Reel sosyalizmde ve kapitalizmin bugününde kadınlar
07-03-2021 09:52Kapitalizmin beslediği gerici ideolojinin kökü kurutulmadan ve tüm bu sorunların ortadan kalkacağı yeni bir toplumsal sistemin inşası için mücadele etmekten geri duran her yol yanlışlanmaya mahkumdur.
Ezgi Oral
Büyük Ekim Devrimi ile beraber kadının toplumsal hayatta hak eşitliğinin sağlanması adına birçok adım atılmıştır. Kadının toplumsal hayata katılımını sağlamak için çok kısa sürede önemli çalışmalar yapılmış ve atılan adımlar yasalarla güvence altına alınmıştır. İlk olarak işçilerin ve kadınların siyasete katılımı noktasında önemli bir karar olarak, çalışma saati 8 saate düşürülmüştür. Ev işlerleri kadının görevi olmaktan çıkarılmış ve devlet eliyle kolektifleştirilmiştir. Kadının emeğinin özgürleştirilmesi adına çamaşırhaneler, yemekhaneler, ücretsiz kreşler ve yaşlı bakımevleri kurulmuştur.
Ekim Devrimi’nden hemen sonra Barış Kararnamesi ilan edilmiş ve Birinci Dünya Savaşı sona ermiştir. İkinci kararname ise Toprak Kararnamesi olmuştur. Toprak üzerinde özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla köylüler ve özellikle köylü kadınlar toprağı serbestçe kullanmıştır. Kadınlar, yüzyıllar sonra toprak üzerinde üretim yaparak yoksulluktan kurtulmuştur.
Lenin, Ekim Devrimi’nden hemen sonra kadının toplumsal, cinsel ve ekonomik alanlarda hak eşitliğinin ve toplumsal hayatta temsiliyetinin sağlanması konusuna özellikle eğilmiştir. 1918 yılında çıkarılan Medeni Kanun ile beraber kadınlar iş, eğitim, evlilik gibi alanlarda daha önce hiçbir kapitalist ülkenin sağlamadığı haklara kavuşmuştur. Dini nikah yasaklanmıştır. Resmi nikahlı ve nikahsız beraberlikler ve bu beraberlikten doğan çocuklar yasalar önünde aynı haklara sahip olmuştur. Erkek egemenliğinin kaldırılması hedeflenmiş, aile içerisinde kadın ile erkeğin konumu ve rolleri eşitlenmiştir. Soyadı konusunda kadına hiçbir baskı yapılmamıştır. Evlilik içerisinde kadınlar kendi soyadını kullanabilmekte veya erkek de eşinin soyadını kullanabilmektedir. Boşanmanın önündeki engeller kaldırılmıştır. Kürtaj hakkını yasallaştığı ilk devlet Sovyetler Birliği olmuştur.
Sovyetler Birliği’nde kadını ekonomik alanda eşitlemek ve kadın emeğinin önündeki engelleri kaldırmak adına ilk olarak ‘eşit işe, eşit ücret’ yasası çıkarılmış, kadınlar erkek işçiler ile eşit oranda ücret almaya başlamıştır. Kadınlara gebelik izni verilerek, gebelik sonrasında işlerine dönmeleri konusunda kolaylaştırıcı uygulamalar geliştirilmiştir. Çocuk emziren kadınlara süt izni tanınarak, üç buçuk saatte bir en az otuz dakika olmak üzere emzirme hakkı verilmiştir. İşçi kadınlar, regl dönemlerinde ücretli izin kullanabilmektedir. Tüm bu yasalar ve uygulamalar Sovyetler Birliği’nde kadının ve kadın emeğinin korunması adına örnek teşkil edebilecek eşsiz kazanımlardır.
Sovyetler Birliği’nde anne ve çocuk sağlığının korunması da yasalarla güvence altına alınmıştır. Hamile kadınlar ve anneler işten atılamamakta, iş seyahatlerine gönderilmemekte ve gece mesailerinde çalıştırılmamaktadır. Anne ve çocuk hizmetleri için çok sayıda anne evi, ebe merkezi ve süt emzirme istasyonları mevcuttur.
