Küba'da ABD bayrağı ve Türk sağının heyecanı
Ablukanın altmış senedir Küba halkına verdiği zarar, ülkenin refah düzeyine ulaşmasını engelleyecek büyüklüktedir. Küba tüm bu olumsuzluklara, ABD’nin rejimi değiştirme çabalarına karşın sosyalizm mücadelesinden geri adım atmamaktadır.
Dilan Kara
Karayip Denizinde, ABD’nin arka bahçesi denilebilecek bir coğrafyada, ABD’ye ve emperyalizme kafa tutan küçük bir ada ülkesi olan Küba’ya yönelik yürütülen yoğun kara propaganda silsilesine bir yenisi daha eklendi. Geçtiğimiz günlerde havuz medyasının organlarından biri olan Yeni Şafak, Küba’nın anlatılanlardan çok farklı olduğu savıyla bir video yayınladı. Yeni Şafak’ın bir dizi iddiayı sıraladığı videosunda söylenen argümanların hiçbirinin yeni olmadığının ve sunulan bu tezlerin ideolojik temelli olduğunun altını çizerek başlayalım.
Söz konusu iddialara geçmeden önce bu videoyu derleme ihtiyacını doğuran nesnelliğe değinmek bu ideolojik saldırıyı daha anlaşılır kılacaktır. Bu etmen, pandemiyle birlikte kaçınılmaz olarak çürümüşlüğünü gözler önüne seren sermaye düzeninin, piyasalaşmış sağlık sistemiyle, derinleşen ekonomik krize çare bulamayışıyla sorgulanır hale geldiği bir zeminde Küba’nın salgını yönetmedeki başarısının temelinin sosyalizm olmasıdır. Diğer bir ifadeyle, neo-liberal ülkelerin salgını yönetmede yaptığı yanlışlar sistemin işleyişiyle ilgilidir. Kapitalizmin yapısal özelliklerinden kaynaklı, kapitalizme içkin sorunların salgınla birlikte derinleşmesi karşısında Küba dünya halklarına umut olmaya devam etmektedir.
1959 Küba Devrimi ABD hegemonyasına, emperyalizme karşı ada halkının bağımsızlık mücadelesinin zaferle sonuçlanmasının tarihidir. Batista diktatörlüğünün ülke topraklarından kovulup yerine sosyalist bir ülkenin inşa edilmesi tarihsel eşitlik ve özgürlük mücadelesinin hanesine eklenmiş bir kazanım olarak güncelliğini korumaktadır. Başta ABD olmak üzere emperyalizmin tüm saldırılarına direnen Sosyalist Küba, tarihin en uzun soykırımı olarak nitelendirilen ambargolara rağmen hala ayakta durmaktadır. Uygulanan ABD ablukası Küba’nın bir yandan ithal etmesi gereken temel ihtiyaç maddelerine ulaşımını sınırlarken diğer yandan da her yıl tahmini olarak milyarlarca dolara ulaşan ekonomik kayba sebep olmaktadır. Ablukanın altmış senedir Küba halkına verdiği zarar, ülkenin refah düzeyine ulaşmasını engelleyecek büyüklüktedir. Küba tüm bu olumsuzluklara, ABD’nin rejimi değiştirme çabalarına karşın sosyalizm mücadelesinden geri adım atmamaktadır.
Küba’nın sosyalizmdeki kararlılığı medyada yer alan birçok tartışmaya konu olmaktadır. Süregelen bu tartışmalara ve Yeni Şafak’ın iddialarına verilebilecek en temel yanıt şudur; Küba’da insan yaşamı, sosyalist işleyiş vb. bahsedildiği gibi kötüyse emperyalizmin buradaki sosyalist iktidardan korkusu ve buna paralel olarak uyguladığı ambargolar, yaptırımlar, propagandalar neden devam etmektedir? Küba mademki komünistlerin örnek bir sosyalist ülke olarak insanlara sunduğu gibi değilse hangi sebeple bu ada ülkesinde insan hakları ihlalleri yaratacak şekilde şiddetli bir abluka uygulanmakta, Küba’ya dair yalan haberler medyaya servis edilmekte, iktidar devrilmeye çalışılmaktadır?
Bugün Küba’ya dair bir eleştiri getirilecekse bu eleştirilerin odağı insanca yaşamı gerçekçi kılan, barınma, eğitim, sağlık gibi insanların temel haklarını ücretsiz olarak sağlayan, eşitlikçi, özgür, üretenlerin yönetime egemen olduğu sosyalist sistem değil; çeşitli ekonomik ambargolarla, darbe denemeleriyle Küba’ya müdahale etmeye çalışan kapitalist-emperyalist ülkeler olmalıdır. Küba’ya dair yazılanları, çizilenleri irdelerken bu perspektifle hareket etmek gereklidir. Küba’da eksik olan eğitim, sağlık, ekonomi gibi alanlara dair politikalar ve bu politikaların halkçı yanı değildir. Hastane donanımları için gerekli teknik ekipmanların, donanımların, ilaçların ülkeye girişini engelleyen, enerji ihtiyacının yüzde ellisini dışardan karşılayan, birçok besini ithal etmek zorunda olan ada ülkesine ticaret ambargosu koyan emperyalizm suçludur.
