Öfkeli hatibin eseri

Tartışma kültüründen nasibini almamış öfkeli siyasiler, rol model konumunda oldukları için toplumsal düzlemde şiddetin yaygınlaşmasından sorumludur.

Bundan tam on üç yıl önce Erdoğan, “öfke hitabet sanatıdır” diyerek kendi üslubunu savunuyordu. Erdoğan’ın monolog tarzı hitabetini televizyondan ya da sosyal medyadan yıllardır izliyoruz. Kullandığı dil ve üslup nedeniyle neredeyse her konuşması yandaşlarını da, karşıtlarını da etkiliyor. Öfkeyi hitabet sanatı olarak niteleyen anlayışa göre siyasi rakiplerle diyalog kurmaya ve tartışmaya tenezzül bile edilmiyor. Tersine muhalif liderler kişilikleri hedef alınarak küçümsenip aşağılanıyor. Böylelikle AKP’ye oy vermeyen milyonlarca seçmen de dolaylı yoldan aşağılanmış oluyor. Bu hitabet tarzı, ötekileştirilene dönük şiddeti körükleyip meşrulaştırıyor. Gazetecilere, aydınlara, siyasetçilere, hatta ana muhalefet partisi liderine yapılan fiziki saldırılar, adeta iktidarın fiili cezalandırma yöntemine dönüştü. Bu durumda saldırganların neden ceza almadığını sormak da anlamını yitiriyor.

Yaklaşık 3000 yıllık hitabet sanatı ise öfke duygusuna kapılmadan yapıcı tartışma yöntemiyle insanları etkileyip biliş, tutum ve davranışlarını değiştirmeyi hedefliyor.

Hitabet sanatında her zaman stratejik bir öneme sahip olan ikna olgusu, sosyal psikoloji deneylerinden nörolingüistik çalışmalara, satış ve propaganda tekniklerinden kurumsal ve bireysel iletişim becerilerine değin birçok alanı yakından ilgilendiriyor. Antik dönemden günümüze Aristo, Platon, Freud, Jung, Maslow gibi bilim ve düşünce tarihine mal olmuş isimler, ikna süreçlerini anlamaya ve açıklamaya çalışmışlar. İktidar sahipleri de siyasi ve iktisadi hedeflerine ulaşmak için ikna edici iletişim yöntemlerinden her dönem fayda sağlamış.

Hatiplerin kişilik özellikleri ve karizması, ikna açısından avantaj olsa da yeterli görülmüyor. İkna edici iletişimde hitabetin hem duygu, hem de mantık boyutu önem kazanıyor. Ayrıca hatiplerin söylemde ve eylemde tutarlı olması kamuoyunda güven sağlayıcı bir unsur olarak belirleyici oluyor. İkircikli tutum ya da tavırlar ikna sürecini olumsuz etkiliyor. Örneğin AKP’nin Sağlık Bakanı, hem halkı aşı olmaya davet ediyor, hem de aşı karşıtlarının mitingine yönelik tavır almıyor. İktidar, mevcut stratejisiyle çelişen bu tür taktiksel hamlelerle yandaş kitleden kopuşları önlemeye çabalıyor. Diğer bir deyişle oy kaybetme kaygısının pandemi sorunsalının önüne geçtiği anlaşılıyor. Buradaki söylem tutarsızlığı ise ‘insan bedeninin dokunulmazlığına saygı duyuyoruz’ gibi bir savla dengelenmeye çalışılıyor. Aşı karşıtlarının bedenine zarafetle yaklaşanlar, muhalif bedenleri coplamaktan, saçlarına yapışıp yerlerde sürüklemekten ne yazık ki geri durmuyor. Gerçekte tek adam rejiminin temel sorunu, her türlü ikna aygıtına sahip olmasına karşın ikna argümanlarını tüketmiş olmasıdır. Sürekli tekrara düşen iktidarın söylem krizi yaşadığı, sözünün seçmen nezdinde hükümsüz kaldığı görülüyor. İkna gücünü yitiren Erdoğan, muhalif partilere ve bunların milyonlarca seçmenine her fırsatta gözdağı vererek koltuğunu korumaya çalışıyor.

