HDK nereye oturuyor ya da HDK nereye kadar?
05-12-2021 07:432011 yılında kurulan Halkların Demokratik Kongresi (HDK)’nin kuruluş dinamikleri ile gelinen noktadaki pozisyonu arasında bir dizi farklılaşma olduğu biliniyor. Ancak bu farklılaşmanın Kürt siyasi hareketinin öznel pozisyonu, “büyük siyaseti” ve ideolojik duruşu anlamında olduğunu söylemek pek mümkün değil.
Türkiye’de solun ittifak deneylerinden biri olarak ele alınabilecek olan Halkların Demokratik Kongresi’nin kuruluş dinamiklerinin de sol ve ezilenlerden yana bir pozisyon üstlenmek üzerine olduğu biliniyor. 12 Haziran 2011’de yapılan genel seçimler öncesine dönemin Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)’nin solla yürüttüğü mesai sonucunda seçimlerde belirlenen bağımsız aday politikasının çatısı “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu” olarak adlandırılmıştır. O dönem çatı partisi tartışmaları da yoğun bir şekilde yürütülmüş, gerek BDP’nin böyle bir parti olmaması gerekse yüzde 10 barajı nedeniyle solun bir bölümü ile Kürt hareketinin işbirliği seçimlere bu şekilde taşınmıştı.
Bloğun 41 ilde 65 adayı çıkarken, seçimler sonucunda bunların 36’sı seçildi. Sonrasında Hatip Dicle’nin milletvekilliği YSK tarafından düşürülünce sayı 35’e düştü. Seçilenler arasında dönemin EMEP Genel Başkanı da yer aldı. Adayların ve seçilenlerin genel profiline bakıldığında burada Kürt siyasi hareketinin baskın bir şekilde yer aldığını, kurulmaya çalışılan bloğun daha önceki seçimlerdeki “Bin Umut Adayları” tarzında bir karakter taşımadığını görüyoruz. Ancak bununla birlikte Kürt hareketi ile sol arasında ittifak tartışmalarının yürüdüğü bir konjonktüre denk düşen bu blok çalışmasının öncesindeki dönemde 2010 referandumunun, sonrasında ise AKP iktidarı ile Kürt hareketi ile “çözüm süreci”nin olduğunu hatırlamak önem taşımaktadır.
Adı geçen “Emek, Demokrasi ve Özgürlük” bloğunun temel çıktısının ise 15 Ekim 2011 tarihinde kurulan HDK olması ise şaşırtıcı olmamıştır. Devamında, 2013 yılında HDK’nin içinden Halkların Demokratik Partisi’nin çıkması BDP’nin 2014’te isim değişikliğine giderek Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) adını alması da belli bir yönelimin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Şimdi bu yönelimin ne olduğuna göz atalım isterseniz.
HDK’nin üzerinde doğrulduğu temeller
2011 sonrasında HDK’nin kuruluşu Kürt siyasi partisinden daha geniş liberal demokratik bir partiye geçişin ilk adımı olarak düşünülebilir. Bu durumun başta AKP olmak üzere düzen güçleri açısıdan sevindirici ve daha kabul edilebilir bir yanı olduğu kuşkusuzdur. Nedeni ise Kürt sorununda çözüme gerçek anlamda hevesli olmalarından gelmiyor. Liberallerin “istihdamı” ve Kürt siyasi hareketinin İkinci Cumhuriyet’e eklemlendirilmesi için de böylesi bir genişlemeye hayırhah bakmışlardır.
HDK’nin kuruluşu Türkiye solunun çeşitli bölmelerinin de içerildiği yatayına bir örgütlenme şeklinde ortaya çıkmış, bu çatı örgütlenmesi altında herkesin kendi örgütsel kimliğine sahip olabileceği ifade edilmiştir. Ancak politik olarak katılımcı örgütlerin Kürt hareketinin çizgisi dışında ideolojik bir duruşa ve politik bir yönelime sahip olması mümkün değildir. Dolayısıyla Türkiye solunun önüne ÖDP’deki Ufuk Uras deneyi, 2010 Yetmez Ama Evet vakasından sonra liberalizmle yeni bir imtihan sahası açılmıştır. Hatta toplumsal alanda yüksek düzeyde tepki gören, solun içerisinde de yarılma yaratan “yetmez ama evetçilerin” siyaset sahnesinde, belli bir açıdan, yeniden nefes alabilmeleri için bu yeni ittifak düzleminin ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır.