Küba’da devrim sonrasında yapılan planlamalarla okur-yazarlık oranı hızla yüzde 99.8’e ulaştırılmış, eğitime ve bilimsel çalışmalara öncelik verilerek bu alanlarda birçok politika hayata geçirilmiş, sağlık hizmetleri tamamen ücretsiz erişime açılmış, halkın temel beslenmesi garanti altına alınmış, din siyasetten tamamen uzaklaştırılarak kadının kamusal alanda erkeklerle eşitliği sağlanmıştır. Devrimden önce âdeta ABD’nin günah adası halinde gelen, fuhuşun, uyuşturucu ticaretinin merkezinde kalan, ülke kaynaklarına, üretime emperyalizmin el koyduğu bir düzleme sahip olan Küba’yı düşündüğümüzde bu yıllardan devrim sonrasına kalan mirasın ülkeye bıraktığı hasarı anlamak kolaylaşacaktır. Ayrıca gelirinin önemli bir kısmını SSCB’nin oluşturduğu ada ülkesinin Sovyetlerin olmadığı bir dünyada direnemeyeceği beklentisi de çökmüştür. Günümüzde diğer Latin Amerika ülkelerinin mevcut durumunu göz önünde bulundurmak da Fidel’in ülkesinin devrim ve sosyalizm sayesinde geldiği yerin değerinin önemini artıracaktır.
Küba tüm olanaksızlıklar karşısında BM’nin raporlarında da açıkça görülebilecek şekilde eğitim ve sağlık alanlarında ileri kapitalist ülkeleri yakalayan, hatta kimilerinden ileri düzeyde seyreden birikime sahip olabilmiştir. Tüm bu kazanımların temeli piyasacı ve kâr güden anlayışın terk edilerek, merkeze insanı alan sosyalist anlayışın oturtulmasıdır.
Maddi imkansızlıkların eşiğinde bu başarıların yakalanması kapitalist teorinin tezlerinin önemli bir kısmının da çürüdüğünü kanıtlar niteliktedir. Buna dair akla gelen ilk örneklerden biri Küba’nın geliştirmiş olduğu kanser aşısıdır. İktisadi olanakları kısıtlı olan Küba gibi bir ülkenin tıp alanında kaydettiği ilerlemeler hem sosyalizmin sağlık alanındaki üstünlüğünü hem de bilimsel ve teknolojik ilerlemeler için mutlak kabul edilen mülkiyet düzenini ve maddi teşvik mekanizmalarının rolünün belirleyici olmadığını ispatlamaktadır.
Videoda bahsedildiği üzere Küba’da ölüm nedenlerinin önemli bir kısmını kanser oluşturmaktadır. Fakat bu veriyi tek başına değerlendirmek Küba’nın sağlık sistemindeki başarılarını yadsımak anlamına gelecektir. Sağlıktaki gelişkinliğin temel göstergelerinden biri sayılan bebek ölüm oranlarında Küba binde 4.9 oranıyla (2020 yılı) dünyada alt sıralarda yer almaktadır. Binde 4.9’luk bu oran ABD’nin sahip olduğu oranın da altındadır. Küba’nın sağlık sisteminin başarısının temeli yaygın ve sistematik olan önleyici ve koruyucu hekimlik uygulamasıdır.
Sağlık alanında Küba’nın sahip olduğu üstünlüğün temelinde eğitime verilen önem yatmaktadır. Küba’nın sahip olduğu eğitim sistemi Latin Amerika ülkeleri içerisinde bir istisna olarak kabul edilmektedir. Ülke bütçesinden eğitime ayrılan payın en yüksek olduğu ülke konumunda bulunan Küba eğitimin ve eğitimcilerin standartları açısından Finlandiya, İsviçre, Hollanda, Kanada gibi gelişmiş ülkeleri yakalamıştır. 2014 yılında yayınlanan Dünya Bankası raporlarında bunu okumak mümkündür.