Şiddet yoluyla ödeşmek

Bir yurttaşı, kendi aleyhine yapılan sosyal medya paylaşımlarını beğendiği için belediye binasında tekme tokat döven AKP’li başkanın görüntülerini ekranlardan izledik. Kuşkusuz sözcüklerle yapılan paylaşımlara aynı yöntemle yanıt verilmesi ya da yasal yollardan itiraz edilmesi beklenir. Bir belediye başkanının öfkesini kontrol edemeyip makamından aldığı güçle şiddete başvurması, ülkenin içler acısı durumunu gösteren ibretlik bir olaydır. Erdoğan’ın yıllar önce hitabet sanatı olarak öne sürdüğü öfke olgusunun gerçekte dövüş sanatına ait olduğunu da böylece öğrenmiş olduk!

Toplumda öfkesine hedef arayanların bu tip olumsuz örneklerden etkilenerek şiddeti içselleştirme olasılığı yüksektir. Günümüzde sıklıkla tanık olduğumuz kadına, çocuğa ya da hayvana yönelik şiddet, iktidar sahiplerinin öfke dolu hoyratlığından soyutlanamaz. Tartışma kültüründen nasibini almamış öfkeli siyasiler, rol model konumunda oldukları için toplumsal düzlemde şiddetin yaygınlaşmasından sorumludur. Bu bağlamda sokaktaki insanın fiziksel şiddeti bir tür ödeşme yöntemi olarak benimsemesine şaşırmamak gerekiyor. Anlaşmazlık durumlarında sorunu tartışarak çözmektense muhatabı cezalandırmak neredeyse meşru hale geldi. Duygusal olgunluğa sahip olmayanlar açısından kavgacılık ve saldırganlık bir ifade biçimi olarak görülüyor. Özellikle yasal cezasızlık güvencesiyle kaba güç kullananlar, muhatabını anlamaya, onunla uzlaşmaya hiç yanaşmıyor.

Toplumda tartışma kültürünün gelişebilmesi için demokratik bir iklime gereksinim var. Bunun yolu da öfkeden arınmış yeni bir siyaset tarzını topluma benimsetmekten geçiyor. Yapıcı tartışma ortamı uzlaşma olasılığını artırırken kavga ortamı yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Sonu uzlaşmayla bitmese de tartışma süreci insanların farklı görüşlerle yakınlaşmasını sağlıyor. Kendine benzemeyeni içine sindirip hoşgörüyle davranmak ancak tartışma pratiğiyle öğrenilebiliyor. 1990’lı yıllarda Türkiye, özel televizyonlarda yayınlanan ‘Siyaset Meydanı’ gibi nitelikli tartışma programlarını izlerdi. Ne yazık ki bugün ‘Tarafsız Bölge’ formatındaki programlarda taraflı konukların kör dövüşü izleniyor.

İktidarsız ittifak

Son yıllarda hemen her alanda yaşanan başarısızlıklarla ciddi itibar kaybına uğrayan AKP-MHP ittifakı, iktidarsızlığın dışavurumu olarak sadece baskı ve şiddetten medet umuyor. Kullandığı sınırsız yetkilere karşın sorun çözme iradesini yitiren Erdoğan, 19 yıldan beri kamuoyuna hep ana muhalefeti şikayet ediyor. Dahası iç ve dış lobiler gibi soyut kavramları da şikayet konusu yaparak mağdur rolüne soyunuyor. Bugünlerde hayat pahalılığındaki sorumluluğunu inkar eden iktidar, zabıta önlemleriyle sorunu çözecekmiş gibi yapıyor. Erdoğan’ın belediye başkanlığı dönemi hatıralarıyla toptancı hallerine ve marketlere baskın yaptırması trajikomik bir çaresizliği yansıtıyor. Bundan sonra böylesi bayat argümanlarla halkı ikna etmek pek kolay görünmüyor.

Eski ABD Başkanları’ndan Truman’ın “İkna edemiyorsanız kafaları karıştırmayı deneyin” öğüdüne uyan AKP İktidarı, bu aralar Diyanet İşleri Başkanı’nı uluorta konuşturup gerçek gündemi bulandırmayı deniyor. Öte yandan ülkemiz, iktidar sahiplerinin de dahil olduğu bir dizi skandalla aylardır çalkalanıyor. Ancak kimseden kamuoyunu ikna edecek mantıklı bir açıklama gelmiyor. Ses vermesi gereken yetkililer, koltuklarında suspus oturuyor. Bu tür durumlarda ‘sükût ikrardan gelir’ atasözünü birbirimize daha sık anımsatmamız gerekiyor galiba…

Yazarın Diğer Yazıları
Ronald-Donald döngüsü 14 Kasım 2024
Neofaşist küreselleşme 20 Eylül 2024
Kirli mahremiyet 25 Temmuz 2024