Cumhur ittifakı: Türk İslâm senteziyle nereye kadar?
09-10-2021 23:18AKP ve MHP’nin merkezinde durduğu Cumhur İttifakı, siyasal iktidarın tüm olanaklarını kullanmaya çalışarak önümüzdeki seçimlere hazırlanıyor. Bununla birlikte gerek ekonomik kriz gerekse ülkemizdeki siyasal gelişmeler ittifakın geleceğine inişli çıkışlı bir gelecek sunuyor.
Kamil Tekerek
Anketler Cumhur ittifakı açısından iç açıcı değil
Son aylarda yapılan anketlerin Cumhur İttifakı açısından pek iç açıcı bir tablo sunmadığı artık tüm toplum tarafından görünür hale geldi. Hatırlanacağı üzere 2011 Genel Seçimleri’nde AKP yüzde 49,83 oranında oy alarak “toplumda iki kişiden birinin AKP’ye oy verdiği” algısına ulaşmaya başarmıştı. O dönem AKP’ye muhalefet eder pozisyonda olsa da MHP’nin oyu da yüzde 14,27 seviyesinde idi. 2015 sonrasında kurulan Cumhur İttifakının temelinde birden fazla siyasi gelişmenin payı olduğu biliniyor. Ancak bundan on yıl önce iki partinin oy toplamı yüzde 65 ederken bugün Cumhur ittifakının yüzde 40’ın biraz üzerinde seyrettiğinin görülmesi, iktidardaki gerici-faşist sağ koalisyon açısından önemli bir gerileme olarak ortaya çıkmış durumdadır.
Başkanlık rejimi ile birlikte seçim sisteminde yaşanan dönüşüm de hesaba katıldığında öncelikle AKP-MHP iktidarının toplumsal etkisi ve bunun seçim sonuçlarına yansıması boyutunun artık kendileri açısından daha tehlikeli bir boyuta geldiğini ve aslında eğik düzlemden aşağıya doğru bir kayış olduğunu tespit etmek gerekmektedir.
Seçim sisteminin değiştirilmesi ilaç mı yoksa yeni bir çatlak mı?
Tüm bunları gören Cumhur ittifakının gerek başkanlığı garanti altına almak gerek düzen muhalefetini parçalamak gerekse parlamento seçimlerinde milletvekili sayısını en üst seviyeye getirmek için seçim sisteminde değişiklikleri gündeme getirmesi bekleniyor.
Öncelikle seçim barajının yüzde 7’ye düşürülmesini gündeme getirmesi beklenen Cumhur İttifakının, karşı cephesindeki öznelerin işbirliğini bozmaya çalıştığı düşünülebilir. Barajın yüzde 7’ye çekilmesi ile birlikte Millet ittifakı ile birlikte hareket etmesi beklenen Saadet, DEVA ve Gelecek Partileri’nin ayrışacağı öngörüsü şu anda pek karşılık bulmamış gibi görünüyor. Seçim sistemi tartışmalarının göbeğinde, adı geçen partilerin de içinde olduğu altı partinin Meclis çatısı altında “güçlendirilmiş parlamenter sistemi” göstere göstere ele almaya başlaması bunun temel bir göstergesi olmuştur. Bununla birlikte yüzde 7’lik barajın HDP’nin yüzde 10 barajı üzerinden yakaladığı siyasi dinamizmi kırmak gibi bir arka planı olduğu da gündeme gelmektedir. Bilindiği üzere HDP de Millet ittifakına açık kapı bırakarak ve büyük bir kredi açarak ayrı bir Demokrasi ittifakı kuracağını ilan etmiştir. Bunun pratik sonuçları konusunda konuşmak için henüz erkendir. Ancak bu adımın özellikle Doğu ve Güneydoğu illerindeki AKP’li Kürtlerin AKP’den kopuş dinamiklerini ne kadar frenleyeceği belirsizdir.
