RÖPORTAJ | İKD Genel Sekreteri Nuray Yenil: Haklarımız ve İstanbul Sözleşmesi için sınıf kardeşlerimiz ile birlikte alanlarda olacağız
"19 Haziran Cumartesi günü İstanbul ve İzmir'de gerçekleştireceğimiz mitinglerimizde bir kez daha emeğimiz için, haklarımız için ve İstanbul Sözleşmesi için sınıf kardeşlerimiz ile birlikte alanlarda olacağız. Bütün kadınları bekliyoruz."
Ülkemizin içinde bulunduğu bu dönemde eşitsizlik ve adaletsizlik sonu gelmeyecekmiş gibi her alana sirayet etmiş durumda. Her alanda yaşanan bu durumlar toplumun bazı kesimlerine yönelik olarak daha fazla yaşanmakta daha doğrusu uygulanmakta.
Bu kesimlerin başında ise kadınlar geliyor. Eşit işe eşit ücretin dahi verilmediği bu dönemde kadınlarda, yaşanan bu durum karşısında seslerini yükseltmeye ve mücadelelerini büyütme yolunda adımlar atıyor.
Bizde hem bu konuyu hemde ülkede yaşanan hak gasplarını ve var olan karanlık siyaset ortamını İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Sekreteri Nuray Yenil ile konuştuk.
2018 Temmuzdan beri ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıyayız. Özellikle salgınla birlikte bu krizin sosyal yönünü de yaşar hale geldik. Size göre iktidarın ve sermaye temsilcilerinin krize karşı bir programları var mı yoksa rüzgar nereden esiyorsa yelkenleri oraya mı çeviriyorlar?
AKP iktidarının pek çok konuda olduğu gibi ekonomik kriz karşısında da ilk tepkisi görmezden gelmek ve krizi dış mihraklarla ilişkilendirmek oldu. ‘’Türkiye ekonomisi büyüyor’’ propagandasına bugün de devam ediyorlar. Genel bir değerlendirme yapacak olursak aslında her kriz döneminde olduğu gibi kapitalizmin yasaları işliyor. Sermaye sınıfı krizi fırsata çevirip karlarını arttırırken emekçiler yoksullaşmaya devam ediyor. Sermaye sınıfının has temsilcisi AKP iktidarının, kriz karşısında ki programı ise patronların çıkarlarını merkeze koymaktadır. Elbette her kriz döneminin özgünlükleri vardır ancak bu değerlendirmeleri ekonomi uzmanlarına bırakarak biz somut olarak bugün emekçilerin yaşadıklarına ve daha özelde emekçi kadınların yaşadıklarına bakalım. Türkiye’de işsizlik TÜİK’in bütün ‘’çabalarına rağmen’’ artmaya devam ediyor. Kadın emekçiler açısından ise durum daha da vahim. Zaten düşük olan kadın istihdamının bu dönemde yüzde yedi oranında azaldığını görüyoruz. Buna kayıt dışı çalışan ve bu süreçte hiçbir sosyal haktan yararlanamayan kadınları eklediğinizde ortaya çıkan tablo çok daha vahim. Geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 37.7’ olarak tahmin ediliyor. Peki AKP’nin programı kadınlara ne vaad ediyor. Birincisi kadını ısrarla aile içerisinde tanımlayarak geleneksel rollerine dönmesini istiyor. Ancak bununla birlikte gerektiğinde kayıt dışı güvencesiz düşük ücretlerle esnek çalışma vaad ediyor. Ya da uzaktan-evden çalışma biçimleri ile uzun mesai saatleri ve kuralsız çalışma ile birlikte ev içi rollerini de eksiksiz yerine getirmesini bekliyor. Özetle AKP iktidarı krizden nemalanan yandaşlar ve patronlar için uygun zemini hazırlamanın gayretinde.
Kriz bir yandan salgın bir yandan hem sermaye çevreleri, hem de iktidar emekçilere karşı bastırdıkça bastırıyor. İşsizlik, yoksullaşma ve hak gaspları herkesin dilinde. Sizce emekçiler bu duruma karşı tepki gösterebiliyor mu?
Emekçilerin uzun mücadeleler sonucu kazanılmış haklarına dönük büyük bir saldırı var. Çalışma hakkı, iş güvenliği, insanca yaşayabileceği ücret hakkı, sekiz saatlik iş günü, kıdem tazminatı, örgütlenme hakkı ve diğer sosyal haklar. Bugün sermaye sınıfının kabul etmek durumunda kaldığı ve yasalarda yer alan haklar fiili olarak ortadan kaldırılıyor. Adı konmamış bir başka hukuksuzluk işliyor. Burada çok özgün bir durumdan, burjuva hukukunda bir sapmadan bahsetmediğimizi belirtmek gerekir. Tarihin ve sınıf mücadelelerinin yasaları işliyor. Emekçi sınıfların bütünlüklü bir siyasal program etrafında kendi örgütlü gücüne yaslanan ve en önemlisi eşitlikçi bir toplumsal düzen talebiyle ayağa kalkması elzemdir. Hak gasplarına karşı ortaya çıkan direnişler ve eylemler bu anlamda parçalı bir görüntü veriyor. Bir tepkinin biriktiği aşikar. Ancak bu tepki örgütlü bir sınıf mücadelesine henüz evrilmiş değil.