HDK’nin programı yeni rejimle kavga üzerine kurulu değil
HDK’nin programı demokrasi programı olarak lanse edilmiştir. Arayışı Türkiye kapitalizminin içindedir. Birden fazla sol örgüt arkasında yer alsa da programda yer alan neo-liberalizm, emperyalizm, sömürü vb… karşıtlıkları biçimseldir. Sosyalizm programına bağlanmayan bu başlıklardaki mücadele hattı biçimsel kalmıştır.
HDK programı Türkiye’deki rejimin dönüşümü ve İkinci Cumhuriyet’e geçiş olgularına uzak durmayı tercih etmiştir. AKP’nin misyonu, Türkiye sermaye sınıfı ile ilişkileri, 28 Şubat’ta iktidardan düşürülen Milli Görüş çizgisinin içinden çıkarak Türk-İslam sentezini yeniden yapılandırması ve iktidara gelmesi, emperyalizm ile bağları nedense Kürt hareketi tarafından görmezden gelinmiştir. Oysaki 2011 yılı öncesi ve hemen sonrasında AKP iktidarı döneminde, ordu ve devlet içerisinde tasfiyeler yaşanmış, Ergenekon ve Balyoz operasyonları yapılmış ve Türkiye’de sermaye devleti ile siyasi iktidar gerici, piyasacı yeni bir Türkiye için yeniden şekillendirilmişti.
Kürt siyasi hareketi bir şekilde bunu görmezden gelmiştir. HDK’nin programında bu yönelim şu şekilde kendini var etmektedir:
“Her dilden, her inançtan ve kültürden Türkiye halkları, mevcut sistemin ömrünü uzatmak için birbiriyle yarışmakta olan iki akımın politikalarına karşı güçlü bir alternatif oluşturuyor. Halkımız, egemenlerin dayattığı neo-liberal ve anti-demokratik düzen içinde, Türk-İslam sentezci veya ulusalcı anlayışları tercih etmek zorunda değildir.”
Bunun uzantısı olarak programda özellikle liberaller ve AKP tarafından çokça kullanılan “vesayete karşı mücadele” gibi kavramların yansımaları da varlığını korumaktadır. Şöyle ki:
“Partimiz, askerî-sivil bürokratik vesayete; otoriter, katı merkeziyetçi siyasi/idari yapılanmaya, atanmışların gücüne ve hukuk adı altında dayatılan anti-demokratik yasalara, uygulayıcı kurumlara, yerel idarelerin ve hizmetlerin piyasaya terk edilmesine karşı mücadele yürütür. Partimiz, merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetini, demokrasinin kazanılmasının önünde önemli bir engel olarak görür.”
Demokratik özerklik tartışmaları ve yerel yönetimler
Yerel yönetimler konusunda yapılan vurgunun başka bir anlamı olduğu da açık olmalı. O da Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na atıf yapılması ile ilgili. Bilindiği üzere 2004-2005 döneminde Türkiye’nin AKP eliyle Avrupa Birliği müzakere sürecine girmesi ile birlikte küreselleşmeci dalganın ve emperyalizmin Türkiye’den beklentilerinin “demokratikleşme” üzerine kurulduğu biliniyor. Haklar ve özgürlükler konularında yapılan atıfları geçersek, meselenin esas boyutunu uluslararası sermayenin önündeki engellerin kaldırılması olduğu hatırlanacaktır. Yerel yönetimlerin sermayeye devri ve bunun yönetişim kavramı ile açıklanması da 2000’li yıllarda çokça ele aldığımız başlıklar olarak öne çıkmaktaydı. AKP iktidarı bu programın uygulayıcısı olarak emperyalizmin tercihleri yönünde birçok adım da atmıştır. HDK’nin metninde de yapılan vurgu AB demokrasisi beklentisi ve bunun Kürtlere özgürlük getireceği üzerine kuruludur. 2009 yılında yapılan yerel seçimlerde bir dizi belediyenin DTP tarafından kazanılması bu arayışın önünü açan objektif gelişmeler olmuş, subjektif olarak Avrupa Birlikçilik ile “demokratik özerklik” arayışı örtüştürülmeye çalışılmıştı.
2010-2011 dönemi itibariyle Kürt hareketi Suriye’deki gelişmeleri de hesaba katarak, demokratik cumhuriyet talebini geriye çekerek demokratik özerklik talebini gündeme getirmeye başlamıştır. Bunun yukarıda bahsettiğimiz AB boyutu ve AKP ile yürütülmesi muhtemel çözüm süreci (ki 2012 itibariyle yürütülmeye başlanmıştır) gibi yanları olmakla birlikte Arap Baharı sonrasında Suriye’ye dönük emperyalist müdahalenin sonuçlarına hazırlıklı olmak gibi bir yönü de mevcuttur. Bunun Türkiye’deki yansıması da HDK programında cisimleşmiştir. Özerklik meselesinin ete kemiğe büründüğünü gösterilmesi içinse 14 Temmuz 2011 tarihinde Demokratik Toplum Kongresi tarafından tek taraflı bir şekilde “Kürt halkının özerkliği” ilan edilmiştir.
