"Erdoğan’ın kabinesi patronlardan ve tarikat mensuplarından ibaret"
TKH MK Üyesi Kamil Tekerek "Bu Kabine’nin kendisi, yani ülkeyi yönettiği söylenen kurumun içinde patronlar, tarikat mensupları, tarikatlarla içli dışlı olduğu bilinen isimler var. Özel Hastane patronu Sağlık Bakanı, Turizm patronu Turizm Bakanı, eski özel eğitim kurumu patronu Milli Eğitim Bakanı…" değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Merkez Komite Üyesi Kamil Tekerek, Manifesto TV’nin konuğu oldu. Kabine değişikliği iddialarını ve başkanlık rejiminin yaşadığı Tekerek şu değerlendirmelerde bulundu.
Tekerek, AKP’nin kongre sonrası topladığı ilk kabine toplantısı sonrası şu değerlendirmeleri yaptı:
“Burada bir devlet kurumu tartışılıyor, devlet yönetimin mekanızmasının en üstündeki kurum Kabine. Buradaki bakanlar; ister icracı gibi, isterse siyasi bir figür gibi görünsün; buradaki kişiler toplumun önünde tartışılır oldu. AKP’nin içerisinde de bu isimlerin tartışılan yanları var, muhalefet cephesinden de….
Geçmişte de benzer krizler oldu ama, bu isimlerin bu kadar toplumun önünde sorgulanır hale gelmeleri onlar açısından başlı başına bir sorun. Siyasi hatalarını, siyasi bozukluklarını, bu topluma yaptıkları yanlışları biraz da örtmenin yolu olarak; siyasi yorgunluklar, yıpranmışlıklar konuşuluyor.
Kabine dediğimiz kurum zaten Cumhurbaşkanlığı kabine sistemi içinde, ‘tek adam yönteminin icracısı bir kurum’ olarak görülmek zorunda; başka bir anlamı bulunmuyor. Ve Bakanlar Kurulu denilen şeyin bütünlüklü olarak ‘kimlik bunalımı’ yaşadığı; bunun da bir yönüyle Başkanlık Sistemi’nin kriz dinamiklerinden biri olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Örneğin, bundan 1 yıl önce Ulaştırma Bakanı Kanal İstanbul ihalesinden sonra görevden alınmıştı; yerine şimdiki Bakan Adil Karaismailoğlu Erdoğan tarafından bizzat atama yoluyla görevlendirilmişti. Bu kriz zaten dönem dönem yaşanıyordu. İçişleri Bakanı’nın istifası ve sonrasında MHP Genel Başkanı’nın devreye girmesi ve Cumhurbaşkanı’nın telkinleriyle yeniden göreve döndürülmesi gibi şeyleri yaşadık. İstifa sebebi neydi? Bir gece ansızın pandemi nedeniyle alınan yasaklar ve pandemi koşullarda çok kötü görüntülerin yaşanmasıydı. ‘Koskoca’ İçişleri Bakanı görevinden istifa ediyor ve tekrar göreve getiriliyor; üstelik bu işleri sosyal medyadan yapıyorlar.
Devlet, sermaye devleti de olsa buranın bir ciddiyeti olması gerekiyor; ancak Başkanlık Sistemi ile bu ciddiyet bile kalmamış. Hazine ve Maliye Bakanı istifa etti, o da Instagram’dan istifa etti biliyorsunuz. Arkasında milyarca liralık bir batık bırakarak üstelik… Tek başına Berat Albayrak’ın aldığı ve uyguladığı bir karar olmak görmek mümkün değil, koskoca sermaye iktidarının ve bunun siyasi temsilcilerinin ve orada kurulan bir düzenin nihayetinde sonucu. Bu ihale ona kalmış oldu, Erdoğan da yaklaşık 1 aydır onu yeniden savunma işine soyundu.”
TARİKAT MENSUBU VE PATRON BAKANLAR
Tekerek, Başkanlık Sistemine geçildikten sonra bizzat Erdoğan tarafından oluşturulan Kabine’deki Bakanların ortak özelliklerine de şöyle vurgu yaptı:
“Toplum bunları çok yüksek düzeyde sorguluyor. Birincisi bu Kabine’nin kendisi, yani ülkeyi yönettiği söylenen kurumun içinde patronlar, tarikat mensupları, tarikatlarla içli dışlı olduğu bilinen isimler var. Özel Hastane patronu Sağlık Bakanı, Turizm patronu Turizm Bakanı, eski özel eğitim kurumu patronu Milli Eğitim Bakanı… Bunlar toplumun karşısına çıktığında tabii ki tartışılır durumda. Biz de Parti olarak istifa çağrısı yaptık biliyorsunuz; “Sağlık Bakanı istifa etmelidir” diye. Kendisi topluma ‘maske, mesafe, temizlik’ kurallarını salık verirken; gidip kendisinin kalabalık cenazelerde en ön saflarda bulunması bu işin tuzu biberi olmuştur.
