Brecht’in gözünden sanat, kültür ve aydın tartışmaları
“düşündüm bu yüzden adım anılır benim durur bir taşın üstünde, alınır kitaplardan basılır yeni yeni kitaplara”
Yaşam Ateş
Günümüzde Marksizm üzerinden tartışmalar yürütülürken, sadece bir 19-20. yüzyıl felsefesi ve anlayışı olduğundan bahsedilir. Marksizm ya belirli bir yüzyıla ya da tamamen silikleşmiş bir geçmişle bağdaştırılmaya çalışılır. Fakat Marksizmin evrensel geçerliliğe ve köklü bir geleneğe sahip olduğu; hem sosyalist aydınlar, hem tarihçiler, hem felsefeciler ve sanatçılar tarafından ortaya konulmuştur. Marksizmin özellikle sanatçılar, aydınlar tartışmasında güçlü çözümlemelere ve tarihsel perspektiflere sahip olması, Marksizmin bu alanlardan silinmesini mümkün kılamamaktadır.
Bu tartışmalara en büyük darbeleri indirenlerden biri de, tarihe ve özellikle 20. yüzyıla adını kazımış isimlerden olan Bertolt Brecht’tir. Doğum günü vesilesiyle adını tekrardan anacağımız; sanata, kültüre ve aydınlara olan bakışını tekrardan anlayacağımız Brecht’i en baştan keskin saflarla birçok aydından ve sanatçıdan ayırmamız gerekir. Şu sözleriyle başlamak, kısaca yaşamından ve görüşlerinden bahsetmeden önce iyi bir özet olacaktır:
“Şayet kültür halkın kolektif üretiminin ayrılmaz parçası ise; halkı ekmekten mahrum bırakan şiddet ile şiirden mahrum bırakan şiddetin aynı olması, kültürün maddi güçle olan kopmaz bağının kanıtıysa; başka deyişle, kültür maddi gerçeklikle aynı düzenin parçasıysa, kültürü nasıl kurtarmalı? […] Kültür maddi silahlarla savunulmalıdır.” [1].
Her ne kadar kültür üzerinden ilerleyen bir mücadele başlığından söz etmişse de, kültürün ve kültürün spesifik unsurlarını oluşturan her şeyin bu denli baskın bir somutluk üzerinden değerlendirilmesi, bunun çözüm getirilecek bir gerçeklik olduğunu belirtmesi, az önce bahsettiğimiz gibi Brecht’in keskin safını göstermektedir. Çünkü sadece bir örnek olan kültürü; (sanat, edebiyat da denilebilirdi) sınıflarüstü bir mertebede değil, açıkça ideoloji ile olan ilişkisini sınıfsal bir mertebede açıklamıştır. Bunun da yalnızca sınıfsallıkla, maddi bir unsurla yerle bir edilebileceğini net bir şekilde ortaya koymuştur.
Savaşın Brecht üzerindeki dönüşümü ve sanat anlayışının oluşumu
Brecht’in gözünden bakacağımız sanat, kültür, aydın tartışmasına daha fazla girmeden, onun bu görüşlere vardığı süreçlerden bahsetmekte fayda vardır.
Bertolt Brecht’i her sanatçı ve düşünür gibi bulunduğu koşullar çerçevesinde incelemek, onun nihai olarak vardığı düşünceyi anlamakla eşdeğer bir durumu taşımaktadır. Sanayinin en erken geliştiği kentlerden birinde yaşaması, burjuva bir ailede doğması, eğitimi neticesinde ilgilendiği alanların eninde sonunda hayatını değiştirecek şekilde karşısına çıkması onu ayrıca etkileyecektir. Edebiyata, şiire ve sanata ilgisi fazla olsa da, bir tıp öğrencisi olan Brecht; I. Paylaşım Savaşı’nda sağlık görevlisi olmayı üstlenerek vahşeti ve yoksulluğu görmüştür. Bu ileride kalemini kullanacağı konunun temelini oluşturacak bir deneyimidir. Brecht savaş sonrası Almanya’da karşılaştığı büyük bunalımı da gözlemledikten sonra çözüm yolunu bulmaya kalkışmış ve çözümü Marksizmin çok yönlü tarafında görmüştür.
Brecht’in sanat ve aydın anlayışının oluşumunu biyografik bir anlatımla sürdürmeden devam edersek; hayatı boyunca takındığı “eleştirel” tutumu onu farklı kılmıştır. Daha ilk şiirlerinde mensup olduğu burjuva sınıfını yerdiği cümleleri; ilk başlardaki ekspresyonist (dışavurumcu) çalışmaları, sonrasında ekspresyonizmi farklı formlara sokarak yeniden anlamlandırdığı çalışmaları iyi örneklerdendir.
