Ülkemiz, tarihinin belki de en karanlık günlerinden geçerken, yaşanan bir dizi gelişmenin faturası emekçi halkımızın omuzlarına yüklenmiş durumda. AKP-MHP ittifakının bir azınlık iktidarı haline geldiği bu süreçte, düzen muhalefeti de ülkemiz geleceğine ilişkin bir şey vaat etmiyor. Ekonomik kriz, emperyalizme bağımlı mezhepçi dış politika, dinci-gericilik, göçmen krizi, AKP eliyle felakete dönüşen doğan afetler, işsizlik, yoksulluk gibi bir dizi başlık Türkiye’de emeği ile geçinen milyonları kuşatmış durumda. Biz de Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Merkez Komite Üyesi Kurtuluş Kılçer ile içinden geçtiğimiz son süreci, Türkiye ve dünyadaki son gelişmeleri ve ülkemizin geleceğini konuştuk. Kılçer, sosyalistlerin bir toplumsal programla halkın karşısına çıkması gerektiğini belirtirken, sosyalist hareketin Haziran’dan sonra yeni bir çıkış yakalayabileceğini ve seçimleri de aşan yeni bir sinerjiyi yaratmanın yolunu bulabileceğini, bunun da bağımsız bir sosyalist odağın şekillenmesiyle mümkün olduğunu vurguladı.
Öncelikle Türkiye’de önemli birkaç siyasi gelişmeyle başlayalım. Mülteciler ya da göçmenler başlığı önemli bir başlık olarak duruyor. Suriye’den sonra bu sefer Afgan göçmenler çokça tartışılan bir başlık. Yine aynı zamanda Afganistan’da Taliban’ın iktidara gelmesinden sonra ülkemizde laiklik daha fazla tartışılmaya başlandı. Hatta Türkiye örnek gösteriliyor. Örneğin liberal kesimde bir Atatürkçülük açılımı sergileniyor. Ancak tam bu zamanda yeni Adli Yıl Açılış töreninde Diyanet İşleri Başkanı’nın katıldığı dualı bir açılış yapılıyor. Yargı kurumunun dinselleştirmesinin, aynı zamanda anayasadaki laiklik ilkesiyle çelişki oluşturması üzerine ciddi bir tepki doğurdu. AKP’nin 20 yıllık iktidarıyla nasıl bir cumhuriyet tartışması işin önemli bir boyutu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu süreci?
Türkiye’nin yaşadığı çok ciddi toplumsal ve siyasi sorunlara bir yenisi daha eklendi. Sığınmacılar sorunu. 20 yıllık AKP iktidarının, işbirlikçi dış politikasının bir sonucu olarak doğrudan AKP’nin neden olduğu bir sorun. Burjuvazinin kanatları ya da düzen siyasetinin farklı kanatları iki şey söylüyor. “Onlar bizim misafirimiz” diyenler AKP başta olmak üzere yandaşlar. Bu koroya ne dediğini bilmediğimiz MHP de eklenmeli. Bir de “ülkeyi terk etsinler” diyen muhalefet çizgisi. Açıkçası belli bir toplumsal tepki de mevcut. Bu tepkiye, ilginçtir, neo-Osmanlıcı ve yayılmacı siyaseti övenler de eklenmişe benziyor. Öncelikle bu ikilem üzerinden bir tartışmayı reddetmek gerekiyor. Birisi ülkemizi emperyalizminin mülteci gettosu haline getirmenin diğeri de yabancı düşmanlığı üzerinden ırkçı bir siyasal iklimin zeminini döşüyor.
Bununla birlikte sorunun kaynağını görelim. Emperyalizm başında gelir. Sonra AKP yani AKP’nin işbirlikçi dış politikası ve en sonunda sermaye sınıfının sığınmacıları ucuz emek gücü görmesi. Sorunun kaynağını görürsek, tepkinin gerçek yönü de ortaya çıkacaktır. Bir de sığınmacılar sorununda bir yaklaşım geliştirmek gerekiyor. Siz Afgan sığınmacıları sorununu Afganistan sorunundan, Suriye sığınmacılar sorununu da Suriye sorunundan ayrı ve bağımsız ele alamazsınız. Afganistan ve Suriye’de yaşanan gelişmeler bugün yaşadığımız sığınmacılar sorununun bir başka boyutudur. Suriye’de savaşa hayır demezseniz, Esad yönetimi ile masaya oturup Suriye’de yangına benzin değil su dökerseniz, o zaman ülkemizdeki Suriyeli sığınmacılar sorununa yönelik gerçekçi bir politika geliştirebilirsiniz. Benzer bir biçimde bugün Afgan göçmenlerin bir tarafı ABD emperyalizminin tahliye operasyonu diğer tarafı ise doğrudan şeriat faşizminden kaçanlar oluşuyor. Taliban rejimine dönük yaklaşım bir kez daha karşımıza çıkıyor.
