağlantılı dernekleri kapatmasını tavsiye etmişti. Öncelikle Fransa, daha sonra da Almanya ve Hollanda Ülkü Ocakları’nın faaliyetlerini yasakladı. Bu ülkeler, yasağın Avrupa Birliği çapında genişletilmesinde ısrar ediyor. AP’nin sosyalist milletvekili Nacho Sanchez Amor hazırladığı raporda, ‘her türlü eleştiri mutlaka ezilmelidir’ yaklaşımıyla hareket eden Türk Hükümeti’nin kaygı uyandırdığını belirtiyor. Avrupa ülkelerinde farklı diasporaların nüfuz sahibi olmasının meşru görüldüğü, ancak doğrudan Ankara’nın emirleriyle hareket eden bir diasporanın kabul edilemeyeceği vurgulanıyor.
Avusturya’da yeşil hareketin siyasi temsilcilerinden olan gazeteci, yazar Thomas Rammerstorfer, ideolojisi Kürt ve Ermeni nefretine dayanan İslami milliyetçilik eksenindeki Bozkurtlar’ın, AKP iktidarına ait yazılımın bir parçası haline geldiğini söylüyor. Bozkurtlar: Türk aşırı sağı ve Almanya ve Avusturya’daki etkisi (2018) başlıklı kitabında Rammerstorfer, Avrupa’da demokratik haklarını kullanan azınlıkların Bozkurtlar tarafından terörize edildiğini ileri sürüyor. Sürgündeki Kürtlerin, öldürülme korkusuyla siyaset yapamadığını, gösteri düzenlemeye, gazetelere yazı yazmaya cesaret edemediğini iddia ediyor. Geçen yıl Viyana’da Kürt yanlısı göstericilere yönelik taş ve havai fişeklerle yapılan saldırının yanı sıra “Ermeni Soykırımı Anıtları” na dönük Fransa’daki saldırıları da hatırlatan yazar, bu grupların Avrupa’nın ortasında demokrasiyi felç ettiğini belirtiyor [1].
Dış basının yukarıda yer alan saptamalarıyla örtüşen şiddet eylemlerine son yıllarda Türkiye kamuoyu da sık sık tanık oluyor. Örneğin yurtdışında yaşayan profesyonel boksör Ünsal Arık ve gazeteci Erk Acarer, saldırıya uğradıklarını bir süre önce sosyal medya hesaplarından duyurmuştu. Yurt içinde ise Yeniçağ Gazetesi yazarları Yavuz Selim Demirağ ve Orhan Uğuroğlu’nın yanı sıra televizyon programcısı Levent Gültekin benzer biçimde saldırganların hedefi olmuştu. Adı geçen mağdurların tek ortak özelliği ise Cumhur İttifakı mensuplarının canını sıkan sözler söylemek… Kaba güç, söylenen söz karşısında sözü yetmeyenlerin aczini gösteren ilkel bir tepkidir. Dolayısıyla sözle yanıt verebilecek güce sahip olmayanların demokratik siyaset düzleminde yeri yoktur. 2002 yılına ait yabancı basında yer alan bir değerlendirme, bugünlere de ışık tutacak türden bazı bilgiler içeriyor:
“Alaattin Çakıcı. 1998’de Fransız polisi tarafından tutuklandı. Baumettes tutukevinde aylarca hücre hapsinde kaldıktan sonra Türkiye’ye iade edildi. Çakıcı, “kariyerine” özellikle şiddet içeren aşırı sağcı bir örgüt olan Bozkurtlar ile başladı. Kendisi, yıllarca eroin de dahil olmak üzere çeşitli kaçakçılık faaliyetlerinde bulundu. Türk gizli servisinin bazı birimlerinin desteğinden yararlanan mafya liderinin, kazançlı işlerle uğraşan kimi siyasi liderlerle de bağlantısı vardı [2].
Bu bilgilere ek olarak Susurluk Skandalı’ndan sonra Çiller’in “Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir.” açıklamasını anımsamak, iktidarın ve bazı emniyet birimlerinin mafya ile gayrimeşru bir ilişki içinde olduğunu kavramaya yetiyor. Meşru zeminden uzaklaşan iktidarlar, yasalardan aldıkları yetkilerini kötüye kullanarak her türlü yasa dışı işe bulaşıyor. Kara listeye girenler de mafya hukukuna göre cezalandırılıyor.