Barajın düşürülmesinin MHP’yi kurtarmak için gündeme geldiği düşüncesinin ise şu an henüz bir karşılığı bulunmuyor. Bunun nedeni ise Cumhur ittifakı devam ettiği sürece MHP için bir baraj söz konusu değil. Eğer ki MHP Cumhur İttifakından ayrılacaksa o zaman AKP’nin zaten tek başına iktidar şansı bulunmuyor. Cumhur İttifakının siyaseten devam ettiği ancak AKP ve MHP’nin ittifak çatısı altında olmadan seçimlere girdikleri tablo ise seçim sisteminde çok daha büyük ve köklü değişiklikleri gündeme getireceği için şu anda o olasılık da pek mümkün görünmemektedir.
Yine seçimler konusunda beklenen değişikliklerden bir tanesi ise dar ya da daraltılmış bölge sistemine geçilmesi olarak gündeme gelmektedir. Bu konuda ise AKP ile MHP arasında karşıt görüşler olduğu, AKP’nin parlamentodaki çoğunluğu elinde tutmak için gündeme getirdiği bu değişikliğin HDP’nin bölgedeki milletvekili sayısını arttırma ihtimalinden hareketle MHP’nin itiraz ettiği biliniyor. Ancak diğer taraftan ise düşen oy potansiyeli ile en fazla milletvekiline ulaşmak isteyen AKP iktidarının bu başlığı zorlamaktan başka çıkış yolu kalmayacaktır. Bunun Cumhur ittifakında bir çatlağa yol açıp açmayacağını göreceğiz.
Türk-İslâm sentezi nereye kadar götürür?
Cumhur İttifakının siyasal ve ideolojik gıdasını aldığı yerin kökleri 12 Eylül cuntasında bulunan Türk-İslâm sentezi olduğu açıktır. Ancak bunun kendisinin ittifakı nereye kadar taşıma potansiyeli olduğu önemli bir gündem olarak görünür olmaya başlamıştır. Bu anlamda ittifakı zorlayan bazı başlıkları ifade etmek gerekirse laiklik, Kürt siyaseti ve emperyalizmle ilişkileri saymak yerinde olacaktır. Bunlarla birlikte bahsedilen gündemler ve seçim tartışmalarının arka planında yürüyen yeni Anayasa gündemi de bunların sağlamasının alınacağı yer gibi görünmektedir.
AKP iktidarının kendi içindeki tarikatlar koalisyonundaki, toplumsal tabanındaki dağılmayı durdurmak ve konsolidasyonu sağlamak, ayrıca düzen muhalefeti cephesine geçen özneleri taraflaştırmak için din siyasetini ve İslâmcılığı yükseltmektedir. Bu durum, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı Cumhur ittifakının üçüncü ortağı haline getirmiş, din siyasetine hız verilmiştir. Ancak bununla birlikte, AKP cenahından Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilmesi ve laikliğin kaldırılması yönündeki açıklamalar gelmesi MHP açısından sorun yaratmaktadır. Ancak bu benzeri kriz başlıklarının İkinci Cumhuriyet’in doğası gereği daha çok yaşanacağını şimdiden öngörmek mümkündür. Son tahlilde piyasacılık, işbirlikçilik ve dinci gericilik ekseninde tam gaz ilerleyerek tasfiye edilen Birinci Cumhuriyet’in yerine kurulan yeni rejim kendi ayakları üzerinde doğrulmaya çalıştıkça kendi içindeki kriz dinamiklerinin tetiklenmesi de muhtemel görünmektedir.
Yine Kürt sorunu başlığında özellikle MHP’nin yükselttiği AKP’nin de üzerinden nemalanmaya çalıştığı milliyetçi söylem dönüp dolaşıp AKP iktidarının HDP ile yürüttüğü çözüm sürecine, AKP’nin Kürt siyasi hareketi ile yaptığı görüşmelere, İBB seçimlerini kazanmak için Abdullah Öcalan’ın mektubunun okutulmasına ve Osman Öcalan’ın TRT’ye çıkartılmasına çarpmaktadır. Ancak diğer taraftan yukarıda bahsettiğimiz AKP’li Kürtleri kaybetmemek için arayışta olan AKP sıkışma yaşamakta ve bu başlıkta hareketsiz kalmaktadır.
