Türk usulü burjuva demokrasisinin sınır taşı: Türkiye İşçi Partisi'nin 1965 seçim başarısı

Türk usulü burjuva demokrasisinin sınır taşı: Türkiye İşçi Partisi'nin 1965 seçim başarısı

14-02-2021 17:58

''Türkiye İşçi Partisi’nin işareti, tırtıklı kirtişli bir teker, yâni bir çark ve üstünde eğik duran bir başaktır. İçinde de iki satır yazı vardır. Köylüye toprak, herkese iş!”

Demir Silahtar

Türkiye İşçi Partisi’nin 1965 seçimlerinde elde ettiği başarı, bir yandan Türkiye sosyalist hareketi tarihindeki en önemli sıçramalardan biri diğer yandan da sonuçları itibarıyla Türkiye’de siyasi ifadesini alaturka burjuva demokrasisinde bulan sermaye düzeninin, işçi sınıfının politik muhalefetine tahammül sınırlarını çizen bir uç noktası olarak görülmeli.

1950’lerdeki Demokrat Parti iktidarı aracılığıyla artık düzenin asıl sahibi olduğunu herhangi bir aracıya veya dolayıma gerek duymaksızın gösteren sermaye sınıfının büyük toprak sahipleri ile ittifak halinde cumhuriyete kendi çıkarları doğrultusunda verdiği yeni tasarımın kimi görünümleri; Türkiye’nin Genç Osmanlılarla başlayıp I. Cumhuriyet’le doruğuna ulaşan uzun burjuva devriminin sürükleyici gücü olan askeri-idari bürokrasinin tepkisine yol açmıştı. Cumhuriyeti fabrika ayarlarına geri döndürme çabası biçiminde ortaya çıkan 27 Mayıs 1960 İhtilaliyle cephanesinde ilericilik adına kalmış son barutu da tüketen askeri-idari bürokrasinin, seçkin bir akademisyen hukukçular kuruluna hazırlattığı 1961 Anayasası’nın Türkiye tarihinde bugüne kadar sosyal ve demokratik haklar bakımından en ileri anayasa olduğu bilinir.

13 Şubat 1961’de on iki sendikacı tarafından kurulan ve kısa zamanda işçilerin, köylülerin, aydınların ve sol hareketin partisi halini alan Türkiye İşçi Partisi 1965 yılında, 1961 Anayasası’nın getirdiği “milli bakiye (artık) sistemi” olarak adlandırılan nispi seçim sisteminin uygulandığı genel seçimlerde büyük bir başarı kazandı.

Sadece tarihsel ve nesnel koşullara indirgenemeyecek bu büyük başarıda işçi ve emekçilerin, aydınların ve yurtseverlerin talep ve duygularını yansıtan başarılı parti propagandası önemli rol oynadı. Parti propagandasının temelini oluşturan ve “işçiler, ırgatlar, köylüler, zanaatkârlar, subaylar, memurlar, emekliler, Atatürkçü toplumcu aydınlar, tüm emekçiler, sevgili yurttaşlar” hitabı ile başlayan Seçim Bildirisi’nde; işçi sınıfının öncü siyasi partisinin yasaklı olduğu koşullarda Türkiye tarihinde ilk kez yasal bir parti tarafından emperyalizm teşhir ediliyor, Amerikan emperyalizminin bütün milli servetimize el attığı, Amerikalı petrol şirketlerinin yurdumuzdaki petrol yataklarına el koydukları, madenlerimize göz diktikleri belirtiliyor, tam bağımsızlık olmadıkça toprak reformunun yapılamayacağı, sanayileşmenin gerçekleştirilemeyeceği, işsizliğin önlenemeyeceği ve sosyal adaletin sağlanamayacağı ifade edilerek, tüm yurttaşlar Amerikan emperyalizmi ile mücadeleye çağrılıyordu.