Sovyetler Birliği’nde kadının ve kadın emeğinin korunmasına dair atılan adımlar, kadınların üretim süreçlerindeki varlığında büyük etkiler yaratmıştır. Örneğin; 1929-1933 yılları arasında çalışan kadın sayısında iki kat artış yaşanmıştır. “Bütün kadın cinsinin yeniden toplumsal üretime dönmesi” (Engels) hedefinde önemli yol katedilmiştir. 1979 senesinde Sovyetler Birliği’nde çalışan kadınların oranını %88,4 olarak saptanmıştır. Bu oran, aynı dönemde Avrupa ülkelerinde yalnızca %15 civarındadır.
Ekim Devrimi’nin kadınları yeniden üretim sürecine ve toplumsal hayata dahil etme noktasındaki irade ve başarısı şu verilerle özetlenebilir:
- 1930’lu yılların ortalarında kadınlar arasında okur-yazar olmama durumu ortadan kaldırılmıştır.
- 1970’li yıllarda %44 oranında kadın mühendis bulunmaktadır. O dönem için Sovyetler Birliği dünyada en yüksek kadın mühendise sahip ülkedir.
- 1929’da 3 milyon 304 bin olan kadın çalışan sayısı, 1933 yılında 6 milyon 908 bin olmuştur.
- 1982 yılı verilerine göre savcıların %36’sı, savcı yardımcılarının %54,9’u kadındır.
- İkinci Dünya Savaşı’ndan önce kadın ve erkek işi ayrımı ortadan kaldırılmıştır.
Ayrıca, işçilerin sanatsal ve sportif alanlarda gelişmesi adına, ücretsiz spor kursları açılmış ve fabrikalarda tiyatro oyunları, şiir okuma geceleri gibi çeşitli sanatsal faaliyetler düzenlenmiştir. Toplumsal, ekonomik ve cinsel hayatta atılan bu adımların işçi kadınların hayatlarına yansımasına dair fikir edinmek için, Pravda’ya işçi kadınlar tarafından yazılan bir mektupta geçen “Ekim Devrimi’nden sonra ancak biz işçi kadınlar güneşi gördük.” ifadesi örnek verilebilir.
Lenin, Ekim Devrimi’nin ardından kadınların tam hak eşitliğinin sağlanması adına çıkarılan yasaları oldukça önemsemiş olmakla beraber, kadının tam hak eşitliğinin yalnızca, kadını yasalar önünde eşitlemekle sağlanamayacağının bilincindedir. Bu nedenle, Sovyetler Birliği’nde kadının konumu yalnızca yasalar önünde eşitlenmekle kalmamış, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak adına çeşitli önlemler almıştır. 1919 Parti Programı’nda yer alan şu ifadeler Sovyetler Birliği’nde kadının konumuna dair fikir verecektir: “Partinin mevcut görevi esas olarak proletarya ve köylülüğün en geri kalmış kesimlerindeki eşitsizlik ve ön yargıların izlerini yok etmek üzere ideolojik ve eğitim çalışmasına öncelik vermektir. Parti, kadınların yasal eşitliğini yeterli bulmaz. Kadınların köhnemiş ev ekonomisi ve maddi yükten kurtarılması için kolektif birimler, yemekhaneler, çamaşırhaneler, kreşler ve benzeri merkezlerle bu yapıyı değiştirmek üzere mücadele eder.”
Kadının tam hak eşitliğinin sağlanması konusunda yasalar önündeki eşitliğin sağlanmasının yanı sıra gündelik hayatın da devrimci değişimi önemli bir konudur. Aleksandra Kollontay, gündelik hayatın devrimci dönüşümüne duyulan gereksinimin üzerinde önemle durmuştur. Kollontay, kadının tarihinin arka planına bakıldığında “mutfağın ve evliliğin” ayrılmasının çok önemli bir adım olduğunu belirtmektedir. Kadın açısından bu durumun önemini, ‘devlet ve kilisenin’ ayrılması kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Kollontay, evliliğin ve mutfağın ayrılmasının Sovyetler Birliği’nde, devrimden sonra daha ilk aylarda kurulan halka açık kantinler aracılığıyla sağlanmaya çalışıldığından bahsetmektedir. Halk kantinlerinin devrimin ilk yıllarında, henüz çok yetersiz olduğunu belirten Kollontay, buna rağmen 1919-1920 yıllarında Petersburg’da tüm nüfusun hemen hemen %90’ının ve Moskova’nın %60’ının beslenme ihtiyacının halk kantinleri aracılığıyla karşılandığını aktarmaktadır.
