Bağımsız Türkiye'den "Küçük Amerika"ya...
14-03-2021 10:0229 Temmuz 1950’de Cemiyet kapatılır. Yargılama sonrasında Behice Boran ve kurucu üyeler, “siyasi maksatlar gütmek, ABD ile dostluğumuzu bozmaya teşebbüs etmek, halkın hükümete itimadını kırmak, milli mukavemeti zaafa uğratmak” gerekçesi ile bir yıl üçer ay ağır hapis cezasına çarptırılır.
Hanife Şahan
NATO’nun kuruluşu, misyonu herkesin bildiği üzere çok nettir: Sovyetler Birliği karşıtlığı, komünizm karşıtlığı. Bu anlamda komünizme karşı gelmiş geçmiş en büyük terör örgütü misyonuyla kurulduğu da bilinmekte. Emperyalist savaşın sancıları devam ederken, insanlığın en vahşi halini sergileyen faşizmin komünistler tarafından yıkılması tüm dünyada yeni bir dönemi başlattı. Bu yeni dönemde özgürlük, demokrasi gibi kavramlar emperyalistlerin ağzına pelesenk oluyor, yüzünü sola, sosyalizme dönen her kesime, her ülkeye, herkese karşı çok çeşitli yollarla ya kapsama hamleleri gerçekleşiyor ya da savaş açılıyordu. Türkiye de bunların başında geldi…
Bağımsız Türkiye’den “Küçük Amerika”ya…
Ne acıdır ki çok kısa bir zaman önce verilen bağımsızlık savaşı ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, 1952’de NATO’ya sokularak tamamen bağımlı hale gelmişti.
22 Mayıs 1950’de “demokrasi” söylemi ile iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk vaatleri Türkiye’nin evrileceği rotayı da netleştiriyordur. Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’nda yapılan değişiklik ile yabancı sermayeye yerli sermayeye tanınan tüm hakların tanınmaya başlanması, Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi, tarikat ve cemaatlerin önünün açılması, IMF ve Dünya Bankası’ndan alınan borçların büyümeye devam etmesi henüz yola çıkarken yapılan icraatlardı! Emperyalizme bağımlılık ve elbette komünizm düşmanlığı DP’nin asıl karakterini ortaya koyuyordu. Türkiye DP ile kimlik değiştiriyordu.
“Özgürlükler ülkesi” Amerika gibi olabilmek Menderes’in en büyük hayalidir, yani “Küçük Amerika”… Bu başlıktaki en önemli adım ise 1950’deki Kore Savaşı ile atılır. Amaç sürekli kapısını çaldığı NATO’nun artık kapıyı açıp Türkiye’yi yanına almasıdır ve bunun için kan akıtmaktan çekinilmeyecektir. Tabii bu çabanın karşılığı sonuçsuz kalmaz. 1952’de Türkiye NATO’ya girer, hatta “en sevilen” üyelerinden biri olarak bugün hala bağımlılığını devam ettirir. Türkiye NATO için oldukça önemlidir. Güçlü bir orduya sahip olan Türkiye’nin ekmeğinden sütünden faydalanmak için zaten çok çaba sarf etmeye gerek yoktur.
ABD’nin Türkiye’nin üyeliğini desteklemesi, Sovyetler Birliği’ni sıkıştırmak adınadır. Türkiye topraklarında edineceği askeri üs sayesinde bu sıkıştırma daha hızlı gerçekleşecektir. Bunun yanında Türkiye’nin Ortadoğu’ya olan yakınlığı, İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’ye gelmeye başlayan Amerikan askeri ve ekonomik yardımlarının da bitmemesi gibi başlıklar da hesaba katıldığında Türkiye emperyalizmin önemli müttefiki olma yolunda elinden geleni yapar. Birçok yüksek mertebeden asker ABD’de eğitime gönderilir, sermaye için kapılar açılır, üsler kurulur ve tabii emperyalizmin kültürü yerleştirilmeye çalışılır. ABD’siz bir Türkiye hem Başbakan Adnan Menderes hem de dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar için kabul edilebilir değildir.