Küba’nın sağlık sistemini tartışırken Henry Reeve Tugayı’ndan, dünyanın onlarca ülkesinde uzun süredir kötü durumdaki halklara yardım için çalışan Kübalı sağlık emekçilerinden bahsetmemek olmaz. Küba’nın ABD’nin giderek ağırlaşan ablukasıyla karşı karşıya olmasına ve pandeminin yarattığı ağır ekonomik şartlara rağmen Kübalı sağlıkçılar Covid-19 salgını sırasında otuzdan fazla ülkede görev yapmaktadır. Tüm bunlara ek olarak pandemide gerçekleştirilen ilaç ve aşı çalışmalarıyla başta kıta halkına olmak üzere tüm dünyaya umut veren Küba emperyalizme rağmen sosyalizmin, bilimin, insanlığın başarısını gösteriyor.
Sosyalist ülkelere dair sıkça yapılan eleştirilerden biri tek partili sistemde demokrasiden söz edilemeyeceğidir. Bu bakışa göre Küba’da insanlar uzun yıllarca Castro kardeşlerin diktatörlüğü altında yönetilmiştir. Liberal demokrasiyi baz alarak geliştirilen bu yorum çok partili sistemin varlığının halkın yönetime katılması, kararlarda söz sahibi olması anlamına geldiğini pazarlamakta ve kapitalist sistemde mecliste bulunan düzen partilerinin yalnızca sermayenin farklı fraksiyonlarının çıkarlarını temsil ettiğini gizlemektedir. Sermayenin ışıltılı demokrasi masalının altında burjuva diktatörlüğü yatarken halk burjuvazinin ayakları altında yoksullukla, işsizlikle, açıkla ezilmekte; gericilik, piyasacılık, beka sorunuyla sıkıştırılmaktadır. Burjuva düzenini yıkarak işçi sınıfının iktidarını kuran Küba’da ise halk yönetime doğrudan katılmaktadır. Meseleyi daha anlaşılır bir perspektiften ele almak gerekirse, Türkiye’de rejimin değişmesiyle birlikte ülkemiz tek adamın imzaladığı kararnamelerle yönetilme konumuna gelmişken, meclisten geçen torba yasaların maddeleri gizlenirken Küba’da anayasa değişikliği için halk toplantıları yapılmaktadır. 2018 yılında yeni anayasa için görüşmeler yapılırken ilk taslakta Sovyetler Birliği’nin olmadığı bir dünyada gerçekçi olmadığı sebebiyle anayasadan çıkarılan komünizm hedefi halk toplantılarında yapılan itirazlar neticesinde anayasaya yeniden eklenmişti.
Küba Komünist Partisi’nin ülkede tek parti konumunda olmasının diğer bir yönünü iki ayrı başlıkta açmak elzemdir. Ele alabileceğimiz ilk başlık bizi Küba devrimi yıllarına götürecektir. Devrimden önce ülkedeki devrimci hareket içerisinde öne çıkan üç devrimci hareket -26 Temmuz Hareketi Komünist Parti-Sosyalist Halk Partisi (yasal nedenlerden dolayı adını değiştirmek zorunda kalmıştı) ve Öğrenci Koordinasyonu- birleşmişti. Ayrıca devrimden sonra burjuva partilerin liderlerinin, kadrolarının Amerika’ya kaçmasıyla bu partiler kendilerini tasfiye etmişleridir. Bu meseleye dair açılabilecek bir diğer başlık, Küba’da parti kurmak isteyen herhangi küçük bir grubun ABD’yi temsil ettiğinin görülmesidir. Bu gruplar azınlıktadır ve karşı-devrimcidir. Bu noktada bir parantez açarak Küba’da var olan tek partili sistemin ülkenin öznel koşullardan kaynaklı olduğunun yani sosyalizm için tek partili sistemin elzem olmadığının altını çizelim.
Küba’ya yönelik anti-komünist propagandalara cevap verirken meseleye tarihsel, ideolojik, ekonomik ambargoların varlığı gibi birçok açıdan yaklaşmanın gerekliliği bulunmaktadır. Bu sebeple Yeni Şafak’ın birbiri ardına sıraladığı iddialara bir yanıt niteliği taşıyan bu yazıya eklenebilecek birçok başlığın olduğunu hatırlatarak yazıyı noktalayalım.
Son olarak örgütlü bir ada halkının sosyalist ülkesine eşitliğin, özgürlüğün, sömürülmeden insanca yaşamanın mümkünlüğünü, emperyalizme karşı direnişi bizlere varlığıyla hatırlatmaya devam ettiği için yoldaşça selamlarımızı iletiyoruz. Yankilerin, sermayedarların, işbirlikçilerin on yıllardır diz çöktürmeye çalıştığı Küba emperyalizme karşı kazandığı zaferi korumaya devam edecektir. Örgütlü bir halkın nelerin üstesinden gelebileceğinin en kıymetli örneklerinden biri olan Fidel’in ülkesi ablukaya boyun eğmeyecek, kazanacak. ABD ve emperyalizm kaybedecek.
Yaşasın Küba ve sosyalizm!