Kadınların Sovyetler Birliği’nde kazandıkları ekonomik ve sosyal hakları toplumsal hayatta pratiğe dökmek üzere 1919 yılında Merkez Komitesi’ne bağlı kurulan ‘jenotyel’, işçi ve köylü kadınlara, ev işlerinin toplumsallaşması, annelik hakları ve kadının toplumsal hayatta varlığının arttırılması gibi konularda çok önemli eğitimler vermiştir. [1]
Sovyetler Birliği ile somutlaşan sosyalizm deneyiminde, kadının kurtuluşu konusu göz önüne alındığında doğu coğrafyasındaki kadınların sosyalizmle hayatlarının nasıl değiştiği önemli bir örnektir. Aydınlanma devrimlerinin ulaşmadığı ve İslam dininin hüküm sürdüğü Türkmenistan, Azerbaycan, Kırgızistan gibi coğrafyalarda kadınlar neredeyse hiç toplumsal üretime dahil olmamışlardı.
Komünist Parti ve Jenotyeller yüzyıllar boyu gericilik kıskacında yaşayan bu kadınlara önemle eğilmiştir. Devrimle beraber, kadınlara sağlanan tüm haklar bu coğrafyada yaşayan kadınlar için de geçerli olmasına karşın pek çoğu bu haklardan haberdar bile değildir. Bu nedenle bu kadınları öncelikle hakları konusunda bilgilendirmek ve bu hakları kullanacakları bilince ulaştırmak gereklidir. Jenotyeller bu konuda ısrarcı olmuş, tüm zorluklara karşın bu kadınlara ulaşmayı başarmıştır.
Jenotyeller tarafından ilk aşamada bu kadınlara hakları anlatılır. Daha sonra okuma yazma kursları açılır, korunma yöntemleri, çocukların eğitimi vb. konularda konferanslar düzenlenir. Kültürel alanda gelişimlerini sağlayacak tiyatro ve film gösterimleri yapılır.
Tüm bunların yanı sıra Jenotyellerin asıl hedefi bu kadınların ekonomik özgürlüğünü sağlayarak onları toplumsal üretim sürecine dahil etmektir. Neredeyse toplumsal üretime hiç girmemiş bu kadınları, üretim sürecine dahil etmek oldukça zor bir mücadele başlığıdır.
Bu coğrafyanın kadınları ilk olarak, sosyalizmle beraber kendilerine tanınan boşanma hakkını kullanmışlardır. Kadınlar şiddetin var olduğu ve erkeğin çok eşli olduğu evlilik adı altında sürdürülen kölelikten kurtulmuştur.
1934 yılında okur yazarlık oranı doğu halkları arasında %70’e ulaşmış, 1936 yılında ise okur yazar olmama durumu ortadan kaldırılmıştır. Sosyalizmle beraber aile ve koca boyunduruğundan kurtulan bu kadınlar siyasi yaşama da katılım sağlamıştır. 1948 yılında Sovyetler Birliği Özerk Cumhuriyetler Yüksek Sovyeti’nin 29’unu kadınlar oluşturur.
Sosyalizm yalnızca Sovyetler Birliği’ndeki kadınlar için değil, diğer ülkelerin kadınlarının da kazanım elde etmesinin önünü açmıştır. Sermaye düzeni Sovyetler Birliği’nin kuruluşuyla beraber birçok başlıkta taviz vermek zorunda kalmıştır. Kadınlara oy hakkı verilmesi, kamusal hizmetler, çalışma yaşamı sosyal haklar gibi bir dizi alanda kazanım sağlanmıştır.
Sovyetler Birliği’nde kadının tam hak eşitliğinin sağlanması adına toplumsal, cinsel ve ekonomik alanda atılan adımlar, 70 yıla sığdırılmış önemli ve eşsiz bir deneyimdir. Sovyetler Birliği’nde atılmış olan adımların, bugün, kapitalist bir ülkede gerçekleştirilmesi hayal dahi edilemez. Başta söylediğimiz gibi, kadın sorunu sınıflı toplumların yarattığı ve kapitalizmin pekiştirdiği bir sorundur. Bu nedenle, kadın sorununa kapitalizme içkin ve mevcut üretim ilişkileri üzerinden bir çözüm üretilemez.
