SEMA AYDIN
Türkiye’nin bugün yaşadığı gerici dönüşüme kapı açan iki kırılma noktasından biri 12 Eylül 1980 darbesi, diğeri de 12 Eylül 2010 referandumu oldu. Darbe ile birlikte Türk İslam sentezi ideolojik motif haline getirildi, işçi sınıfı hareketi sindirildi, siyasal İslam’ın önü hiç olmadığı kadar bu dönemde açıldı. AKP’nin iktidara taşınması ile taçlanan bu süreç cumhuriyetin tasfiye edildiği bir karşı devrime sahne oldu. AKP’nin yol arkadaşı, karşı devrimin baş mimarlarından Gülen cemaatinin olduğu ise bilinen bir gerçek.
2010 referandumu tamda bu karşı devrim sürecinin mihenk taşlarından biri idi. Yargının cemaat ve AKP tarafından ele geçirilmesine dönük büyük bir hamle yapılırken, öte yandan yapılan değişiklikler yürütmenin yargı üzerinde tahakkümü anlamına geliyordu. Referandum ile birlikte bugün Başkanlık adı altında kurulan istibdat rejiminin taşları döşendi. Yürütmenin güçlendirilmesi elbette sermaye sınıfının ve emperyalizmin ihtiyaçları ile doğrudan ilgiliydi ve AKP’nin değişiklik önerisi bu kesimler tarafından da canhıraş şekilde savunuldu.
AKP milletvekillerinin hazırladığı ve Anayasa’da geniş kapsamlı değişiklik öngören taslak yine AKP milletvekillerinin oyları ile Meclis’te kabul edildi. CHP ve BDP oturumlara katılmadı. MHP hayır oyu kullandı. Anayasa değişiklik teklifi dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından referanduma sunuldu. 12 Eylül 2010 tarihinde darbenin 30. Yıldönümünde referandum gerçekleştirildi.
Değişiklik önerileri büyük oranda yargının yeniden yapılanmasına yönelikti. Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nın bileşiminin belirlenmesinde mevcut hükümetin elini güçlendiren bu değişiklik 12 Eylül darbesi ile hesaplaşma, vesayet rejimine son verme, darbe anayasasını ortadan kaldırma ve demokratikleşme adımı olarak pazarlandı.
AKP referandum kampanyasını yürütürken sağ yanına Gülen cemaatini, sol yanına ise ‘’yetmez ama evet’’ kampanyaları yürüten liberalleri aldı. Fethullah Gülen’in ‘’mezardakileri dahi yerlerinden kaldırıp oy kullandırın’’ talimatları hafızalarda yer etmeye devam ediyor. Öte yandan toplumda algı yönetimi ve toplum mühendisliğinde pek maharetli liberaller referandumun büyük bir demokratikleşme adımı olduğu lafzını dillerine dolamıştı. 12 Eylül darbesi ile hesaplaşma aldatmacasının sözcülüğü de liberal tayfaya bırakılmıştı.
Dönemin Kürt siyasi hareketinin temsilcisi BDP ve kimi sosyalist örgütler boykot kararı alarak AKP’nin ve cemaatin yargıyı ele geçirme hamlesine pas demiş oldular.
Sosyalistlerin Hayır Cephesi
Böylesi bir atmosferde gerçekleşen referandumda, dört sosyalist örgütün ittifakı ile yürütülen hayır kampanyası önemli bir yerde duruyor. TKP, ÖDP, EMEP ve Halkevleri’nin kurduğu sosyalist ittifak ‘’12 Eylül Anayasası’na da, AKP’nin Anayasası’na da Hayır’’ kampanyası yürüttü. Sosyalistlerin oluşturduğu ittifak çok sayıda meslek örgütü, sendika, demokratik kitle örgütü ve aydının desteğini de alarak güçlü bir çıkışı örgütledi. Referandumu 12 Eylül ile hesaplaşma değil aksine darbenin devamı ve yarım bıraktığı işi tamamlama hamlesi olarak tanımlayan sosyalistler, emekçilerin mücadelesi ile kurulacak bir düzen ve bu eksende hazırlanacak yeni bir Anayasa’ya işaret ediyordu. Sosyalist ittifakın talepleri ise şu şekilde sıralanıyordu;
* 12 Eylül’de darbe kurumları olarak bilinen ve toplumu üniversitelerden yargıya; basından sendikal örgütlenmeye bütünüyle kontrol altına almayı hedefleyen yapılar ortadan kalkmalı.