İşin özü şudur: Emperyalizm gerek Suriye’de gerekse Afganistan’da savaş ve işgal siyasetini gütmüştür, AKP ise emperyalizmin işbirlikçisi olarak doğrudan bu politikaların parçası ve öznesi olmuştur. Avrupa Birliği’nden para alıp, Amerikan emperyalizmine ise şirin gözükmek adına sığınmacıları ülkemizde tutmak özünde emperyalizmin çıkarlarını gözetmektedir. AKP tam da bunu yapmaktadır.
Biz yabancı düşmanlığına tereddütsüz hayır diyoruz, ucuz işgücü olarak görülen bütün sığınmacıların temel haklarının verilmesini savunuyoruz. Ama ülkemizin emperyalizminin mülteci gettosu haline getirilmesine de hayır diyoruz. Bu konuda uzunca bir siyasal ve hukuki bir çalışmamız olmuş, bunu kamuoyu ile paylaşmıştık. Daha detaylı görüşlerimize buradan ulaşılabilir.
Afganistan konusuna gelirsek, ABD’nin yenildiğini ve Taliban’ın emperyalizmi kovduğunu söyleyebilir misiniz? Son dönemde bazı kesimler Taliban destekçiliği yapıyor. AKP, Taliban’ı meşru göstermek için elinden geleni yapıyor, ancak solda da benzer görüşler zaman zaman karşımıza çıkıyor. Bu konuda ne söylersiniz?
AKP, Taliban zihniyeti ile kendi dini-mezhebi anlayışlarının yakın ve aynı kökten geldiğini iddia ederek, Taliban’ı meşrulaştırma girişimlerinin ilk adımını atmıştı. Taliban’ın İslamcılığın hangi ekolünden geldiğinin bir yerden sonra önemi yok. IŞİD, El Kaide gibi vahabi İslamcılık ile Taliban zihniyeti arasında sonuç olarak hangi fark var? Yorum ve tarihsel gelişim farkları bir yana bugün şeriat faşizminin iki temsilcisi arasında ehven-i şer mi arayacağız? İşin bir boyutu bu.
Ancak asıl önemli olanın biz Afganistan’da yaşanan gerici dönüşüm olduğunu düşünüyoruz. 1970’lerin sonundaki Afganistan’ın bugün geldiği yer herkes için düşündürücü olmalıdır. Herkes geçmişin hesabına vermeli ya da sormalıdır. Daha düne kadar Sovyetlere karşı ABD emperyalizmi, Arap ülkelerinin parası ve istihbaratı ile beslenen, kurulan, yönetilen, kullanılan “mücahitlerin” bugün nasıl bir Afganistan geriye bıraktıklarını görmek gerek. ABD emperyalizmi, Afganistan’daki ilerici iktidarı devirmek için cihatçı grupları kullanmış, sonra Afganistan’ı işgal etmiş, bugün ise başka bir cihatçı gruba Afganistan’ı teslim etmiştir. Dün mücahitliği övenler bugün müteahhit oldular ama cihatçı şeriatçılığın nasıl bir zihniyete tekabül ettiği de artık herkes tarafından açık olarak görülmektedir.
ABD emperyalizminin işgal siyasetinin iflas ettiği bir gerçek. Aynı zamanda iktidarın Taliban’a verilmesi ABD ile Taliban arasında bir devir teslim olayıdır. Katar’da yapılan anlaşma, Taliban’ın emperyalizminin icazetiyle boşluğu doldurduğu açık olsa gerek. Afgan halkı önce emperyalist işgale şimdi de Taliban karanlığına teslim edilmiştir.
Afganistan’da yaşanan gelişmeler Türkiye’de de laiklik başlığını yeniden gündeme getirdi. Cumhuriyet döneminin kazanımları gündeme gelirken, ilginç bir biçimde yıllardır vesayet rejimi dedikleri Kemalizm, liberaller açısından yeniden vurgulanmaya başlandı. İki başlığı açmanızı isteyeceğim: Hem Cumhuriyet tartışmalarını hem de liberallerin son yazdıkları.
Önce liberal kesimin son açılımından başlayalım. Tescilli liberallerin, bugün Cumhuriyet’i yeniden keşfettiklerini hayretle okuyoruz. Cumhuriyet’e, Taliban tartışmalarını referans göstererek daha yakın durduklarına dair saptamalar yapmaya başladılar.