Sosyalizmin çözülüşünün ardından
Toplumsa hayatta kadının tam hak eşitliğini ve kadınların ekonomik bağımsızlığını sağlayan Sovyetler Birliği’nde kadınların kazanımları, bu yazıya sığdırılamayacak kadar kapsamlı bir konudur. Bugün dünyanın her yerinde, kadınların toplumsal hayattaki konumu, Sovyet kadınlarının çok daha gerisindedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber birçok kapitalist ülkede kadınların elde ettiği kazanımlar birer birer yok edilmiştir.
Yıllar önce Sovyet kadınlarının kazandığı, eşit işe eşit ücret, kreş hakkı, süt izni ve doğum izni gibi konular bugün halen kadınların mücadele başlıklarını oluşturmaktadır. Sermaye düzeni anneliği kutsarken, kadınların kazanılmış hakları olan doğum izni, süt izni gibi hakları, işten atılma bahanesi olarak karşımıza çıkarılmaktadır. Kamu hizmeti olarak sunulması gereken ücretsiz kreş hizmeti, lüks bir ihtiyaçmış gibi gösterilmektedir. Kadın emeği, sermaye tarafından ucuz emek gücü olarak görülürken, kadınlar uzun mesai saatleri altında büyük oranda kayıtdışı olarak çalıştırılmaktadır. Covid-19 etkisiyle geniş tanımlı kadın işsizlik oranı %41’e ulaşmıştı. (Disk-ar Ocak 2021 raporu)
Sömürünün beslediği gericilik ise kadınların hayatlarına kabus gibi çökmektedir. Bugün, kadın erkek eşitliğine “fıtrat” düzleminde ele alan siyasal islam, cinsiyet eşitliğini sağlamak bir yana, kadınların ikincil konumunu pekiştirmektedir. Topluma sirayet eden gericilik, kadınlara şiddet olarak dönmektedir. Artık iktidarın bile görmezden gelemediği kadın cinayetleri rakamları ortadadır. 2002-2017 yılları arasında en az 7.000 kadın cinayeti işlenmiştir.
Yukarıdaki satırlarda anlatmaya çalıştığımız gibi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kapitalist özel mülkiyet arasında tarihsel bir ilişki bulunmaktadır. Engels’in vurguladığı gibi “Kadınla erkeğin gerçek eşitliği, her ikisinin sermaye yoluyla sömürülmesi ortadan kalkınca ve özel ev işi genel bir sanayiye dönüşünce gerçekleşebilir.”
Sovyetler Birliği’ndeki kadınların reel sosyalizm deneyimleri bizlere, kadının gerçek kurtuluşunun sosyalizmde olduğunu göstermektedir. Bu anlamıyla, kadın mücadelesinin yolunu sosyalizmle birleştirmek gerekmektedir. Kadın sorununa, Marksizm dışı çözümler aramak eksik bir çaba olarak kalmaktadır.
Komünist kadınlar, kadının sorununun nihai çözümünün ancak sosyalizmle mümkün olduğunun farkında olarak mücadele hattını buradan kurmaktadır. Ancak, bu bakış açısının ‘indirgemeci ve ertelemeci’ olduğuna yönelik eleştiriler getirilmektedir. Oysa, kadın mücadelesi sınıfsal bir kimlik düzleminde ele alınmadığı ve sosyalizm zemininden koparıldığı zaman “Hepimiz kadınız, aynı saftayız.” safsatasına yol verilmektedir.
Türkiye topraklarında sosyalizmin gerçek bir seçenek haline getirilmesinin gerekliliklerinden biri emekçi kadınların örgütlenmesidir. Bugün emekçi kadınların, iş sorunu, geçim sorunu, gelecek sorunu bulunmaktadır. Elbette, kadınların taciz ve şiddet sorunları da göz ardı edilemez ve can yakıcı sorunlar olarak karşımızda durmaktadır. Ancak, kapitalizmin beslediği gerici ideolojinin kökü kurutulmadan ve tüm bu sorunların ortadan kalkacağı yeni bir toplumsal sistemin inşası için mücadele etmekten geri duran her yol yanlışlanmaya mahkumdur.
Bir kadın işçinin Pravda’ya yazdığı mektupta belirttiği gibi, biz kadınlar, ancak ülkemizde sosyalizmi kurduğumuzda güneşi göreceğiz.
[1] Kollontai,A. Kadının Toplumsal Gelişmede Konumu. İnter Yayınları