Kadınların isyanı kime?
07-03-2021 09:54Bir bütün olarak daha defansif bir görüntü veren kadın hareketini ileri taşımak, devrimci bir dönüşümün öznesi haline getirmek, sınıfsız, sömürüsüz, gerçek eşitliğin tesis edileceği yeni bir dünyanın kapılarını açmak görevi ile karşı karşıyadır.
Sema Aydın
“Tarihten az buçuk haberi olan herkes kadınlık mayası çalınmadan büyük toplumsal devrimlerin mümkün olmayacağını bilir” (Karl Marx)
Karl Marx’ın işaret ettiği bu gerçek salt devrimci hareketlerin değil, bugün her türlü siyasal hareketin gördüğü, kabul ettiği ve gözünü diktiği bir hakikat olmaya devam etmektedir.
Marx’ın işaret ettiği bu gerçeklik tersinden “kadınların ayağa kalktığı momentler büyük toplumsal dönüşümlere gebedir” şeklinde okunabilir. “21. Yüzyıla kadınlar damgasını vuracak” ya da “21. Yüzyıl kadınların yüzyılı olacak” şeklinde ifadesini bulan analizler bir de bu açıdan ele alınmalıdır.
Dünyanın değişik ülkelerinde yükselen kadın hareketleri ve kadın dinamizmi kapitalizmin derinleşen eşitsizliklerine ve kapitalizmin hem ekonomik hem ideolojik krizine işaret etmektedir.
Kapitalizmin “neoliberal” güzellemesiyle piyasacılığı kutsayan politikaları, emekçilerin kazanılmış haklarını adım adım törpülerken, sosyalizme alternatif olarak sunulan sosyal devlet anlayışı hızlı bir şekilde terk edilmiş, eğitim, sağlık, ulaşım, barınma, çocuk, hasta ve yaşlı bakımı gibi pek çok kamusal hizmet piyasanın insafına bırakılmıştır. Reel sosyalizmin çözülmesi ile birlikte gerçek anlamda bir emek cehennemi yaratılmıştır. Son çeyrek asırda yaşanan geriye gidiş bu tanımlamayı hak ediyor.
Neoliberal dönem olarak tanımlanan süreçte emek cephesinde yaşanan dönüşümün bir görünümü ise ‘’emeğin kadınlaşması’’ olarak ifade edilmektedir. Son çeyrek asırda bütün dünyada kadın istihdamının arttığı bir gerçek. Bu gerçeklik birkaç açıdan değerlendirilebilir. Birincisi formel çalışmanın yerini kuralsız ve esnek çalışma biçimlerinin alması ile birlikte kadın emeğinin ucuz işgücü olarak değerlendirilmesi önemli bir faktör oldu. İkincisi teknolojinin gelişimi ile birlikte üretim sürecinin dönüşümü kadınların daha fazla alanda istihdam edilmesine olanak sağladı. Üçüncüsü ise ücretlerde yaşanan erime ve art arda yaşanan ekonomik krizler işçi hanelerinin tek maaşla geçimini olanaksız kıldı, kadınların çalışma zorunluluğu arttı. Kapitalizmin işsiz emekçiler ordusunun önemli bir kesimini oluşturan kadın emekçiler, yeni dönemin emek piyasasına deyim yerindeyse adeta fırlatılıp atılmışlardır. Kadın istihdamı artmış ancak düşük ücretlerle, kayıt dışı, güvencesiz ve kuralsız çalışma başta kadınlar olmak üzere bütün emekçiler için kural haline gelmiştir.
Devletin pek çok alandan çekilmesi, özel güzeldir anlayışının egemen kılınması ile birlikte bakım ve emek maliyet kalemlerinin aileye, dolayısıyla da kadınlara yüklenmesini beraberinde getirdi. Bugün ev içi emek şeklinde tanımlanan bakım ve ev içi roller ya bir ticari faaliyete dönüşmüş ya da kadının omuzlarına yüklenmiştir.
Bu dönemin bir diğer özelliği ise gerici iktidarlara kapının aralanmasıdır. Özellikle bölgemizde ve ülkemizde yaşanan bu gerici dönüşüm kadınlara aynı zamanda geleneksel rollerine ricat çağrısı ile şekillenmiştir. Ailenin çekirdek ekonomik birim olarak yeniden tahkim edilme ihtiyacı kadın emekçiler açısından emek sömürüsünün yanı sıra gerici tahakkümün yarattığı yıkımı da beraberinde getirdi.
Kapitalizmin neoliberal güzellemesiyle açtığı dönem Covid 19 pandemisi ile kapanmaktadır. Neoliberalizmin büyük vaatleri arkasında “büyük hayal kırıklıkları” bırakarak yeni kavramları imdada çağırmaktadır. Gelinen aşamada büyük bir sıkışma yaşandığı açık. Dünya ekonomileri zorda, ister buna adlı adınca kriz deyin ister ekonomik durgunluk. Ancak emekçiler açısından geride büyük bir yıkım, yoksullaşma ve gelecek kaygısı bırakan bir dönemin sonlarına gelinmiştir.