Kore Savaşı bu süreçte bağımlılığın esaretini ortaya koyması açısından oldukça önemli bir örnektir. Türkiye emperyalistlere yaranmak adına, komünizme karşı savaşması için Kore’ye 4500 askerini gönderir. Buna karşı çıkan Behice Boran’ın genel başkanı olduğu Türkiye Barışseverler Cemiyeti, TBMM’ye bir dilekçe gönderip, Menderes hükümetinin Kore’ye Meclis kararı olmaksızın asker göndermesinin yasa dışı olduğunu hatırlatır ve İstanbul’un çeşitli noktalarında bildiri dağıtırlar. Cemiyet üyeleri, “milli menfaatlere aykırı beyannameler yaymak” suçlaması ile tutuklanır. 29 Temmuz 1950’de Cemiyet kapatılır. Yargılama sonrasında Behice Boran ve kurucu üyeler, “siyasi maksatlar gütmek, ABD ile dostluğumuzu bozmaya teşebbüs etmek, halkın hükümete itimadını kırmak, milli mukavemeti zaafa uğratmak” gerekçesi ile bir yıl üçer ay ağır hapis cezasına çarptırılır.
Kore Savaşı’nın ardından ödül olarak gelen NATO üyeliği ile Türkiye’de sola, sosyalizme karşı büyük bir savaş başlatılır. Ancak hem Sovyetler’in etkisi hem de emperyalizme göbekten bağlanan Türkiye’de anti-emperyalizm de yükselişe geçecektir.
Anti-Komünizm histerisi ile büyük teslimiyet
1929-1932 arası dünyada ciddi bir ekonomik bunalım yaşanırken Türkiye Sovyetler Birliği’nin ekonomi politikasını uygulayarak devletleştirme hamlesini hayata geçirdi. Büyük Ekim Devrimi’nin heyecanı bu topraklarda ilerici adımların da öncüsü oldu. Sovyetlerin yardımıyla sanayi gelişti, fabrikalar kuruldu. Türkiye kendi başına bağımsız bir devlet olma yolunda ilerlerken CHP’nin izlediği yanlış politikalar ve sonrasında ortaya çıkan DP iktidarı “Küçük Amerika” olma yolunda her şeyi yerle bir etmişti. Bu aynı zamanda çok büyük bir teslimiyetin de başlangıcı oldu. Artık halkın ve ülkenin çıkarı değil, emperyalizmin, sermayenin çıkarı için harekete geçiliyordu. Doğaldır ki bunun önündeki engeller de kalkmalıydı!
Bu anlamda Barışseverler Cemiyeti’ne verilen ceza 1951 tevkifatının da habercisi olmuştur diyebiliriz. Türkiye’de sol düşmanlığı çeşitli söylemlerle yaygınlaştırılmaya çalışıldı, kamuculuk yerle bir edildi, kavramlar lağvedildi, bağımsızlık vatan hainliği ile eş tutuldu. Öyle ki bizzat DP’nin gerçekleştirdiği 6/7 Eylül olaylarının sorumlusu olarak bile komünistler gösterilebiliyordu.
DP 1950’de iktidara geldiğinde birçok önemli komünist tahliye edilmişse de 141 ve 142. maddeler daha da ağırlaştırılmış, büyük şair Nazım’a memleketinde yaşam hakkı tanınmamıştır. Zaten bu tahliyelerin de göstermelik olduğu kısa bir süre sonra ortaya çıkar. 1951 tevkifatı iki yıl sürer. Komünistler en ağır şekilde susturulmaya çalışılır. Türkiye kapitalizmi oturmaya başlamış, Sovyet ve sol düşmanlığı körüklenmiştir. Türkiye’nin komünistleri kısa bir dönem sessizliğe mahkum edilse de bağımsızlık söylemleri ilerleyen dönemde daha gür çıkacaktır.
70 yıl öncesinden bugüne bakıldığında bir şeyin değişmediği ise bir gerçek. O dönemde başlayan bağımlılık bugün daha da büyüyerek devam etti, ediyor. DP ise bugün AKP ile devam ediyor, CHP aynı söylemleri bugün de yineliyor. 70 yıl önceki bağımlılık Türkiye’ye darbeleri getirdi, hiç uğruna savaşa soktu, yoksullaştırdı, gericileştirdi, katliam yaptırdı. Birçok sosyalist bağımsızlık istediği için öldürüldü, yakıldı, işkenceye uğradı.
Türkiye bağımsızlık mücadelesi veren onurlu insanlar sayesinde gericilerin, işbirlikçilerin istediği gibi Küçük Amerika olamadı ama burjuva siyaseti, anti-komünizm tüm ipleri emperyalizme teslim ettirdi. Anti-komünizm Türkiye’yi emperyalistlere peşkeş çekmekten hiç çekinmedi. Neyse ki hala ipleri teslim etmemeye kararlı onurlu komünistler var…