Yeni rejimin yeni hukuk sistemi:

Yeni rejimin yeni hukuk sistemi: "Bana göre suç"

16-05-2021 17:33

Hukuk devleti gitti şahsım devleti geldi

Ali Ateş

Vesayet rejimi diye liberaller ve gericiler tarafından kodlanan “eski rejime” alternatif olarak kurulan “yeni rejimin”, 1923 Cumhuriyeti’ni yıkarak kendisini kurduğunu, bu anlamıyla 2. Cumhuriyet kavramı ile de açıklamakta mahsur olmayan bir yönetim biçimi altındayız. Başkanlık rejimi bunun başka bir adı. Parlamenter sistemin yerine “kurulan” yeni rejim, tek adam yönetiminin bariz örneği olarak karşımızdayken, burjuva düzenin geleneksel yönetim yapılarını da ayaklar altına alması nedeniyle bizzat sermaye sınıfının başka kanatları tarafından da eleştiriye tabi tutuluyor.

İlk altı çizilmesi gereken nokta şu: 1923 yılında temelleri atılan rejime, yani Birinci Cumhuriyet’e yönelik her türlü eleştiri ve reddiye üzerine kurulup, daha özgürlükçü, daha sivil olacağı, daha milli iradeye dayanacağı iddia edilen “yeni rejimin” büyük bir yanılsama olduğu karşımıza çıktı. Buna başarısızlık denebilir mi, tartışılmalı. Çünkü başarısızlık, başarı olasılığını da içeriyor. Bu anlamıyla, AKP eliyle kurulan “yeni rejimin” bir başarısızlık değil aslında gerici ve liberal ideolojinin somut durumunun somut göstergesi olarak değerlendirilmesi teorik bir doğru olarak başa yazılmalı. Evet İkinci Cumhuriyet adıyla kurulan rejim, “vesayet rejimi” diye adlandırdığı rejimi eleştirirken kullandığı “milli irade” kavramı, yalanın ve sahtekarlığın ifadesi ve aynı zamanda gerici siyasi hareketin genlerine işlemiş bir karakteristik durumun ters yüz edilmiş bir propaganda malzemesiydi.

Evet, gerici rejim, daha baskıcı, daha otoriter, milli iradeyi değil, tersine vesayeti ve tek adam otokrasisini göstermesi bakımından büyük bir yanlışlamadır.

Altı çizilmesi gereken ikinci nokta ise, böylesi bir rejimin bugün geldiği nokta: Ürkütücü bir durumu gösteriyor. Artık hukukun ve Meclis’in yerini doğrudan, Ortaçağ yönetim biçimlerine benzer padişah ve derebeyi hükümranlığını andıran bir durum karşımıza çıkıyor. Yönetim biçimi, hukuksal bir zemine değil doğrudan kişisel bir zemin üzerinden tarif ediliyor.

Erdoğan’ın, başkanlık rejimi ile neredeyse bütün kararları kişisel karar haline getirmesi Bakanlar Kurulu’nu bile gereksiz hale getiren ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda görevli danışmanlar eliyle başka bir işleyişi yaşama getiren bir durum yaratmış bulunuyor. Bakanlar Kurulu’nun bile işlevsiz kalması, Meclis’in zaten göstermelik ve sembolik bir kurum haline dönüşmesi, başkanlık rejiminin sonuçları olarak karşımızda duruyor. Bugün, başkanlık rejiminde, Meclis, bir tasdik kurumu olarak işlev görüyor, sandık ve millet iradesinin yansıması olarak Meclis’in devre dışı kalması aslında “milli iradenin” yok sayılması anlamına geliyor. Evet, başkanlık rejimi, yıllardır vesayet rejimini kaldırdık diyenlerin diktatörlüğüne dönüşüyor. Vesayet, diktatörlükten daha evla sayılır mı, bu bile başlı başına bugünkü rejimin niteliğini göstermesi bakımından ölçülmesi gereken bir durum gibi duruyor.

Tek adam rejiminin bir başka sonucu daha var: O da ülke yönetiminde, Bakanlar Kurulu ve Meclis’in devre dışı kalması kadar, anayasa ve kanunların da devreden çıkarılması. Artık anayasa ve kanunlar devlet yönetiminde uyulması gereken metinlerden daha çok, uydurulması gereken metinler olmaktan bile uzak durumda. Kelimenin tam anlamıyla anayasanın ve kanunların yok sayıldığı, yeni bir kanuni-hukuki zemin yaratılan bir durumla karşı karşıyayız.

Bu zeminin metinleri ise kararnameler ve genelgeler! Artık ülke Meclis’te görüşülen yasalarla değil, doğrudan Cumhurbaşkanı’nın kararnameleri ve bakanların genelgeleri ile yönetiliyor. Bunların anayasaya ya da kanunlara uygun olup olmadığı, yetki çerçevesinde bir sorumluluk bulunup bulunmadığının kimsenin umurunda olmadığı bir süreçten geçiliyor.

Doğrudan Olağanüstü Hal Yönetimi gerekçe gösterilerek Kararnamelerle yönetilen ülke, bugün içki satışını bile yasaklayan genelgelerle yönetilmeye devam ediyor. Sıkışıldığında ise işin kılıfı, örneğin içki yasağı gündeminde olduğu gibi sonradan Hıfzısihha Kurulları devreye sokularak dikilmeye çalışıldı.

Bugün başkanlık rejiminde, tek adam yönetiminin bir başka ve asıl üzerinde durulması gereken nokta ise, tüm bunlarla birlikte, artık suç tanımının bile anayasaya ya da kanunlara göre değil, bu anlamıyla yargı kurumlarının tanım alanı dışına çıkarılarak, doğrudan bakanların kişisel değerlendirmelerine göre yapılabiliyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun elleri arkasından bağlı fotoğrafı üzerinden “bana göre suç” tanımı yapması, herkesin üzerinde bir kere düşünmesi gereken çok tehlikeli bir durumdur!

Ticaret Kanunu’na, Medeni Kanun’a, Ceza Kanunu’na ya da anayasa göre değil bir bakanın kişisel düşüncesine göre uyumsuz bir durumun suç teşkil edilmesi dehşet bir durumdur! İçişleri Müfettişlerinin ve savcılarının görevlendirildiği ve sonrasında sorumluluğu birbirlerinin üzerine atan açıklamalarla işi geçiştirmeye çalışmaları ve sonradan Soylu’nun bu açıklaması, aslında talimatın kimler tarafından verildiğinin de ikrarı anlamına geliyor. “Bana göre suç” söylemi, ülkemizin yaşadığı yönetim zihniyetinin ne olduğunu fazlasıyla anlatıyor!

Artık hukuk devleti kavramının bile ayaklar altına alındığı bir durumla karşı karşıyayız! AKP, bir burjuva iktidarı olarak, burjuvazinin değerlerini bile aşan bir Ortaçağ yönetimine yönelmiş durumda. “bana göre suç” diyenler yarın mahkemeleri bile kaldırırsa kimse şaşırmamalı…