İstanbul Sözleşmesi, 6284 ve Medeni Kanun: Gericiler neden karşı?

İstanbul Sözleşmesi, 6284 ve Medeni Kanun: Gericiler neden karşı?

25-04-2021 08:03

Özellikle son dönemlerde gündeme getirilen çocuk yaşta evliliklerin önünü açmaya yönelik yasa tasarıları ve nafaka hakkının sınırlandırılmasına ilişkin yürütülen çalışmalar düşünüldüğünde AKP'nin önümüzdeki dönem İstanbul Sözleşmesi'nin feshi ile yetinmeyeceğini, Medeni Kanun'un budanması için de daha cüretkar hamleleri gündeme getirebileceğini söylemek mümkün.

Yeter Türkeş

Gerici çevrelerin uzun süredir hedefinde olan İstanbul Sözleşmesi, bütün itirazlara rağmen AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kararıyla bir gecede feshedildi. İnsan haklarına ilişkin uluslararası bir sözleşmenin Cumhurbaşkanı kararıyla feshindeki hukuksuzluk bir yana kadının yaşam hakkı üzerinde tarikat ve cemaatlerin sözüne kadınlardan daha çok itibar edildiği de gözler önüne serilmiş oldu.

Ancak söz konusu gerici kesimler, itirazlarının İstanbul Sözleşmesi ile sınırlı olmadığını, yeni hedeflerinin Sözleşme’ye dayanarak çıkarılan 6284 sayılı yasanın kaldırılması olduğunu dile getirmekte gecikmemekte, daha da ileri giderek benzer biçimde Medeni Kanun’u hedef tahtasına oturtmakta, ‘Türk aile yapısına’ ve İslam’a uygun olmadığı gerekçeleriyle özellikle kadınları ilgilendiren evlilik, boşanma, miras hukuku, nafaka, velayet gibi konulardaki düzenlemelerin değiştirilmesi gerektiğini savunmaktadır.

Yazımızda da kadınların kazanılmış haklarına yönelik son dönemde daha da yoğunlaşan saldırılar ele alınacak, özellikle ‘başörtüsü’ tartışmaları düşünüldüğünde kadınların ‘mağduriyeti’, ‘özgürlüğü’ gibi söylemleri de kullanarak iktidara gelen siyasal İslam’ın kadını toplumsal hayatta nasıl bir yere hapsetmeye çalıştığı ortaya konulmaya çalışılacaktır.

İstanbul Sözleşmesi tartışmaları

2011 yılında imzalanan ve 2014 yılında Türkiye’de yürürlüğe giren Sözleşme esas olarak kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesine ilişkin olup, bu hususta önleyici ve koruyucu tedbirleri alma, şiddet eylemlerinin soruşturulması, cezalandırılması ve bu eylemler nedeniyle tazminat verilmesine ilişkin yasal düzenlemeler yapma ve kadınların şiddete maruz kalmaksızın yaşama hakkını yaygınlaştırmak ve korumak için gerekli yasal tedbirleri alma gibi konularda taraf devletlere yükümlülükler getirmektedir. Bu nedenle iç mevzuatta da düzenlemelere ihtiyaç duyulmuş ve 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” hazırlanarak 2012 yılında yürürlüğe konulmuştur.

Uzun bir süre kadınlara yönelik gerici saldırıların odağına yerleştirilen Sözleşme ve kanuna karşı “toplumun değerlerine ve ahlaka uygun olmadığı, aile kurumunu parçaladığı, eşcinselliği özendirdiği, erkekleri mağdur ettiği” gibi söylemlerin öne çıktığı görülmektedir. Öyle ki son yıllarda artan kadın cinayetlerinin mesuliyetinin dahi kadına şiddeti önlemeye yönelik düzenlemelere yüklendiğine tanık olunmuştur.

İstanbul sözleşmesine itirazlar irdelendiğinde, ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ kavramı ve şiddete yönelik tedbirler alınırken cinsiyet, cinsel yönelim gibi nedenlerle ayrımcılık yapılmamasını öngören sözleşmenin 4. maddesinin konu edildiği görülmektedir. Özetle itiraz sahipleri, hukuki korumanın kapsamına cinsel yönelim nedeniyle şiddete uğrayanların dahil olmaması gerektiğini savunmakta ancak bunu ‘eşcinselliği özendiriyor’ gibi mantık dışı bir argümanla örtmeye çalışmaktadır. Mevzu elbette yalnızca LGBTİ’ler değildir. Söz konusu cenahın kadın ve çocukların da şiddetten korunmasının karşısında oldukları, ‘cinsel yönelim’, ‘toplumsal cinsiyet’ gibi kavramların yer almadığı 6284 sayılı Kanuna tepkilerinden de anlaşılmaktadır.