Sanat anlayışı
Bertolt Brecht’in sanat, aydın ve kültür tartışmalarını eserlerinden veya kaynaklardan biraz incelediğimizde; onun fikirsel zeminlere hapsolmuş tartışmaları belli bir müddet sonrasında tamamen dışladığını, sanatın ve kültürün ayağını somut bir düzlemden değerlendirilmesi gerektiğini söylediğini ve bunun icrasını yürütenin de sanatı araçsal bir tavır üzerinden incelemesi gerektiği görüşünü belirttiğini görmekteyiz. Bu görüşünü en kapsamlı şekilde gördüğümüz eseri “Çalışma Günlükleri”dir. Sanattaki materyalist anlayışını burjuvazi ve proletarya üzerinden kurarken; “diyalektik” özneli yöntemini eski ve yeni üzerinden şekillendirmiştir. Burjuvaziyi “eski” bir taraf olarak değerlendirirken, proletaryayı tarihin sıçrayışını sağlayacak “yeni” bir taraf olarak ortaya koymuştur. Marksizmi sanata olan döküşü tam da buradan ileri gelmektedir.
Bertolt Brecht; bunlarla beraber epik tiyatroyu bu felsefeyle bir yenilik olarak karşımıza çıkarmışken, SSCB’den etkilendiği sosyalist gerçekçiliği şiirlerine ve genel eserlerine aktarmışken, elbette diğer sanat akımlarına ve bu akımların öncülerine de değinmeden edememiştir. Sanatı tamamen insandan bağımsızmış gibi bir üst mertebeye sokan, yalnızca “estetik” ve “güzellik” kavramlarının sanatta etkili olduğunu düşünen, sanatın yarar sağlayan yönünü dışlayan, içeriğe önem vermeyen tüm sanat akımlarını ve onların öncülerini eleştiriye tabi tutar. Çünkü bir aydının, sanatçının “eski sorulara yeni cevaplar üretmek yerine yeni sorular sormak” gibi bir çizgiye sahip olmasını gerektiğini savunur.
Brecht’in sanatında iyimserlik ve aydınların tutumu
Brecht’in “Sanat” adlı şiirinde sanatın iyimserlik özelliğine vurgu yaptığını da görmekteyiz:
“-Karanlık dönemlerde peki,
Şarkı da söylenecek mi?
-Elbette şarkılar da söylenecek
Belgeleyen karanlık dönemleri”
Bahsettiğimiz iyimserlik “umut dolu olmak”tan ibaret bir özellik değildir. Nâzım Hikmet’in dediği gibi “Realist-diyalektik-materyalist iyimser bir insan olmak” tır. Kötümserliğin kolaylığının yanında, güç olan iyimserliğe sahip olabilmektir ve kötümserliğin de tıpkı iyimserlik gibi bir felsefesi vardır. Hayatını, sanatını, yaratıcı yeteneğini geniş halk yığınlarının hayatına, işçi sınıfına adadığını belirten [2]. Nâzım Hikmet gibi Bertolt Brecht de şiirlerinde ve oyunlarında umudunu, yükselen emekçi sınıflara bağlamıştır. İnsanın toplumsallaşmasının getireceği yeni kültürü, bunun sonucu olan özgürlüğü toplumsal-tarihsel bir varlığa atfetmiştir. Bu toplumsal-tarihsel varlık olan kültürün de ancak toplumcu bir sanatla yeni bir çığır açacağını belirtmiştir. Dolayısıyla bu konuda; sanatçı da aydın da burada bir özne görevi üstlenmektedir.
Sonuç Yerine
Bertolt Brecht her nasıl sanat anlayışının oluşmasında Mayakovski, Vertov, Eisenstein gibi sanatçı ve aydınlardan etkilemişse; o da kendisinden sonra gelen birçok şairi, oyun yazarını, hatta edebiyatçıyı etkilemiştir. Şiirlerinin marşlara konu olması, sosyalist şairlerden bahsedince ilk akla gelenlerden olması, sanat tartışmalarında önemli bir yere sahip olması ve en sonunda bir devrimci olarak yaşayıp ölmesi, hâlâ onu en çok dikkat çeken aydınlardan ve sanatçılardan biri yapmaktadır.
“düşündüm bu yüzden adım anılır benim
durur bir taşın üstünde,
alınır kitaplardan basılır
yeni yeni kitaplara” [3].
****
[1]. Bertolt Brecht’in 1937 yılında “Uluslararası Yazarlar Kongresi”ndeki konuşması.
[2]. Nazım Hikmet, Sanat ve Edebiyat Üstüne, Bilim ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1987.
[3]. Bertolt Brecht’in “Ne Diye Adılsın Adım?” şiiri.