Ya soygun düzeni ya sosyalizm!
CHP ya da Millet İttifakı iktidara geldiğinde soygun düzeninin restorasyonundan başka bir açılım yapmak gibi bir niyetlerinin olmadığı da kendileri tarafından ifade ediliyor. Elbette açık bir şekilde “Milletin soyulmasına göz yumacağız” demiyorlar. AKP iktidarının herkesin gözüne sokarak yaptıklarını daha usturuplu ve kibarca yapacaklar.
Bugünkü soygun düzeninin taşları 24 Ocak kararları ve 12 Eylül ile döşendi. Kenan Evren, Özal, ANAP, Demirel, DYP, Çiller, Mehmet Ağar, Meral Akşener, Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan herhalde bu süreçte ilk aklımıza gelen isimler olmalı…
AKP’nin içinden çıktığı yolların arka planında bu isimler var. Soygun düzeni bu ülkeye uzaydan ya da tek başına AKP’nin icadı olarak gelmedi. 1990’larda yaşanan ekonomik krizin ve düzenin yaşadığı çıkışsızlığın ilacı olarak AKP iktidarı, Türkiye sermayesi ve emperyalizm tarafından başımıza musallat edildi.
O yüzden, bugün ülkemizde bir soygun düzeni varsa, herkesin çorbada tuzu olduğu gerçeği değişmiyor.
Özal’ın “Ben zenginleri severim” sözü ile başlayan dönem, Erdoğan’ın “Ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim” gibi laflarıyla devam etti ve bugünlere gelindi.
Son kırk yıllık bu tarih, bir ülkenin emperyalist kapitalist sistem içerisinde adım adım nasıl çürütüldüğünün hikayesi olarak da tanımlanabilir.
Hiçbiri birbirinden bağımsız değil. Birbirleri ile çelişki içerisinde de değiller. Ne olursa olsun Türkiye sağının kendi içinde bir bütünlüğü ve belli bir sürekliliği mevcut. Ne demiştik, AKP’nin içinden çıktıkları ile AKP’nin içinden çıkanlar bugün AKP’ye karşı CHP ile ittifak ediyorlar.
Bugüne kadar “zulüm edebiyatı” ile gelen AKP iktidarı aslında kendisi bugün emekçi halka zulüm etmektedir. Zulüm sömürü ile, emperyalizme bağımlılık ile, kamu mallarının peşkeşi ile, açlık ve yoksulluk ile olur… Bugün de ülkemizde zulmün en büyüğü yaşanmaktadır.
Zulüm, özelleştimeler ile başladı. Tohumları 80’lerdeki sağ iktidarlar tarafından atılan bu dalgayı yükseltmek AKP’ye nasip oldu.
Zulüm, işçi sınıfına saldırı dalgası ile devam etti. “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” sloganının muhatabının açtığı yoldan yürüyen AKP iktidarı son yirmi yılda grev yasaklarından çalışma sürelerinin zirve yapmasına, güvencesiz çalışmadan iş cinayetlerinin yaygınlaşmasına kadar bir dizi işçi düşmanı politikaya imza attı.
Zulüm bugün ekonomik kriz ile yaşanıyor. Türkiye’deki ekonomik krizin temel nedeni kapitalizmin içinde, bununla birlikte AKP iktidarı tarafından kurulan soygun düzeninde aranmalıdır.
Soygun düzeninin taşları, AKP iktidarının IMF’ye verdiği sözler ile döşenmiştir. Türkiye’de tarım ve sosyal devlet bu sözlerin sonucunda tasfiye edilmiştir.
Soygun düzeni, AKP iktidarı ve Türkiye sermaye sınıfının işbirliği ile bugünlere gelmiştir. Erdoğan, Türkiye burjuvazisi “ne istediyse vermiştir”.
Soygun düzeni, ülkenin üretim kapasitesinin düşmesi, tam anlamıyla ithalata ve sıcak paraya bağımlı hale gelmesi ile şekillenmiştir. İnşaat ve hizmet sektörü odaklı bir tüketim ekonomisi Türkiye’deki asalak sınıfın çeşitliliğinin artmasını sağlamıştır.
Soygun düzeni, gerçek bir yağma ve talan rejimi olarak şekillenmiştir. Öyle ki, bugün üçer, dörder maaş alan bir dizi AKP’li ya da AKP yandaşı bürokratın pişkinliklerine bakılırsa bunun kendisi bir devlet yönetme biçimi olarak kutsanmaktadır.
