Laiklik ve kadın hakları
26-09-2021 10:47Cumhuriyet’in tasfiyesiyle birlikte ayağımızın altından çekilen zemin haklarımızı da beraberinde götürmüştür. Bu zemini çekenlere karşı yürütülecek mücadelede laiklik en başa yazılmalıdır. Zemini daha güçlü kurmanın çimentosudur çünkü.
Umut Kuruç
Türkiye’nin dönüşümünün 1980 12 Eylül’ü ile başladığını bu sayfalarda defalarca yazdık, söyledik. AKP iktidarı ile birlikte ise sermayeye ayak bağı olan Cumhuriyet yıkıldı ve yerine yeni bir rejim kuruldu. Bunu da yazdık ve söyledik birçok defa. Cumhuriyet’i yıkanlar en önemli tasfiyeyi ilerici değerlere dönük olarak yaptı. Bunların başında da toplumsal ve siyasal dönüşümün güvencesi laikliğin tasfiyesiydi.
Neden? Öncelikle eşit yurttaşlık kavramının siyaset ve toplumsal yaşamdan kazınması, hafızalardan silinmesi yeni rejimin tesisinde önemli bir rol oynadı. Toplumsal planda tebaadan yurttaşa geçiş olan laiklik ortadan kalkınca yurttaşın yerini yeniden tebaanın alması önemliydi. Toplumun, bireylerin, özellikle emekçilerin ama en başta kadınların itaat eder hale gelmesi… Eşit yurttaşlık fikrine tahammülü olmayanlar önce kadınların eşit yurttaşlığını yok etmeyi görev bildi. Dinci gericilik sarmalına dâhil edemediğini şiddetle teslim almaya çalıştı, çalışıyor…
Hatırlayalım: İktidarın en yetkili ağızları kadın erkek eşitliğinin fıtrata ters olduğunu dillerinden düşürmedi. Diyanet, kız çocuklarının evlendirilmesine cevaz verdiğini, kadının yerinin evi, görevinin annelik olduğunu vaaz etmeye devam etti. Kadın cinayetleri artmaya devam etti, ediyor. Şiddet ve çocuk istismarları da aynı şekilde… Kadının işgücüne katılımı sermayenin ihtiyacına göre yedekte tutuluyor, en güvencesiz koşullarda ve sefalet ücretiyle piyasaya dâhil olabiliyor. Salgın koşullarında en fazla işsiz kalanlar yine kadınlar… Evde çocuğuna bakarken ve ailevi sorumluluklarını yerine getirirken çalışabileceği gibi bir mit de yaratılıyor. Ama güvencesiz ve sefalet ücretiyle tabii…
Cumhuriyet’le birlikte elde edilen kazanımlar, ilerici değerler ve özellikle de laikliğin tasfiyesi sermayenin bekası ile birlikte, artık cemaatlerin, tarikatların, aşiretlerin, çeşitli çıkar çetelerinin gücünü de artırmıştır. Bugün karşı karşıya olduğumuz, kadın katliamları, tecavüzler, çocuk tacizleri ile hırsızlıkların ve yolsuzlukların normalleşmesi, mafyatik ilişkilerin muteber hale gelmesi gibi yayılmış olan çürüme işte bu tasfiyenin sonucudur.
Laikliğin olmadığı koşullarda mutlak gerçeklik vardır. Tanrı ve onun temsilcileri mutlak doğruları belirler. Buna göre zenginlerin, aşiret liderlerin, ağaların, tarikat ve cemaat şeyhlerinin, iktidar sahiplerinin gücü mutlaktır. Yoksulların yoksulluğu, güçsüzlerin güçsüzlüğü, ağır sömürü koşulları, eşitsizlikler kaderdir. Tevekkülle kabul edilir. Siyasi ve toplumsal gücü elinde bulunduranların ayrıcalıklı olması kaçınılmazdır. Sadaka, sosyal yardım gibi düzeneklerin içerisinde emekçi kitlelerin de iktidar ile tabiyet ilişkisi vardır. Halk yoktur, yurttaş yoktur, tebaa ve tabi olunan vardır, kulluk vardır. Bu durum mutlaktır, değişmez. Toplumsal yaşam da, eğitim de, hukuk da buna göre yorumlanır, düzenlenir. Burada kadın arkaik kurallara, esas olarak dini kurallara, aşiretlerin çizdiği sınırlara tabidirler. İkinci, hatta üçüncü sınıftırlar. Yaşamları ilahi ve mutlak güç tarafından belirlenir. Görevleri annelik ve aile yükümlülükleriyle sınırlıdır. Kendi yaşamları üzerinde söz hakları yoktur.
Laiklik öncelikle bu mutlaklık durumunun ortadan kaldırılmasıdır. Devlet yapısı, anayasal hukuk üzerinde yükselir. Anayasada yer alan laiklik pratikte de asgari zemin olarak eşit yurttaşlıktır. Dolayısıyla, kadınların eşit yurttaşlığı demektir laiklik.
Bugün esnek ve güvencesiz istihdam en başta kadınlar üzerinden hayata geçiriliyor. İnsan hakkı olan birçok kamu hizmeti piyasaya devredilirken, bir yandan da parası olmayan emekçi kadınların omuzlarına yükleniyor. Kadın emeği tıpkı toplumsal yaşamda olduğu gibi ikincilleştiriliyor. Sermaye kadınlar üzerinden maliyetlerinden kurtuluyor. “Laiklikle ne alakası var?” diyeceksiniz. Bu süreç dinci gericilik üzerinden meşrulaştırılıyor. Kadınla erkeğin eşitliğini fıtrata ters olduğunu söyleyen zihniyet iş cinayetlerine de fıtrat diyor. Yoksulluğun bu dünyadaki sınav olduğunu söylerken, emekçilere sabretmeleri gerektiği vaaz ediliyor. Din üzerinden işverene karşı her tür hak arama mücadelesi için “caiz değildir” fetvaları veriliyor. Sermayenin sömürüsü dinci gericilikle örtülüyor. Sadaka kültürüyle itaat ve şükür tahkim ediliyor. Öte yandan piyasaya devredilen çocuk bakımı ve kreşlerin yerini emekçi aileler için cemaat ve tarikatların sıbyan mektepleri alıyor.
Toplumun bu anlamda teslim alınmasına dönük adımlar kadınlara yönelik saldırılarla gerçekleşiyor. Bununla birlikte kadınların ikincilleştirilmesi ve teslim alınması da ancak bir toplumsal dönüşümle sağlanıyor.
Laiklik, toplumun, yurttaşların, kadınların örgütlenebilmesi ve hesap sorabilmesinin, hak arama mücadelesinin zeminidir. Dünyayı ve yaşamı anlama, idrak etme ve değiştirme, dönüştürme iradesidir.
Laiklik, özgürlük için ön koşuldur. Kadının özgürlüğü cinsiyet, beden ya da salt bir bireysellikle sınırlandırılamaz. Böyle olduğu takdirde, gerici kuşatmayı kırmak ve toplumsal bir özgürlükten bahsetmek mümkün olmaz. Akıl özgürleşmedikçe, mutlaklık cenderesi parçalanmadıkça, eşit yurttaşlık zemini kurulmadıkça kadınların özgürlüğünden bahsetmek mümkün değildir.
Başa dönecek olursak, Cumhuriyet’in tasfiyesiyle birlikte ayağımızın altından çekilen zemin haklarımızı da beraberinde götürmüştür. Bu zemini çekenlere karşı yürütülecek mücadelede laiklik en başa yazılmalıdır. Zemini daha güçlü kurmanın çimentosudur çünkü.