TİP’in seçim kampanyasında, Türkiye siyaseti bakımından başka ilklerin de yaşanmasına tanık olunmuştur. “Yarının Şarkısı” isimli seçim şarkısıyla parti propagandasında müziği kullanan ilk siyasi parti TİP oldu. Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’ın “İşçiler, köylüler, arabacılar, marabalar, eli nasırlılar, ezilenler, sömürülenler!” hitabıyla başladığı ve emekçi kitlelere “senin yoksulluktan, açlıktan kurtulman için; senin işsizlikten kurtulman için; senin cahillikten kurtulmak için; senin korkusuz, horlanmadan, başı dik yaşaman için; senin çocuğunu okutman için; senin toprağa kavuşman, hastalığında doktora, ilaca, bakıma kavuşman için; önce Türkiye’yi yeniden bağımsızlığa kavuşturman gerekiyor!” diyerek seslendiği ünlü radyo konuşması başta olmak üzere TİP sözcülerinin konuşmaları, propagandif ve toplumsal etkileri bakımından ülkemiz siyasi tarihine damga vurmuştur.

Örneğin Can Yücel’in TİP adına TRT radyosunda yaptığı seçim konuşması, siyasi gerçeklerin emekçi halka teşhirinden başka bir şey olmayan sosyalist propaganda bakımından, bizce bugün dahi kendisinden öğrenilecek çok şey olan bir doruğu temsil eder. Şöyle bitiriyordu konuşmasını Can Yücel:

“Kardeşlerim,

İşçi Partisine kızıl diye lâf atanlar Erzurum’da yavrularımızın kızıldan, kızamıktan kırılması karşısında kıllarını bile kıpırdatmamış olanlardır.

Canlarım,

İşçi Partisi’ne “Camilerin kapısına kilit takacaklar” diye çirkef atanlar, her doğan bin çocuktan yüz altmış beş tanesinin süt bebesiyken ölüp gitmesi karşısında vurdumduymazlık eden Allahsızlardır. İşçi Partisi’ne, “Dükkânınızı, evinizi, barkınızı, bir avuçluk tarlanızı elinizden alacak” diye leke sürmeye kalkışanlar halkın eğitimi için tek toplu çare olan köy enstitülerini halkın elinden alıp, kapatanlardır.

Yurttaşlarım,

İşçi Partisi’ni “Kökü dışarda” diye arkadan vurmaya özenenler halk evlerinin dibine incir dikenlerdir.

Kardeşlerim,

Türkiye İşçi Partisi’nin kökü Türk işçisinin, Türk köylüsünün, Türk aydının, Türk küçük esnafının, dar gelirli Türk memurunun insan gibi yaşama özlemidir. Türkiye İşçi Partisi yurtta tek bir aç, tek bir çıplak yurttaş kalmayıncaya kadar didinmeye ant içmiş yurtseverlerin ocağıdır. Bu özlemle ve bu kararla beslenen bu ağaç şimdilik körpedir ama Anadolu’muzun dört köşesine yayılmış ulu çınarlar kadar Türk’tür. Ve halkımızın göz nuruyla, alın teriyle sulanarak, gelecek yıllarda serpile serpile bütün Türkiye’yi yeşillere salacaktır. Türkiye İşçi Partisi’nin bir tek kaynağı var: sevinç, sevgi, halkın yanında ve halktan olmanın verdiği sevinç ve sevgi. Bir tek aracı ve pusatı var: bilim ışığı. Bu sevinç ve bilim ışığıyla bu yurdu öyle bir donatacağız ki o zaman işte ulusal egemenlik ve çocuk bayramlarını yan yana, ama bu sefer sahiden kutlayacağız.

Analar, babalar, kardeşler, sandık başlarına giderken çocuklarınızı, kardeşlerinizi de yanınızda götürün. Götürün ki görsünler İşçi Partisine oy verdiğinizi. Çünkü o oylardır ki çocuklarınıza, kardeşlerinize sütü ile mamasıyla, yuvasıyla, çiçek bahçesi, çocuk bahçesiyle, doktoru, denizi, güneşiyle, renkli oyuncakları, gül gibi okulları, güpgüzel kitapları, yiğit öğretmenleri ve haktan yana olduğu için mutlu ana babalarıyla zengin ve dopdolu bir çocukluk sağlayacak ve yine çocuklarınıza, kardeşlerinize aydınlık bir gelecek, iş, sosyal adalet, toprak, ekmek, güven, eşitlik, özgürlük, insan onuru ve pırıl pırıl bir hayat kazandıracaktır.