Ziya Selçuk’un hiç sesi çıkmıyor, neden? Eğitim sistemi batmış durumda, pandemi sürecinde hiçbir başlığı yönetemediler. Son olarak her isme dair bir dizi şey söylenebilir elbette ama; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı İstanbul Sözleşmesi’nin tek kişinin kararı ile ortadan kaldırılması sonrası ortada nasıl dolaşıyor bunun da sorgulanması gerekiyor.
Dolayısıyla baktığınızda bir tarafıyla tekil tekil kişilerin değil, ‘Başkanlık Sistemi’ adını verdikleri ‘yeni Türkiye’ dedikleri yapının, yeni rejimin içerisinde olduğu krizin Kabine tartışmaları olarak ortaya çıkmasıdır.
Elbette Kabine değişebilir, Türkiye’deki sömürü düzeni ve onun aktörleri görev değişimine gidebilir; ama belli bir program dahilinde düzeni devam ettirdikleri asla unutulmamalı.”
BAŞKANLIK SİSTEMİ: VAATLER, GERÇEKLER
TKH MK üyesi Kamil Tekerek, Başkanlık referandumuna gidilirken yapılan propaganda ile gelinen son noktayı şöyle kıyasladı:
“Sermayenin ihtiyaçlarını karşılayacak bir yönetim sistemi isteniyordu. ‘hızlı ve etkili icraat’, ‘kalıcı siyasal istikrar’, ‘güçlü yasama güçlü icraat’ deniliyordu Başkanlık Sistemi’nden bahsederken. ‘Güvenli ve huzurlu Türkiye’, ‘güçlü Meclis güçlü temsil’, ‘birlik ve uzlaşma’, ‘güçlü yönetim güçlü Türkiye’ diye övüldü bu sistem.
Bunları hamaset olarak değerlendirebilirsiniz; ancak bir yanıyla örneğin ‘hızlı ve etkili icraat’ denilen şey sermayeye hızlı ve etkili hizmetten başka bir anlama gelmiyor. Özellikle AKP iktidarının çevresinde kümelenmiş olan, inşaat sektörü başta olmak üzere buradaki patronlar ve sermayenin bütünü özellikle pandemi dönemini yüksek karlarla kapatmayı başarmıştır. Özelllikle AKP ile karşı karşıyaymış gibi gözüken, merkezinde TÜSİAD’ın bulunduğu sermaye gruplarını da burada değerlendirmek gerekiyor. Örneğin Koç grubunun yüksek karlarla kapattığı bir 2020 yılı olduğunu bilmemiz önem taşıyor.
Bu tek başına sermaye döneminin pandemi döneminde kıvrak hareketler yapması, iyi yatırımlar yapması ya da paralarını çok iyi kullanmış olmaları ile alakalı değil; Türkiye’de çıkartılmış yasalarla da ilişkili. Bu kar, Türkiye’de çıkartılan ‘kısa çalışma’ sistemi ile ilgili, pandemi sürecinde özellikle imalat ve ağır sanayide fabrikaların hiç durmaması ile ilgili, işçilerin fabrikalara köle kampına kapatılır gibi kapatılması ve hepsi orada korona olsun, dışarı çıkmasın şeklinde çalıştırılması ile ilgili, işsizliği yasakladık diyerek aslında insanları evlerine gönderip asgari ücretin yarısına mahkum edilmeleri ile ilgili. Türkiye’de yönetim kademesinde elbette iç tartışmalar var; ama Türkiye’deki siyasi kriz dinamikleri ekonomik krizle birlikte ve emekçilerin mahkum edildiği durumla ilgili de değerlendirilmeli.
‘Kalıcı siyasi iktidar’ diye anlattılar bu sistemi, ‘koalisyonlara son’ demişlerdi şu an iki partinin koalisyonu var Türkiye’de. ‘Güçlü yasama, güçlü icraat’ın pratikteki karşılığı İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıdır. Güçlü yasamadan anladıkları şey işte budur.
Devam edelim, ‘güvenli, huzurlu Türkiye’ dedikleri başlığın dönüp dolaştırılıp HDP’nin kapatılması, siyasi yasaklar, muhaliflere sosyalistlere devrimcilere komünistlere karşı kullanılacak bir ‘güvenli, huzurlu Türkiye’ söylemi olduğu çok açık.