Zaten sözleşmenin feshi kararının hemen ardından bu çevreler, kararın yeterli olmadığını, sözleşmeye dayanarak çıkarılan 6284’ün de kaldırılması gerektiğini dillendirmeye başlamıştır.

6284 sayılı Kanuna yönelik saldırılar

6284’e yönelik itirazların odağını ise erkeklerin mağdur edildiği, boşanmaları artırdığı ve hatta kadın cinayetlerinin artmasına neden olduğu gibi argümanlar oluşturmaktadır.

Bu itirazların esas anlamına geçmeden önce Kanunun nasıl bir koruma sağladığına bakalım:

6284 sayılı kanunun amaç ve kapsamını “Şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınlar, çocuklar, aile bireyleri ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi ile şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali olan kişiler hakkında şiddetin önlenmesine yönelik tedbirler ile bu tedbirlerin alınması ve uygulanması” hususları oluşturmaktadır.

Kanunda şiddet mağdurlarının korunması ve şiddetin önlenmesine ilişkin bir dizi koruyucu ve önleyici tedbir sayılmıştır. Buna göre kanunun kapsamında korunan kişilerle ilgili mülki amir tarafından verilebilecek koruyucu tedbir kararları şunlardır: Barınma yerinin sağlanması, geçici maddi yardım yapılması, rehberlik ve danışmanlık hizmeti sağlanması, geçici koruma altına alınma, kreş imkânı sağlanması.

Hakim tarafından verilebilecek koruyucu tedbir kararları ise, işyerinin değiştirilmesi, ayrı yerleşim yeri belirlenmesi, aile konutu şerhi, kimlik ve diğer bilgi ve belgelerin değiştirilmesidir. Bu tedbirlerden yararlanabilmek, her biri için ayrı ayrı belirlenmiş şartlara göre mümkündür.

Yine kanunda öngörülen ve şiddet uygulayanlarla ilgili hakim tarafından verilebilecek olan önleyici tedbirler ise “şiddet tehdidinde veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmama, uzaklaştırma ve konutun korunan kişiye tahsisi, korunan kişinin bulunduğu yere yaklaşmama, çocukla kişisel ilişki kurulmasının sınırlandırılması, yakınlara, tanıklara ve çocuklara yaklaşmama, eşyalara zarar vermeme, iletişim araçlarıyla rahatsız etmeme, silah teslimi, kamu görevi nedeniyle kullanılan silahın teslimi, alkol veya uyuşturucu ya da uyarıcı madde kullanmama ve bağımlılık halinde muayene ve tedavi, bir sağlık kuruluşunda muayene ve tedavi olma” olarak sıralanmıştır.

Kanunun 30. maddesinde söz konusu tedbir kararlarının verilmesine ilişkin “Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Kararın verilmesi, Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.” denilmektedir.

Uygulamada ise ne kanunun ne de sözleşmenin etkili bir şekilde hayata geçemediği, söz konusu tedbir kararları alınsa dahi çoğunlukla kağıt üzerinde kaldığı, uygulamada devletin sorumluluklarını yerine getirmediği bilinmektedir.

Buna rağmen, kanunun yukarısa özetlediğimiz içeriğine bakıldığında eşleri tarafından şiddete maruz bırakılan kadınların buna karşı hukuki yollara başvurabilmesi, barınma, maddi destek, kreş yardımı gibi tedbirlerden yararlanarak boşanma kararını daha rahat verebilmesi, uzaklaştırma kararı almak gibi şiddeti önlemek için harekete geçebilmesi gibi durumların ihtimali dahi gericileri rahatsız etmekte, kadının şiddete uğraması karşısında ‘ailenin birliği’nin öncelenmesi gerektiğini dayatmaya devam etmektedirler.

Özellikle ‘kadının beyanıyla erkekler iftiraya uğruyor, evlerinden uzaklaştırılarak mağdur ediliyor’ söyleminin arkasından gelen ‘Haksızlığa uğratılan erkekler şiddete hatta cinayete yönlendiriliyor’ sözleri ile erkeğin evinden uzaklaşarak yaşadığı ‘mağduriyet’ ve ailenin dağılması karşısına kadının yaşam hakkını koymaktan çekinmedikleri anlaşılmaktadır.