Yeter ki gönlünüz ve kafanız doğru yolda ve oylarınız İşçi Partisinden olsun ve yeter ki, yurttaşlarım, gazanız mübarek olsun.

Türkiye İşçi Partisi’nin işareti, tırtıklı kirtişli bir teker, yâni bir çark ve üstünde eğik duran bir başaktır. İçinde de iki satır yazı vardır. Köylüye toprak, herkese iş!”

TİP’in 51 ildeki 385 adayının 227’si işçi, köylü, esnaf ve zanaatkar, 148’i de memur, öğretmen, emekli subay gibi meslek gruplarından geliyordu. Kurtuluş Savaşı’ndaki I. Meclis’ten yaklaşık kırk yıl sonra sosyalist hareket Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yeniden, üstelik bu kez Mehmet Ali Aybar, Rıza Kuas, Muzaffer Karan, Tarık Ziya Ekinci, Sadun Aren, Yahya Kanbolat, Cemal Hakkı Selek, Adil Kurtel, Behice Boran, Yunus Koçak, Şaban Erik, Yusuf Ziya Bahadınlı, Ali Karcı, Kemal Nebioğlu ve Çetin Altan’dan oluşan on beş milletvekiliyle girmiş oldu.

Bu on beş milletvekili ile TİP, meclisin en küçük partisi iken adeta attığı her adım, söylediği her söz Türkiye’nin gündemini belirleyen bir ana muhalefet partisi haline geldi. İşçi ve emekçilerin haklarını savunan, toprak reformu talebiyle topraksız köylülerin sesi olan, Türkiye’deki Amerikan üslerinin kapatılması talebiyle tam bağımsızlık mücadelesi veren, Kürt sorununu ilk kez meydanlarda dillendiren TİP’in toplumsal tabanının genişlemesi, ayrıca yeni anayasa ile oluşan nispeten özgürlükçü politik ortamda kurulduğunun bilincinde olan partinin  bu nedenle anayasal haklar, demokratik hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi o güne dek pek de toplumsal karşılık bulmamış kavramlar üzerinden Anayasa Mahkemesinin “anayasaya uygunluk denetimi” yapmasını sağlayan iptal davaları açmak, gensoru, meclis araştırması ve soruşturması gibi mekanizmaları etkin biçimde kullanmak suretiyle kısa sürede sistem içinde ciddi bir muhalefet odağı haline gelmesi, sermaye düzeni bakımından karın ağrılarına ve korkuya yol açtı.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ilk kez kendi bekasını tehdit etmeye aday bir toplumsal hareketliliğin ve işçi sınıfı örgütlülüğünün ortaya çıkması, Türkiye sermaye düzeninin kırmızı çizgilerinin ihlal edilmesi ve alaturka burjuva demokrasisinin sınırlarının yeniden belirlenmesi ihtiyacının doğması anlamını taşıdı.

Bu beka korkusu nedeniyle TİP’in hemen her toplantısı bin türlü saldırıya uğradı, milletvekilleri dövüldü, işçi sınıfına ve gençlik hareketine karşı faşist terör bizzat sermaye sınıfı ve taşeronu olduğu ABD emperyalizmi tarafından örgütlenerek sokaklara salındı.