Bu durumun tek başına BDP yöneticileri tarafından bulunan bir formülün sonucunda gündeme gelmediğini bu noktada ifade etmek gerekmektedir. 2010 referandumunda BDP’nin boykot tavrı ile başlayan, Abdullah Öcalan tarafından ateşkesin 12 Haziran 2011 seçimlerinin sonrasına kadar ateşkesin uzatıldığı bir dönemden geçen, 2011 seçimlerinde çatı partisi ve blok tartışmaları yapan Kürt siyasi hareketi 2011 sonbaharını HDK’nin kuruluşu ile karşılamıştır. HDK’nin kuruluşu liberaller ile Kürt hareketi ile buluşmasının yolu olmuş, buradan HDP çıkmış ve HDP liberal ve ulusalcı sentezin adresi haline dönüşmüştür. Türkiye’de solun bir bölümü de o dönemde bu projenin parçası haline gelmiş, günümüzde de bir kısmı parçası olmaya devam etmektedir.
HDK günümüzde nereye oturuyor?
Misyonu açısından ilk çıkış noktasından çok da farklı bir yerde durmayan HDK’nin belli bir düzeyde misyonunu tamamlamış olduğu söylenebilir. Ancak bununla birlikte politik hedefler ve ideolojik referans anlamında özellikle Kürt siyasi hareketi ile Türkiye solu arasındaki önemli belirlenim noktalarından biri olarak HDK varlığını sürdürmektedir. Geniş bir zemin ve genel anlamda halkların, ezilenlerin demokratik bir oluşumu olarak görülse de HDK’nin siyaseti Kürt hareketi tarafından belirlenmekte, HDP’nin yönelimleri artık HDK’yi de aşmış görünmektedir. Örneğin son yıllarda Kürt hareketi söylemini tekrar “demokratik cumhuriyet” çizgisine çekince bu dönüşüm doğal olarak HDK zemininde de yaşanmıştır.
Kürt sorunu ve kimlik siyaseti merkezli bir demokrasi mücadelesinden tutun, bugün yürütülen restorasyon tartışmalarında HDK’nin özgün ya da geçmişten farklı bir pozisyonu olduğunu söylemek güçtür. Bu açıdan yeşillerin, feministlerin ve liberallerin bir örgütlenme odağı olarak HDK’ye yapılan ya da HDK üzerinden yapılan liberal aşı tutmuş gibi görünmektedir. HDK’nin içerisinde bulunan sol örgütler de bu durumu kabullenmiş durumdadır. Daha da ötesinde güncel başlıklarda demokrasi mücadelesini merkeze koyan HDK’nin toplumsal taban örgütlenmesinin zayıf olmaması ya da daha doğru bir ifadeyle Kürt siyasi hareketinin kendi toplumsal tabanı dışında bir alana açılamıyor olması eğer patinaj değilse bir tercih olarak görülmelidir.
Eğer özel bir tercih yoksa yaklaşık on yıldır HDK’yi Kürt hareketi ile ittifak zemini olarak gören Türkiye solunun neden büyüyemediğine bir açıklık getirilmelidir. Verili durum kendilerine yetiyor olabilir ya da bu siyasi hat solu büyütecek bir siyasi hat değildir. Her ikisi de solu kötürümleştiren başlıklar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tüm bunlarla birlikte HDK’nin aynı zamanda solun bir bölümü açısından milletvekili pazarlıklarının zemini olarak görülmesi gelinen noktanın vehametini göstermesi açısından önem taşımaktadır. Son iki seçimde Türkiye’de solun HDP listelerinden milletvekili seçilme patlaması yaşanmış, HDK bunun bir zemini olarak anlam kazanmaya başlamıştır. Ancak bu başlığa da yeni seçim sistemi ve ittifaklar bağlamında yeni bir şekil verilmesi gerekebilecektir.
Son olarak, HDK’nin Kürt siyasi hareketinin ittifaklar politikası açısından taşıdığı anlamı koruduğunu, liberalizmin ve Kürt ulusalcılığının sentezi üzerine kurulduğunu, HDP’nin sola açılan alanı olduğunu, ancak tüm bunlarla birlikte güncel anlamda tek başına seçim ittifakları zemininin taşıyıcısı olamayacağını ifade etmek gerekmektedir.