* Halkın siyasal temsiliyeti önündeki tüm engeller kaldırılmalı. Bunun için öncelikle yüzde 10 seçim barajı kaldırılmalı , adil bir seçim yasası hazırlanmalı, anti-demokratik siyasi partiler yasası değişmeli.
* Halkın siyasal mücadele ve örgütlenme hakkı önündeki tüm engeller kaldırılmalı.
* Sendikal barajlar kaldırılmalı, grev ertelemeleri yasaklanmalı, kamu çalışanlarına grev ve siyaset hakkı tanınmalı
* Güvencesiz çalışma yasaklanmalı, işten çıkarmalar durdurulmalı. Fazla mesai yasaklanmalı, ücretler düşürülmeden haftalık çalışma saatleri 35 saate çekilmelidir.
* Halkın parasız eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, su ve temiz bir çevrede yaşama ve güvenceli çalışma hakkı gibi en temel hakları anayasal güvence altına alınmalıdır
* Kürtlerin dil, kültür ve kimlik talepleri karşılanmalı, eşit haklar Anayasal güvence altına alınmalıdır.
Alevi yurttaşların eşit yurttaşlık talepleri karşılanmalı, ayrımcılığa son verilmeli, 12 Eylül ürünleri olan zorunlu din dersleri kaldırılmalı.
* Kadına yönelik ayrımcılık yasaklanmalı; kadınların çalışma yaşamına katılmasının önündeki engeller kaldırılmalı, güvencesiz çalıştırılmaları engellenmeli, kadına yönelik şiddetin engellenmesi için tedbir alınmalı ve kadınların tüm siyasal ve sosyal haklarını güvence altına alacak düzenlemeler yapılmalı.
* Özelleştirilmeler durdurulmalı, özelleştirilen kamu kuruluşları tekrar kamuya iade edilmelidir.
Sosyalistlerin bu talepleri ve referanduma karşı tavrı sokak sokak örgütlendi. Yoğun, dinamik ve coşkulu bir kampanya yürütüldü. Geniş kitlelerle bağ kuruldu. Emekçi sınıfların temsiliyeti sağlandı. Bu açıdan önemli deneyimler solun tarihine not edildi.
Ancak bundan çok daha fazlası ve önemlisi sosyalist siyasetin liberal ihanete karşı direnç göstermesi, kendi tarihine, kendi değerlerine sahip çıkması ve sınıf siyasetinde ısrar. Referandumda kurulan sosyalist ittifakın başarı hanesinin ilk sırasına yazılması gerekende budur.
Yetmez ama evetçilerin bütün çabalarına rağmen sosyalistler bu tuzağa düşmemiş, kendi yolunu döşemiştir referandumda.
Daha da önemlisi sosyalistler, düzen solundan ve sosyal demokrasiden bağımsız bir politik hattın temsiliyetini üstlenmiştir.
Aradan geçen on bir yılın sonunda geçtiğimiz günlerde ‘’yetmez ama evetçi’’ kimi isimlerin nedamet getirmesi Türkiye soluna sirayet eden ve zaman zaman etkisi altına alan bu siyaset tarzının değiştiği anlamı taşımıyor elbette. Bu açıdan bakıldığında 2010 referandumu bir turnusol kağıdı işlevi gördü. Aslında ne referandumda liberallerin aldığı tavır şaşırtıcıydı, ne de sosyalistlerin buna karşı duruşu yeni bir olgu idi.
Ortaya çıkan ‘’ayrışma’’ ya da sosyalistlerin kendini liberal cenahtan ayrıştırması liberal siyasetin baş sözcülerinden Ömer Laçiner’in deyimiyle hayırlı olmuştur. Laçiner referandumun hemen akabinde kaleme aldığı yazısında; ‘’Aynı “sosyalist” sıfatı altında, toplumsal gündemin hemen her önemli sorununda birbirinden bunca farklı/zıt tavırlar alabilenlerin fiilen işlevini yitirmiş biraradalık görüntüsü sona erdirilmelidir. Bu bakımdan referandum ertesinde, hiç vakit geçirilmeden, hazır konu tazeliğini koruyorken, bu konuda alınan, önerilen farklı tavırlar bağlamında, bu tavırların temelde nasıl bir sol/sosyalist tanımından kaynaklanıyor olabileceğine dair bir tartışmayı yoğunlaştırmak, bunlara karşılık düşen farklı “yol”ları netleştirmek, ayırmak herkesin birincil önceliği olmalıdır.’’(1) tespitini yapıyor. Doğru söze ne denir.