Oysa gerek kendi örgütlenmesi gerekse tetiklediği sosyal hareketlilik nedeniyle egemenlerde yarattığı bu büyük korkuya rağmen, en nihayetinde TİP tahayyülü yasal, parlamenter mücadelenin sınırlarını aşmayan, işçi sınıfının öncü partisi niteliğinde olmayan ve olamayacak olan, son derece eklektik bir programa sahip bir sosyalist partiydi. TİP programında çok net biçimde Kemalizm, cumhuriyetçilik, 27 Mayıs İhtilali, 1961 Anayasası sahiplenilmiş, yasal yollardan iktidara gelmeye ve seçimlere özel vurgu yapılmış ve Türkiye için önerilen kurtuluş reçetesi de “kapitalist olmayan yol” biçiminde formüle edilmişti. Parti önderliğinin Marksistliğinden sual olunmayacak isimlerinden Behice Boran dahi o yıllarda sosyalist iktidarın yolunun köylüden alınacak oylarda olduğunu söyleyebiliyordu: “Ayrıca 1965 seçimlerinde TİP köylere kadar teşkilatını ve propagandasını uzatmak imkanını pek bulamadığı halde, Türkiye’nin her tarafından hemen her köyden bu partiye oy çıkmıştır, hatta sayısı az da olsa bir kısım köylerde oyların çoğu TİP’e verilmiştir. Önümüzdeki seçimlerde de oy kaynağı köyler olacaktır. TİP köylünün oylarını kazanmadan iktidara gelemez. Bu anlamda sosyalist iktidarın yolu köyden geçer.”

TİP’in gerçek bir işçi sınıfı partisine dönüş(e)memesi, parti önderliğinin zaman zaman pasifizme varan aşırı temkinliliği ve yükselen faşist terör karşısında giderek radikalleşen devrimci gençlik hareketine hitap edemez hale gelmesi, bilindiği üzere tarihsel süreç içerisinde partinin bölünmesine, toplumsal etkisini yitirmesine ve yükselen sosyalist mücadeleyi sırtlamaya aday yeni öznelerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Bütün bu öznel zayıflıklarına karşın TİP ve tıpasını açtığı sınıfsal ve toplumsal hareketlilik, sermaye sınıfında yarattığı ürküntü itibarı ile Türkiye sermaye düzeninin ve alaturka burjuva demokrasisinin yapısının kalıcı biçimde değişmesine yol açtı. Sermaye sınıfının beka kaygısıyla kendi Cumhuriyetinin kuruluş paradigmalarından dahi uzaklaştığına, egemenler katında 1961 Anayasası türünden nispi demokratik açılımlara tövbe edildiğine tanık olundu.

Sermaye, ABD emperyalizminin ve 1960 sonrasında OYAK türü örgütlenmeler üzerinden kapitalizm ve emperyalizm ile olan bağlarını sıkılaştırmış olan yüksek askeri bürokrasinin de aktif desteği ile “sosyal gelişmenin, iktisadi gelişmeyi aştığı”, “1961 Anayasası’nın ülkeye bol geldiği” ve benzeri söylemler etrafında kümelenerek, 12 Mart 1971 muhtırasını, faşist terörü, suikast ve katliamları, bütün bunlar yetmeyince de en nihayet 12 Eylül 1980 askeri darbesini tezgahladı. Burjuva Cumhuriyetin o güne dek kendisini konsolide ettiği üç geleneksel hasımdan yani komünizm, Kürt ulusalcılığı ve dinci gericilik üçlüsünden sonuncusu, bundan böyle başta komünizm olmak üzere ilk ikisine karşı panzehir olarak görüldü ve palazlandırıldı. Cumhuriyetin kuruluş paradigmalarının yapı söküme uğratılması ve bugünkü AKP gericiliğinde cisimleşen II. Cumhuriyet’in inşasına giden süreç böyle başladı.

TİP’in 1965’teki seçim zaferi ve sonuçları, sermaye düzeninin tahammül sınırlarını, dolayısıyla alaturka burjuva demokrasisinin genişleyebileceği nihai sınırları ortaya koyarken, sosyalist iktidar mücadelesi bakımından da TİP türünden siyasi örgütlenmelerin sınırlarını ortaya koymuş olması bakımından önemlidir. Bu sınırın bittiği yerde başlayan; sermaye düzeninin ve burjuva yasaların sınırlarını tanımayan, devrim mücadelesini her koşul altında ve siyasi konjonktürün gerekli kılacağı barışçıl veya barışçıl olmayan her türlü aracı kullanarak sürekli kılan, programına ve bayrağına işçi sınıfının devrimci iktidarını yazan Leninist partidir.