Birinci Cumhuriyet’i yanlış bulan, ‘yanlış Cumhuriyet’ diye kodlayan, Kemalizm’i askeri vesayet ile eşleyerek eleştiren, AKP’yi bir dönüştürücü güç olarak görüp ‘yetmez ama evet’ diyerek destekleyenlerin, bugün Cumhuriyet açılımı içinde olması şaşırtıcı. Liberalizmin tutarsızlığı işin bir boyutu, ikinci boyutu ise siyasi hesaplarla ilgili. Liberalizm bir politik hareket olmadan her yere sızmayı başarıyor. Ama şunun altı daha fazla çizilmeli. Liberalizm, en büyük tahribatı solda yapmıştır. Sosyalist hareket, Türkiye tarihine şaşı bakan liberallerden ne bir şey öğrenebilir ne de fayda sağlayabilir. Bizim görüşümüz net; liberalizm sol saflardan temizlenmelidir. Yetmez ama evetçilik, bir hesap hatası ya da aldanma başlığı değil, düpedüz gerici siyasete destek olarak tarihe geçmiştir.
Bunu bir tarafa bırakarak bugün düzen siyasetinin yönelimlerine daha fazla odaklanmak lazım. AKP ve MHP, seçim hesapları yapıyorlar, yeni anayasa hazırlığı içinde oldukları söylüyorlar, yeni ittifaklar peşindeler. Güncel gelişmeler önemli ancak bundan daha önemlisi son 20 yıldır yaşanan gelişmelerin adını koymak. Türkiye’de 1923 yılında kurulan Cumhuriyet yıkılmış, AKP eliyle yeni bir rejim inşa edilmiştir. Öncelikle bunun kabulü gerekiyor. Kimse “mış” gibi yapmamalı. Bir rejim tartışması, bir Cumhuriyet tartışması, bir düzen tartışması yürütülmelidir. Parlamenter rejime dönüşe sıkıştırılmış bir tartışmanın, bugünkü tabloyu değiştirme şansı yok. AKP eliyle yeni bir rejim kurulmuş, 1923 Cumhuriyeti’nin bütün kazanımları ve nitelikleri tek tek ortadan kaldırılmıştır. Yeni bir süreç değil elbette. Kapitalist yol tercihi, sermaye sınıfının çıkarları, ülkeyi adım adım emperyalizme ve sermaye diktatörlüğüne teslim ederken, 1917 Ekim Devrimi’nin etkisiyle sola doğmuş bir Cumhuriyet’i de kemire kemire bitirmiştir. AKP bu sürecin son halkası oldu ve gerici, emek düşmanı istibdat rejiminin kurucu partisi oldu.
Şimdi iktidarda kalmanın yolunu arıyorlar. Nefesleri tükendi ama kurdukları rejimin yerleşmesi için bütün kozlarını oynayacaklardır. Yeni anayasa gündemini burada aramak gerek. Rejimin hukukunu yazmak istiyorlar. Bugün laiklik, hukuk devleti ya da sosyal devlet yok. Anayasada kağıt üzerinde yazması ile rejimin pratiği arasında büyük bir açı var. Adli Yıl Açılışı’nın dua ile yapılması, Diyanet İşleri Başkanı’nın boy göstermesi bir fotoğraf karesi değil, yeni rejimin ideolojik kodlarının simgesidir. Örneğin eskinin milli bayramları gitti, yeni rejimin 15 Temmuz’u ve dini bayramlar resmi bayram haline getirildi.
Eğri oturup doğru konuşmak gerek. 1923 Cumhuriyet’ini, kazanımlarını ve niteliklerini ortadan kaldırdılar. Geçmişe nostalji ile siyaset yapılmaz, 100 yıl öncenin şartları da bugün mevcut değildir. Geleceğimizi nasıl kuracağız, nasıl bir mücadele hattı öreceğiz, nasıl bir toplumsal projeyi ortaya koyacağız, bunların tartışılması gerekiyor. Bu da bize göre yeni bir Cumhuriyet Programının ortaya konulmasıyla mümkün. Bakınız, en tuzak gündemlerin başında yeni anayasa geliyor. AKP, rejimin hukukunu, anayasasını yazmak isterken, sol bu gündemi doğrudan gayri-meşru ilan etmelidir. Kendi toplumsal projesini ortaya koymalıdır. AKP eliyle yapılan anayasanın demokratik, laik, hukuk ve sosyal devlet normlarına yol vereceğini düşünen var mı?