‘Güçlü Meclis, güçlü temsil’ seçim barajının kaldırılması, milletvekili seçilme yaşının 18’e çekilmesi gibi başlıklardan bahsediliyordu; bugün ise ‘daraltılmış bölge sistemi’ ile seçim sistemi ile Erdoğan’ın başkanlığını garanti altına alacak bir seçim modelini Türkiye’nin gündemine getireceklerini açıklamış oldular. Bu başlığı da yeni anayasa tartışmaları ile gündeme getiriyorlar. Dolayısıyla ‘Güçlü Meclis, güçlü temsil’ denilince aslında iki partinin en çok milletvekili çıkartabilecekleri modeller tartışılmış oluyor.
ÇIKAR KOALİSYONU
AKP-MHP koalisyonunu değerlendiren Tekerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“AKP-MHP iktidarı yarın seçim olsa yüzde 50’yi geçemeyecek” şeklinde fazlaca anket yayınlanıyor; toplumda bunun karşılığı nedir bakmak lazım. Tam da bunun için yeni anayasa ve yeni seçim sistemi tartışmalarını gündeme getiriyorlar. AKP-MHP iktidarının meşruiyet kaybı elbette var, bunun en temelindeki olgu ise ekonomik kriz. Doğal olarak bu iktidar kendi tabanını konsolide etmek için her türlü siyasal İslamcı, milliyetçi, baskıcı uygulamayı hayata geçirmeye çalışıyorlar. Elbette meşruiyet kayıpları var; ama ‘süreci yönetemiyorlar’ gibi bir sonuca ulaşmanın sınırları var. Tam da bunun için ilgili tartışma başlıklarını gündeme getiriyorlar.
Örnek verelim, her şeyi kendi çıkarları için kullanabilecek bir ‘çıkar koalisyonu’ndan bahsediyoruz, aynı zamanda bir ‘tarikatlar koalisyonu’ndan bahsediyoruz, aynı zamanda bir ‘sermayedarlar koalisyonu’ndan bahsediyoruz. Tablo bu.
Başkanlık Sistemi için ‘birlik ve uzlaşma’ deniliyordu; bundan anladıkları İyi Parti ve Saadet Partisi’nin Cumhur İttifakı’na davet edilmesi oldu.
‘Güçlü yönetim, güçlü Türkiye’ dedikleri ise tek adam yönetimindan başka bir şey değil. Bugün bunların krizlerini yaşıyor Türkiye. Bunun daha ilerisinde siyasi krizlere gebe bir dönemde olduğumuzu bilmek gerekiyor.”
YENİ BİR ÜLKE
Millet İttifakı ile sosyalist mücadelenin ayrımını yapan Tekerek’in programdaki son değerlendirmeleri ise şöyle:
“Muhalefet cephesinde Başkanlık sistemine karşı tek başına ‘güçlendirilmiş parlamenter rejim’ çıkışı yapılıyor. Bunun dışında emek, laiklik, Cumhuriyet, emperyalizmle ilişkiler, Türkiye’nin bağımsızlığı sorunu gibi başlıklarda sessiz kalınması ya da göstermelik bazı sözlerin söylenmesi dönemi kurtarmaktan başka bir işe yaramıyor.
Elbette AKP iktidarının seçimi kaybetmesi, Erdoğan’ın seçilememiş olması toplumun bir kesimi için heyecan verici bir olgu. 20 yıldır AKP iktidarının bu politikalarına tepki duyan ve ekonomik krizle boğuşan toplumsal kesimler açısından önemli bir oldu. Bu duygunun kendisini sosyalistler karşısına alamaz, almamalı. Ancak bunun karşılığı ‘gidelim Millet ittifakına eklenelim’ olamaz.
‘Yeni Türkiye’ dedikleri şey bir yanıyla bir şeriat devleti gibi, ‘siyasal islam’ anlamında her şeyin meşru sayıldığı laiklik ilkesinin sulandırıldığı bir Türkiye.
Bugün Ordu içerisinde bir amiral, bir tarikat ayinine katılıyor; bununla ilgili Milli Savunma Bakanlığı nasıl bir yol izleyecek topluma bunu söylemiyor. Bu kişi idari soruşturmanın yanı sıra bir hukuki kovuşturmaya uğrayacak mı? Görevden uzaklaştırılacak mı? Bunlar tartışılmıyor. Keza, Harp Okuluna öğrenci olarak girmenin önündeki engel olarak ‘irticai faaliyetler’ maddesi buradan çıkartılıyor.
Ayasofya İmamı’nın açıklamalarını düşünün… Bugün Türkiye’de Siyasal İslam’ın önüne koyduğu tüm başlıkları düşünün, bunlar Türkiye toplumundaki büyük kriz dinamikleridir.