Hak gaspları emekçilerin tepesinde her zaman demoklesin kılıcı gibi sallanıp duruyordu. On yıl önceye ya da otuz yıl önceye de gitseniz hak gaspları son derece yaygındı. Ancak hiçbir dönemde bu denli aleni bir biçimde hakların hiçe sayıldığı bir dönem yaşanmamıştı. Sermaye ya da iktidar bu gücü nereden alıyor?
Dünya’da özellikle reel sosyalizmin çözülmesinin ardından işçi sınıfı mücadelesinin geriye çekildiği uzun bir süreç yaşandı. Bu süreçte emperyalist kapitalist sistem bir yandan savaş politikaları ile dünyanın değişik bölgelerini sömürürken, öte yandan küreselleşme, refah toplumu, demokrasi ve özgürlükler gibi sahte anlatılarla geniş emekçi kesimler hareketsiz kılındı. Sınıf siyaseti geri plana atıldı, yeni sol- liberal paradigmalar öne sürüldü. Nasıl bir toplumsal düzen istiyoruz sorusunun yerini mevcut düzen içerisinde mevzi tutmak başat strateji haline getirildi. Dolayısıyla işçi sınıfının, emekçilerin iktidar mücadelesi, siyasete yön verme ve sermaye sınıfının saldırılarına direnme gücü de büyük oranda kırılmış oldu. Türkiye’de bu sürece ek olarak 12 Eylül faşizmi, emperyalizm güdümlü ve patron dostu siyasal islamın iktidara taşınması ve AKP eliyle kurulan yeni rejim eşlik etti. Sınıf siyaseti ‘’muhalif’’ kesimlerce de geri plana atıldı. Bugün çok açık ki sermaye sınıfı baskı ve zor aygıtlarından çok gücünü işçi sınıfının örgütsüzlüğünden almaktadır.
Ekonomik kriz, salgın bir yanda sürüyor. Diğer yanda iktidar blokunda ise “hesaplaşmalar” gündeme geliyor. Mafya liderlerinin videoları siyaseti belirliyor. Herhangi bir olay karşısında her kesimin sesinin çıktığını görüyoruz. Ancak bir tek emekçilerin sözü son derece cılız çıkıyor. Bu konuda neler yapılması gerekiyor?
Pandemi bildiğimiz bir gerçeği geniş kesimler açısından da görünür hale getirdi, kapitalizmin yaldızlarının dökülmesini sağladı. İçinde yaşadığımız düzen bir avuç sermayedarın çıkarlarını merkeze koyan, emekçilerin yaşamını hiçe sayan ve insanlığa bir gelecek sunamayan köhnemiş bir düzendir. Öte yandan bugün bir mafya liderinin itirafları ile ortaya dökülen kirli ilişkiler ağı bu düzene içkindir. Tıpkı ekonomik kriz ve emekçilere dönük saldırılar gibi. Daha önce Susurluk kazasında ortaya dökülen mafya, siyaset, devlet ilişkileri bugün farklı veçheleriyle yeniden gündemde. Aktörler değişmiş ancak bir çete düzeni devrededir. Dün temiz siyaset diye ortaya çıkanlar bugün bu kirli ilişkilerin merkezindedir. Bugün de aynı senaryo ile karşı karşıyayız. Düzen partileri temiz siyaset diyerek kendini aklama yarışına girdi. Ancak temiz siyaset diyerek, beyaz gömlekler giyerek emekçilerle dalga geçenlere prim verilmemelidir. Emekçiler umut tüccarlarının peşine takılmadan, örgütlenmeli, haklarına sahip çıkmalı, yeni bir cumhuriyet için ayağa kalkmalıdır. Bugün işçi sınıfının tarihsel kazanımlarına sahip çıkarak, kendi mirasımızı ileri taşıyacak bir sınıf hareketi yaratılmadan aydınlığa çıkmak mümkün değildir.
Son olarak söylemek istediğiniz, okuyucularımız için iletmek istediğiniz bir mesaj bulunuyor mu?
Bütün bu tablo karşısında artık yeter diyoruz. 19 Haziran Cumartesi günü İstanbul ve İzmir’de gerçekleştireceğimiz mitinglerimizde bir kez daha emeğimiz için, haklarımız için ve İstanbul Sözleşmesi için sınıf kardeşlerimiz ile birlikte alanlarda olacağız. Bütün kadınları bekliyoruz.