Seçim tartışmaları, siyasi gündemin önemli başlığı. Seçim yasasındaki değişlikler konuşuluyor, barajın yüzde 7’e çekilmesi tartışılıyor, ittifak içinde de baraj olsun diyenler var. Bir yandan anketler peşi sıra yayınlanıyor. Türkiye’de erken seçim bekliyor musunuz ya da genel olarak seçimler başlığı hakkında neler söylemek isterseniz. Daha özel olarak sosyalistler seçimlere hazır mı?
Sosyalist siyaset, seçimlere sıkıştırılmamalı. Seçimler önemsiz olduğu için değil sadece seçim matematiği üzerine inşa edilmiş politik tutumların biz oportünizm olduğunu düşünüyoruz. Milletvekili olma hesaplarıyla siyaset nedir? Emekçi sınıflara ve toplumsal dinamiklere yaslanmayan bir örgütlenme olmadan sosyalist hareketin toplumsal bir hareket olması mümkün değildir!
Biz farklı bakıyoruz. Sosyalistlerin bir toplumsal programla halkın karşısına çıkması gerektiğini düşünüyoruz. Bugün seçim yasasındaki değişiklikler ya da baraj tartışmaları, elbette teknik anlamda ve hukuki anlamda yorumlanmalı ve nasıl bir seçim siyaseti izlenmesi gerektiğine dair bir tutuma neden olmalı. Ancak bu parametrelerden birisi. Demin dediğim gibi sosyalist siyaset seçim siyasetine indirgeniyor, bu da milletvekili olma hesaplarıyla matematiğin siyasetine…
Siyasetin matematiği ise başkadır. Öncelikle emekçi sınıfların siyasi temsiliyetinin önündeki en büyük engellerden birisi olan barajın kaldırılması gerekir. Bununla birlikte bugünkü seçim sistemi, ittifaklar siyasetinin önünü açmıştır. Seçimler yaklaşırken, seçimleri de içine alan ama seçimlerden ibaret olmayan bir devrimci siyasal odak en büyük ihtiyaçlardan birisidir. Daha doğru söylemem gerekirse, bugün düzen ekonomik kriz içinde ve büyük bir siyasi krize gebe. Sosyalist hareket, Haziran’dan sonra yeni bir çıkış yakalayabilir ve seçimleri de aşan yeni bir sinerjiyi yaratmanın yolunu bulabilir, bulmalıdır. Bu da bağımsız bir sosyalist odağın şekillenmesiyle mümkün.
Seçimlere hazır mıyız sorusuna ise özelde TKH olarak hazırız diyebilirim. Parti olarak seçimlere katılım yeterliliği için Türkiye çapında örgütlenme ve Kongre süreçlerimizi tamamlamış bulunuyoruz. Nasıl bir seçim politikamız olur sorusuna ise devrimci güçlerle birlikte yanıt vereceğiz.
Sanırım sosyalist güç birliğini kastediyorsunuz. Afganistan konusunda 4 sosyalist partinin imzacısı olduğu ortak bir açıklama yayımlandı. Sosyalistlerin ittifakı mı geliyor? Sosyalist güç birliği konusunda partinizin tutumu nedir?
Önce şunun altını kalınca çizelim; düzen muhalefetinin gölgesinde devrimci siyaset olmaz. Düzeni ve düzen siyasetinin bütün kanatlarını karşıya almak gerek. Sosyalistler, üzerlerine düşen bütün gölgelerden kurtulmalı, şöyle bir güneşe, toplumun karşısına çıkmalıdırlar. Açık söylemek gerekirse CHP ve HDP gölgesinde siyaset yapabilirsiniz, ancak devrimci siyaset yapamazsınız. AB emperyalizmiyle, sömürücü sermaye sınıfıyla, ABD emperyalizmiyle, tarikat ve cemaatlerle arasına mesafe koymayanlarla sosyalistlerin mesafesi bulunmaktadır!