Devam etmek gerekirse, “Taliban’ın dostları” söyleminin Türk-İslâm sentezinin Amerikancı ruhuna uygun olduğu düşünülebilir. Ancak dış politikadaki başarısızlıklar, neredeyse her coğrafyada yapılan NATO temsilciliği gibi olgular üst üste eklendiğinde Cumhur ittifakını birleştiren olgunun dış politika, “yerli ve milli” söylemi ve ülkenin bekası gibi siyasal açılımlar olmayacağı açıktır. Paralel olarak AKP’nin gerici, liberal ve emperyalizm yanlısı göçmen politikasının ittifakın tabanında çok da karşılık bulmadığını ve zayıf karnını oluşturduğunu söylemek mümkündür.
Son olarak, yükseltilen din siyasetinin pratik sonucu Cumhur ittifakının “şeriat ittifakı” noktasına gelmesidir. Yükseltilen milliyetçiliğin pratik sonucunda ise Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli tarafından Cumhur ittifakına karşı çıkan herkesin terörist olarak yaftalanması gündeme gelmektedir. Sürekli “toplumsal barış”ı inşa etmekten söz ederek toplumu derin bir şekilde kutuplaşmaya doğru ittiren Cumhur ittifakının bu açıdan da inandırıcılık sorunu yaşayacağı açıktır.
Ekonomik krizi yönetemeyen Cumhur İttifakının siyasi krizleri yönetmesi de mümkün değil
Yukarıda bahsettiğimiz siyasal olguların temelinde ise ülkemizde yaşanan derin ekonomik krizin ve sonuçlarının olduğunu son olarak ifade etmek önem taşıyor. İşsizlik ve yoksulluğun arttığı, sınıfsal farkların hem derinleştiği hem de daha fazla açığa çıktığı bu dönemde Cumhur ittifakı tarafından üretilen tüm söylemlerde hızlı bir şekilde inandırıcılığını yitirmektedir.
Ücretlerin tamamen eridiği ve enflasyonun zirve yaptığı bir dönemde özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yükseltilen ve “her şey aslında iyi gidiyor” yönünde yapılan açıklamaların tabanda ne kadar karşılık bulduğu belirsiz olmakla birlikte, eskisi kadar güçlü birer söylem olmadığının bilinmesi gerekmektedir.
Bu anlamıyla başkanlık sisteminin ekonomiyi uçuracağı söylemi tamamen boşa düşmüş, Cumhur ittifakının savunduğu değerlerin aslında tamamen zenginlerin çıkarlarını savunan bir yere düştüğü daha da görünür olmaya başlamıştır. Özellikle, AKP’lilerin ve yandaşların aldıkları üçer, dörder maaşların karşısında halkın çöpten yiyecek toplar durumlara gelmesi siyasal başlıklardaki sorun çözme kapasitesini de zorlaştırmaktadır.
Bunlarla birlikte son aylarda AKP’li bürokratları ve hatta bakanları da ilgilendiren yolsuzluklar, kaçakçılık ve mala çökme ile ilgili iddialara karşı Cumhur ittifakının “kimseyi yedirmemeye” kararlı tutumu ise kendilerini içten içe çürütecek boyutlara ulaşacak gibi görünüyor. Bunu da daha fazla baskı ve zor uygulayarak; dincilik ve milliyetçi hamaset yaparak aşmaya çalışacaklardır. Her ne kadar Cumhur İttifakı şu anda yek vücut gibi görünse ve bir dizi başlıkta kararlılık beyanını ortaya koysa da siyasi dinamikler AKP-MHP iktidarının yükseliş trendinde değil yazının başında ifade ettiğimiz gibi eğik düzlemden aşağıya doğru hareket ettiğini gösteriyor.