Referandumdan bugüne Türkiye’nin yaşadığı dönüşüm, Gülen cemaatinin yargı eliyle icraatları, AKP’nin kurduğu istibdat rejimi, bırakın demokratikleşmeyi, emekçi sınıflar üzerinde kurulan baskı ve otoriter rejim sosyalistlerin 2010 yılında verdikleri mücadelenin haklılığını ve önemini defaatle ortaya koydu.
Öte yandan liberal cenah kendi meşrebince siyaseti dizayn etme ve sol üzerinde tahakküm kurma gayretlerine devam ediyor. Bakmayın bugün bazı liberal isimlerin laikliği hatırlamasına. Bakmayın faşizm tahlilleri yaptıklarına. Bugün yine sol siyasette suyu en fazla bulandıranlar aynı koronun sözcüleri.
Sınıf siyaseti yerine kimlik siyasetini ikame etmeye çalışanlar, sol gösterip sermaye sınıfı ile saf tutanlar, emperyalist kuruluşlarla ilişkilenenler ve yeri geldiğinde gericilerle kol kola girmekten beis duymayanlar sol siyaset üzerinde tahakküm kurma, sınıf siyasetinde ısrar edenlerin üzerinde toplumsal linç mekanizmalarını devreye sokma gayretlerine devam ediyorlar.
Dün sol üzerinde yarattıkları tahribat bugün unutulmuş gibi.
2010 referandumuna alkış tutanlar göstermelik 12 Eylül davalarının dahi sonuçlanmamasını gündeme getirmiyor. Dahası davaya bakan hakimlerin FETÖ davası nedeniyle meslekten ihraç edildikleri unutturuluyor. Referandumun başkanlık sisteminin önünü açtığı gerçeği yine görmezden geliniyor.
Liberal koro, Türkiye’nin son on bir yılda emek cehennemine dönüştüğü, bütün kamu kaynaklarının yağmalandığı, toplumsal gericiliğin kadınların üzerine kabus gibi çöktüğü, gençliğin gelecek kaygısı ile yaşadığı bu tabloda, sadece referandumda ‘’yetmez ama evet’’ dediği için değil, tamda bütün bu dönüşüme 80’li, 90’lı ve 2000’li yıllar boyunca doğrudan destek verdiği için, sosyalist ideolojiyi ‘’yeni’’ safsatasıyla paralize etmeye çalıştığı için AKP’nin suç ortağıdır. Bugün aynı koro yeni misyonlarla yine sahnededir. Bu sefer ‘’tek sorun AKP’’ diyerek, ‘’AKP’den kurtulmak için en geniş cephe’’ propagandası yaparak düzen siyasetinin yeni ihtiyaçlarına uygun söylemlerle sahnedeler.
Sosyalist solun dün olduğu gibi bugün de kendini bu cenahtan keskin çizgilerle ayırması, bağımsız bir odak olması, ideolojik ve politik netlikle bir program etrafında emekçi sınıfların karşısına bir seçenek olarak çıkması tarihsel bir görevdir. Düzen siyasetinin gölgesinde kalmayacak, bağımsız bir sosyalist ittifakın gerekliliği buradan bir kez daha ortaya konmalıdır.
Düzen siyasetinin emekçi sınıflara bir gelecek vaat etmediği, ekonomik krizin ve siyasal çıkışsızlığın sosyalistleri göreve çağırdığı bu özgün tarihsel kesitte bir kez daha dümeni düzen siyasetine kırmaya çalışan liberallerin gemisine binmemek, bir kez daha yanılmamak ve yanıltmamak için de sosyalistler ayrı bir odak yaratmalıdır. 2010 referandumunda tarihsel bir sorumluluk ile kurulan sosyalistlerin hayır cephesi, bugün kurulacak bir sosyalist ittifak için önemli deneyimler barındırıyor. Bu deneyim hafife alınmamalıdır.
1) Ömer Laçiner: Sosyalistlerin Tutumu Derken, Birikim Sayı 256-257, Ağustos-Eylül 2010
Bu haber en son değiştirildi 6 Aralık 2021 00:13 00:13
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) , 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla…
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Yenidoğan çetesi skandalı hakkında Eski Sağlık Bakanları Mehmet Müezzinoğlu, Recep Akdağ,…
Ahmet Özer'in tutuklanmasının ve yerine kayyum atanmasının ardından belediyede kamu ve özel teşebbüse ait hizmetlerde…
Milli Savunma Bakanlığı, Kara Harp Okulu resmi mezuniyet töreni sonrasında yaşanan kılıç çatma töreni sonrasında…
Diyarbakır'da kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran cinayetinde itirafçı olan…
Hamas'ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, Gazze'de ateşkes görüşmeleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. el-Hayye, "Gazze'nin…