AKP Dönemi’nde derin devletin siyaseti dizayn etme çabasının en çarpıcı örneği ise;
7 Haziran 2015 genel seçim sonuçlarının açıklandığı gece ve sonrasında yaşananlardır. Beş ay sonra seçim yeniletenler, sokağı terörize edip demokratik seçim ortamını felç etmiştir. Çok sayıda masum insanın canı, tek başına iktidarda kalmak uğruna feda edilmiştir. Türkiye’de hükümetler siyasi ve ekonomik çıkmaza düştüğünde koltuk uğruna derin devlet mekanizmasıyla işbirliğine girebiliyor. İşbirliğinin boyutları büyüyüp ayyuka çıkarsa hükümetlerin ulusal ve uluslararası düzlemdeki meşruluğu tartışmalı hale geliyor. Bugün ülkemizde derin devletin dibi epeyce gözüktü ama deşifre olanlar, deve kuşu gibi başını kuma sokup görülmediğini var sayıyor.
Dışişleri bakanları, görevli bakanlık çalışanları ve diplomatlar aracılığıyla yürütülen uluslararası geleneksel diplomasinin kolaylaştırıcı ve tamamlayıcı bir ögesi olan kamu diplomasisi, siyasal iletişimin en önemli aygıtlarından biridir. Yumuşak güç olarak da adlandırılan kamu diplomasisi, hükümet dışı bireyler ve kuruluşlar eliyle yürütülen bilimsel, kültürel, sportif ve benzeri faaliyetler olarak tanımlanıyor. Kuşkusuz, hükümetlerin kamu diplomasisi yürüten kuruluşlara kaynak sağladığı da bilinen bir gerçek. Bu tür faaliyetler farklı ülkelerin kamuoyunda iyi bir izlenim bırakmak için yapılıyor [3].
Türkiye son yıllarda etkili bir kamu diplomasisi yürütemiyor. Bunda AKP Hükümeti’nin sürekli zikzak çizen dış politikasının ve kullandığı şiddet dilinin önemli bir payı var. İktidar, geleneksel diplomasideki başarısızlığını gizlemek için muhatap ülkeleri sürekli halka şikayet ediyor. Özellikle ABD, Rusya ve AB ile ilişkilerde son yıllarda ‘laf sokma diplomasisi’ yürütülüyor. Türkiye aleyhine alınan tüm kararların sorumluluğu muhataba yüklenip ‘hasmane tutum’, her seferinde şiddetle kınanıyor. Gerçekte bu tür istenmeyen kararları önlemenin yolu diplomasiden geçiyor. Sızlanmak, ilenmek, tehdit etmek gibi duygusal tepkilerle dış politikada kazanım elde etme olanağı yok.
Devletlerin yaptığı gibi diasporalar da yaşadıkları ülkede halkın ve yönetimin sempatisini kazanmak; hak ve çıkarlarını koruyup geliştirmek için yumuşak güç kullanıyor. Batılı metropollerde yaşayan Kürt, Ermeni ya da muhalif Türk bireylere kaba güç kullanan bir diasporaya ise hiçbir ülke halkı ve yönetimi sempatiyle bakmaz. İktidarın demokratik ve diplomatik yollardan çözemediği sorunlar, sivillere yönelik saldırılarla mı çözülecek? Vatanseverlik kaba güç gösterisine indirgenemez. AKP-MHP İttifakı, iradesinin sınırlarını gözetmeden savurduğu boş tehditlerle yurt içinde ve dışında sokağı kışkırttığının farkına varmalı ve bundan derhal vazgeçmelidir.
Ayrıca Taliban ve benzeri radikal dinci grupların hamisi ve muhatabı gibi dünya halklarına poz veren AKP iktidarı, emperyal ülkelerin eline durmadan koz veriyor. Başta ABD olmak üzere diğer Batılı devletler, bir muktediri sistem için tehdit olarak gördüğünde yönettiği ülkeyi de ‘haydut devlet’ diye yaftalıyor. Zaten ABD’deki düşünce kuruluşları bir süredir raporlarında Türkiye’den böyle söz ediyor. ABD Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen Ülkü Ocakları’na ilişkin tasarı maddesi de bu açıdan önem taşıyor.
Sonuçta, ABD ve AB’nin Bozkurtlar için aynı çizgide buluşması ülkemiz açısından pek hayra alamet görünmüyor. Türkiye’nin dış dünyadan tamamen izole edilme riskini önlemek için erken seçim tarihi bir an önce açıklanmalıdır. İktidar açısından bu bir vatanseverlik sınavıdır.
[2] https://www.lexpress.fr/actualite/societe/justice/le-loup-gris_498370.html
[3] İlker C. Bıçakçı (2016), Halkla İlişkilerin Kurmaca Dünyası ve Hakikatin Direnişi, Ütopya Yayınevi, sf. 70.
Bu haber en son değiştirildi 21 Ekim 2021 11:39 11:39
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…