Soygun düzeni, AKP iktidarının son attığı adımlar ile perçinlenmektedir. Elbette, AKP’nin cebinden çıkardığı tavşanların erken ya da baskın bir seçim ile ilgisi olabileceğini tahayyül etmek mümkün. Ancak bununla sınırlı olarak görülmemeli. Türkiye kapitalizminin, sermayenin ve zenginlerin çıkarına bir süreç de işlemektedir.
AKP’nin asgari ücret oyunu soygun düzeninin bir aracıdır. Asgari ücrete yüzde elli zam yaparak aslında ücretlerin asgari ücrette eşitleneceğini görmemek için kör olmak gerekir. Yüzde elli zam verip, üzerine verilmesi gereken asgari geçim indirimini ortadan kaldıran ve patronlara gelir vergisi kıyağı geçen AKP iktidarı bu vergiyi halkın bütününden alacak. Alın size patronlara bir kıyak ve soygun düzeninin örneği.
“Kur garantili faiz sistemi” de yine benzeri şekilde soygun düzeninin bir enstrümanı olarak karşımızda yer alıyor. Zenginlerin hesaplarındaki milyon dolarların garantisi bırakın bankada hesabı, bir lira dahi tasarrufu olmayan milyonlarca emekçiye ödetmek AKP iktidarının son icadı olarak karşımızda yer alıyor.
Tüm bunlarla birlikte faiz-kur-enflasyon üçgeninde kaderine terk edilmiş milyonlarca emekçi, AKP’lilerin, yandaşlarının ve zenginlerin gündelik oyunları, paralarına para katma operasyonları arasında ezilmeye mahkum görülmemeli.
Sermayenin bir bölümü AKP iktidarı ile uyuşmazlık yaşıyor olabilir. Ancak, onların AKP ile mesafesi, CHP’nin “hesaplaşacağız” dediği “beşli çete” diye lakap takılan sermayedarlar ile olan mesafesinden çok da uzak olmayabilir. O yüzden bir yerden sonra Türkiye’de temelleri son kırk yıldır devam eden soygun düzeni yeni bir düzlemde yeniden üretilmek zorunda. Bunun odağı ise bugün Millet İttifakı’nda şekilleniyor.
CHP ya da Millet İttifakı iktidara geldiğinde soygun düzeninin restorasyonundan başka bir açılım yapmak gibi bir niyetlerinin olmadığı da kendileri tarafından ifade ediliyor. Elbette açık bir şekilde “Milletin soyulmasına göz yumacağız” demiyorlar. AKP iktidarının herkesin gözüne sokarak yaptıklarını daha usturuplu ve kibarca yapacaklar.
Tam boy kamuculuk ve devletleştirme mi dediniz?
Ücretli emek sömürüsüne son vermek mi dediniz?
Emperyalizm ile bağları kopartmak mı dediniz?
Merkezi planlama ve kalkınmacı bir üretim ekonomisine geçiş mi dediniz?
Bu sorulara Millet İttifakı cephesinden “Helalleşeceğiz” dışında bir yanıt alma şansınız bulunmuyor. Daha doğrusu bugünkü rejimin taşlarını döşeyen bir dizi unsurun da parçası olduğu bir ittifaktan ne beklenir ki? Oradan çıka çıka Meral Akşener’in Başbakanlığı, Ali Babacan’ın Ekonomi Bakanlığı, Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı, Milli Görüş çizgisinin ve tarikatların hükümranlığını sürdürdüğü Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıkları, bir de Meral Akşener’in ağabeyi Mehmet Ağar’ın ya da evlatlarının İçişleri Bakanlığı’na geri dönüşü çıkarsa şaşırmayın.
İsimler spekülatif olabilir ancak yaklaşım olarak bunun dışında bir seçenek çıkması pek de mümkün görünmüyor. Bu da ülkedeki soygun düzeninin farklı enstrümanlar ile devam ettirilmesinden başka bir anlam taşımayacaktır.
Kırk yıldır zirve yapan politikaların köklü bir değişime uğraması için Türkiye’de devrimci bir dönüşüm şarttır. Şu an ülkemizdeki sağlı sollu düzen muhalefetinin böylesi bir programı bulunmuyor.
AKP iktidarından kurtulmak, emekçi halkın sömürü ve yoksulluğa karşı özlemlerini temsil etmek aynı zamanda paranın saltanatına son verme mücadelesidir. Komünistler ve devrimciler sermaye diktatörlüğüne, AKP iktidarına ve haramilerin saltanatına karşı mücadele ediyorlar. Bu ülkenin solu ve devrimcileri güçlü olursa gerçek bir devrimci dönüşüm yakınlaşacaktır.
O yüzden “Ya soygun düzeni ya sosyalizm!” demekteyiz.