Bugün düzen muhalefetinin bir reform programı bile bulunmuyor. Güçlendirilmiş parlamenter rejimle düzenin restorasyonu hedefleniyor ve AKP eliyle kurulan rejimin tahribatlarını düzeltmeye girişiliyor. Ancak bugün yoksulluk, işsizlik, geleceksizlik, gericilik, bağımlılık gibi temel sorunlar orta yerde duruyor. Toplumsal tepki AKP karşıtlığına kilitlenmiş olabilir, ancak topluma sosyalistlerin yön göstermesi gerekir ve aynı zamanda yeni bir düzeni ve onun programını işaret etmesi büyük önem taşır. Demin söyledim, milletvekili pazarlığı vs. gibi değil, devrimci ve toplumcu bir programla, laiklik, emek ve bağımsızlık programını emekçi halka sunarak…
İşin bir başka boyutu da ülkede en genel anlamıyla solun makus talihini kırması gerekiyor. Bu ülkede sosyalist hareket yeniden derleniyor ve yeni bir dönem geliyor. Pandeminin gösterdiği gerçekler, dünya kapitalizminin ideolojik krizi, AKP eliyle kurulan rejimin tıkanması, ülkede yaşanan ekonomik kriz gibi olgular alt alta konunca sermaye diktatörlüğü açısından tek çare emeğe dönük saldırıları yoğunlaştırmak olacaktır. Sosyalistler ve devrimcilerin, bu dönemi karşılamaları gerekiyor.
Parti olarak, geçen yıl yaptığımız Konferans’ta aldığımız bir karar vardı. Sosyalist bir ittifak ve güçbirliği. Sadece biz değil bu ihtiyaç başka dost parti ve örgütler tarafından da ortaya konuyor. Sosyalistlerin ve devrimcilerin bugün güçbirliği Türkiye siyasetinde önemli bir boşluğu dolduracağını düşünüyoruz. Bugün gerici, emek düşmanı bu istibdat rejimine karşı koyacak ve gerçek mücadele edecek tek güç bağımsız bir sosyalist odak, emekçi halka da umut olacak devrimci bir cephedir. Bugün ülkenin en önemli ihtiyacı devrimci bir cephedir! Böylesi bir güçbirliğinin oluşumu için biz TKH olarak üzerimize düşen görevi yerine getirmeye çalışacağız.
Pandemi sonrasında Türkiye Komünist Hareketi, Parti Kongresi’ni topluyor. TKH Kongresi’nin gündemleri nelerdir? Biraz Kongre sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Evet kuruluş Kongremizden sonra bu İkinci Kongremiz olacak. Türkiye Komünist Hareketi, 100 yıllık büyük bir geleneğin temsilcisi ve mirasçısı olarak kendisini yeni bir mücadele döneminin partisi olarak hazırlıyor. Özgün bir kesit karşımıza çıkacak. Bir yandan kapitalizmin krizi diğer yandan rejimin ideolojik krizi ve siyasi krizine gebe bir dönemde komünistler kendilerini yenilemelidir. Yeni kelimesinden çok haz etmiyoruz. Yeni diye diye solun nasıl likide edildiğini çok iyi biliyoruz. Ancak “yeni bir komünist partisinin”, bunu tırnak içinde kullanıyorum, daha doğrusu kendisini yenileyerek kurulan bir komünist partisinin, emekçi sınıflara yaslanmış, yeni bir kuşağı kazanmış ve geleceği örgütleyen bir komünist partisinin inşası partimizin bugün temel misyonu.
Ülkede emekçi sınıflara yaslanmış bir komünist partisinin temelleri atma noktasında bir irademiz var. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Belki de başka bir kavram kullanmak gerekirse; emekçi sınıflara yaslanmış ve işçi sınıfının siyasal temsiliyetini üstlenmiş, bir sınıf partisinin, “gerçek bir komünist partisinin”, bunu da tırnak içinde kullanıyorum, örgütlenmesi TKH’nin stratejik görevi.
Sosyal medya partisi değil, güncelliğe hapsolmuş bir bakış değil geleceği kuracak bir partinin inşasına giriştik. Yarını kazanmak için bugünün görevlerini de biliyoruz. Ancak TKH, sağlam adımlarla yoluna devam ederken, İkinci Kongremiz, kuruluş sürecinin bütün sancılarını ve tahrip olmuş örgütsel zeminleri geride bırakarak toplanıyor. Kuruluş Kongremizden sonra TKH safları sıklaşarak homojenleşti. Şimdi partinin yüzünü emekçi sınıflara dönmesi, genç ve yeni kuşaklara ulaşması gerektiğini İkinci Kongremiz karar altına alacak.
Bununla birlikte “Yeni bir Cumhuriyet Programı” Kongremizin gündemlerinden birisi. Kongre’de onaylanacak Program emekçi halka sosyalistlerin toplumsal programı olarak yaygın bir çalışmayla tanıtılacak.
Elbette her kongrenin örgütsel yeniden yapılanma gündemi de bulunuyor. Türkiye Komünist Hareketi, bugünün görevlerini yürütecek merkezi kurullarını da bu Kongre ile birlikte yenileyecek.
Bu haber en son değiştirildi 7 Eylül 2021 19:26 19:26
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…