Bu hatırlatmalardan sonra tekrar başa dönelim. Bugün dünyanın dört bir yanında kadınların tepkileri, eylemleri ya da isyanları sistemin yarattığı bu yıkıma karşı, yaklaşan dalganın ilk işaretleri olabilir mi?
Bu soruya olumlu yanıt vermek için şairin deyimiyle daha fazla alametler belirmesi gerekir elbet. Ancak kadınların isyanları kapitalizmin krizinden bağımsız düşünülemez. Eşitsizlikler derinleşmiş, bu eşitsizliklerden en fazla nasibini alan kadınlar zaman zaman kitlesel sokak eylemleri ile tepkilerini ortaya koymuşlardır. Buradan hareketle dünyada gelişen, kadın eylemlerine ya da kadınların ön saflarda daha fazla yer aldığı toplumsal hareketlere bakarken salt feminist hareketin mi güçlendiği, sınıf hareketinin ayak seslerinin mi duyulduğuna iyi bakılmalıdır.
Bugün farklı feminizmler tanımlanıyor ve daha fazla sınıfsal vurgulara ihtiyaç duyuluyor olması ortaya çıkan dinamizmin bir yön arayışında olduğunun ifadesidir.
Doğanın diyalektiği işlemektedir. Neoliberal dönemde şekillenen, sınıf mücadelesinin geri çekildiği ve liberal hegamonyanın dayattığı, kimliklere daralmış siyaset anlayışı açısından da bir dönemin sonuna gelindiğinin işaretleri birikmektedir. Kimlik siyasetinin bu denli öne çıktığı bir dönemde bu ifade abartı bulunabilir. Ancak kapitalizmin krizi sınıf siyasetini çağırmaktadır.
Yeniden kadın hareketine dönecek olursak, yaşanan buhranın kadınlar açısından en can yakıcı görünümü artan şiddet ve kadın cinayetleridir. Doğaldır ki kadınların tepkisi de şiddete karşı kadın bedeninin savunusu şeklinde tezahür etmektedir. Sosyalist kadın hareketi kadın bedenine ve kadın kimliğine yönelen şiddete karşı tepkiyi bütünlüklü bir yaklaşımla örgütlemek durumundadır. Burada kolaycılığa kaçmadan, güncel yakıcı sorunlara müdahil olmak, güncel olan ile tarihsel olanı, tekil olan ile toplumsal olanı bütünleştirmek ve mücadele alanını genişletmek gerekiyor.
Sosyalist kadın hareketi, kadına yönelen şiddeti erkek egemen yapıya indirgemeden, erkek egemen anlayışı besleyen, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini kutsayan sermaye egemenliğine karşı oklarını doğrultmalıdır.
Sosyalist kadın hareketi liberalizmin tahrip ettiği özgürlükler alanını yeniden tarihsel referanslarla tanımlamak ve mücadele alanı haline getirmek durumundadır. Kadının özgürlüğü geri tezlere terk edilemez. Özgürlüklere kıskançlıkla sahip çıkarken gericilikle mücadelenin zorunluluğu unutulmamalıdır. Özgürlükler için mücadele aynı zamanda toplumsal özgürlük mücadelesidir. Gerçek Özgürlük kavramı “benim bedenim benim kararım’a” indirgenemez. Gerçek anlamda özgürlük toplumsal eşitlikten, kadınların eşit birer yurttaş olarak yaşayabilecekleri sınıfsız sömürüsüz bir toplumsal düzende mümkündür.
Sosyalist kadın hareketi eşitlik mücadelesini yükseltmelidir. Burada liberalizmin dayattığı fırsat eşitliğinden ya da “erkeklerle aynı haklara” sahip olmanın ötesinden bahsettiğimiz açık olsa gerek. Liberal dayatma, eşitliği de kendi meşrebince yontmaktadır. Erkeklerle eşit haklara sahip olmak ya da fırsat eşitliği, mevcut düzende sınıfsal eşitsizliğin üstünü örten kullanışlı birer aparat olmanın ötesine geçmemektedir. Liberal dayatma kadın ve erkek emekçilerin verili dezavantajlarını, tabi oldukları sömürüyü kutsamakta ve sömürü koşullarında eşitliği vaat etmektedir. Sosyalist kadın hareketi kapitalizmin yönettiği cinsiyetler arası eşitsizliği devrimci bir enerjiye dönüştürmenin yolunu döşemelidir.
Bugün kapitalizmin krizi derinleşmektedir. Pandemi sonrası dünya tartışılırken yeni bir toplumsal düzen arayışının güncel olduğunu da unutmamak gerekiyor. Kadınların isyanlarının bu arayışın ilk kıvılcımları olduğunu da. Sosyalist kadın hareketi yeni bir toplumsal düzen mücadelesi için kendi programını, taleplerini, mücadele hattını yeniden tanımlamak ve örgütlemek durumundadır.
Bir bütün olarak daha defansif bir görüntü veren kadın hareketini ileri taşımak, devrimci bir dönüşümün öznesi haline getirmek, sınıfsız, sömürüsüz, gerçek eşitliğin tesis edileceği yeni bir dünyanın kapılarını açmak görevi ile karşı karşıyadır. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü bu doğrultuda yeniden ve yeniden değerlendirilmelidir. 8 Mart yeni bir mücadele döneminin başlangıcı olmalıdır.