Özetle, kadını yalnızca aile içinde tanımlayan, kadına yönelik şiddete karşı bir yasanın başlığına dahi ‘ailenin korunması’ ibaresi koyma gereği duyan, kadını kocasına itaat ve hizmet etmekle görevli gören, kadın erkek eşitliğine ‘fıtrat’ diyerek karşı çıkan bir zihniyetin kadına yönelik şiddeti önleme ve kadın cinayetlerini durdurma gibi bir derdinin olamayacağı, İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 sayılı yasaya karşı çıkışlarından da görülmektedir.

Medeni Kanun neden hedef alınıyor?

Kadının yaşam hakkının korunmasına dahi karşı çıkanların yasal düzlemde kadını erkekle eşit tutan düzenlemelere de karşı çıkması elbette şaşırtıcı değil. Bu karşı çıkışın en net somutlandığı başlık ise dönem dönem Medeni Kanun üzerinden yapılmak istenen tartışmalar.

Özellikle Yeni Akit gibi yandaş medyada yer alan kimi ‘yazar’ların Cumhuriyet düşmanlığı ve modernleşme üzerinden yaptığı saldırıların gündemlerinden birini de 1926’da kabul edilen ve 2002’de son halini alan Türk Medeni Kanunu oluşturmaktadır.

Kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku ve borçlar hukukunu kapsayan Medeni Kanun’un ‘İslam’a aykırılık’, ‘topluma yabancı olma’, ‘Batıya özenme’ gibi gerekçelerle hedef alınan hükümleri ise şöyle özetlenebilir:

Kadın veya erkek ayırt etmeksizin her insanın hak ehliyetine sahip olması, onyedi yaşını doldurmadıkça erkek veya kadının evlenememesi, çok eşliliğin kabul edilmemesi, eşlerden her birinin boşanma hakkına sahip olması, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafa verilen yoksulluk nafakası, evlenen kadının erkeğin soyadı yanında önceki soyadını da kullanabilmesi, soybağı ve velayete ilişkin hükümler, evlilikte edinilen mallarla ilgili ayrım gözetmeksizin sağlanan haklar, mirasta payların dağıtılmasında kadın ve erkek arasında ayrım yapılmaması vb.

Yani Medeni Kanun’a yönelik ‘eleştiriler’, çocuk yaşta evliliklerin ve erkeğin çok eşliliğinin savunulması, evlenme ve boşanmada kadının söz sahibi olmasının reddi, kadının hak ehliyeti ve miras gibi konularda eşit tutulmasına itiraz olarak özetlenebilmekte, kadını ikincil gören zihniyetlerinin bir tezahürü olarak kadınların kazanılmış haklarını hedef almaktadırlar.

Özellikle son dönemlerde gündeme getirilen çocuk yaşta evliliklerin önünü açmaya yönelik yasa tasarıları ve nafaka hakkının sınırlandırılmasına ilişkin yürütülen çalışmalar düşünüldüğünde AKP’nin önümüzdeki dönem İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ile yetinmeyeceğini, Medeni Kanun’un budanması için de daha cüretkar hamleleri gündeme getirebileceğini söylemek mümkün.

Sonuç

AKP ile iktidara gelen siyasal İslamcı politikanın bir dönem ‘başörtüsü’ tartışmaları üzerinden estirdiği rüzgarın söylendiği gibi kadın haklarıyla uzaktan yakından ilgisinin bulunmadığı, kadınların en temel haklarına dahi müdahalenin söz konusu olduğu bugünlerde çok daha açık hale gelmiştir.

Gericilik, kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın temeli olan sömürü ilişkilerinin bir parçası olarak bugün çok daha yoğun bir saldırıya geçmiş bulunmaktadır.  Kadınları hedef alan bu saldırıların arkasında yatan gerici saikleri anlamak nasıl bir mücadele sorusunun verilebilmesinde de önem arz etmektedir. Bugün laikliği ağzına almadan kadınların haklarını korumanın ve ilerletmenin mümkün olmadığı, gericiliğe ve sömürüye karşı eşitlik ve laiklik mücadelesinin yükseltilmesi gerektiği açıktır.