Yeni oyuncaklarımız

Türkiye’ye döndüğümüzde yükseliyor görüntü verirken çöken, parlıyor görüntü verirken de kararan tablo ile karşılaşıyoruz. Fakat ilginçtir ki, bu tablonun oluşturulmasında günlük ve tek adam kararıyla, daha doğrusu dış telkin ve empoze yoluyla yürütülen dış siyaset içteki sorunların perdelenmesinde öylesine denk düşmektedir ki, sorun ya da sorunlar bir an dikkatlerden uzaklaştırılabilmekte, siyasetin daime yaptığı gibi ileri bir tarihe atılmakta, böylece zaman kazanılmış olmaktadır.

Ekonomik sıkıntılar, pandemi almış başını gidiyor, Suriye’de ve Libya’da istenenler olamıyor, Merkez Bankası’nın kaybolan paralarını muhalefet bir türlü gündemden düşürmüyor vs..vs., ama en önemlisi iktidardaki partilerin oy toplamları anlık tatmin edici olmadığı gibi, giderek de eriyor. Kısacası, siyasi erkin işi çok zor. Siyaseten mesele karmaşık; siyasi politika artık anlaşılır ve okunur oldu, içe olmadığı gibi, dışa da güven vermiyor. Bu durumda 2023’ü beklemek zor gözüküyor, fakat seçime gitmek akılcı olabilmekle beraber, anketler parlak çıkmıyor, oylar geriledi, görülen o ki, durum cumhur ittifakını kara kara düşündürecek düzeydedir. İç âlemde durum ana hatlarıyla budur. Artık Ayasofya da, Mavi Vatan da çuvalı destekleyemiyor.

Dış âleme döndüğümüzde, ABD Başkanı hangi akla hizmetse(!) bize kafayı takmış, Halkbank meselesinden, bizzat kişisel malvarlıkları ile ilgili endişeler, S-400 meselesi vs giderek iktidarın ruhunu daraltmaktadır. Diğer yandan Rusya da ayrı bir dert, Ukrayna sorunu bir çatışmaya gebe, bu arada Karadeniz’e ABD savaş gemileri çıkabilecek mi meselesi, yani ünlü Montrö konusu hiç de yenir yutulur bir konu değil. Gerçi Montrö meselesini bir görüşmede bizzat Meclis Başkanı açmadı, bu konuda gelen soru üzerine olumlu yanıt verdi, ama! Evet, burada büyük bir “ama” var. Nasıl oldu da gazeteci böyle bir soruyu gündeme getirdi; acaba bir tür kamuoyu yoklaması niyetiyle açılması sipariş edilmiş tembihli bir konu olmasın! Zira bir siyasetçinin deneyime dayalı ifadesiyle Türkiye her dönemde olduğu gibi bu dönemde de, biri ABD diğer Rusya olmak üzere iki güç arasında kalmış durumda.

Böylesi giderek yükselen tansiyonda siyasi dehanın (!) amacı iki alanda da sorun çözme mi, yoksa bir alandaki sorunları, varsa, siyasi deha, yoksa siyasi cambazlıkla diğer alandaki sorunları perdeleme mi? Diğer bir deyişle, iç siyaset mi dış siyaseti güçlendirmede kullanılacak, yoksa daha olağan olarak, dış siyaset mi iç siyaseti topluma yedirmede kullanılacaktır. Kanaatim odur ki, ülke kapasitesi ancak ikinciyi yoğun kullanmaya elverişlidir. Bunun sebebi, emperyalistlerin jandarma gücü olarak gördüğü görece güçlü çevresel konumlu ülkeleri bulundukları yerel alanı emperyalistin amacı doğrultusunda düzenleme ve denetlemede kullanırken, bu verilmiş görevi halkına uluslararası düzeyde oyun kurucu misyon olarak yutturan ülke liderlerinin bu hizmeti iç siyasette oy taban oluşturmak ve zaman zaman tahkim etmede kullanma maharetine yönelme kurnazlığıdır. Bu süreç hem içte siyasiye oy tabanı sağlamakta, hem de dışta emperyalist güce oy tabanı üzerinde sörf yapan siyasiyi iç politikada fazla anlaşılmadan yönlendirme gücü sağlamaktadır. Böylece, emperyalist güç ile siyasetçi arasında sağlanan kutsal ittifakın anlaşılamaması amacıyla içeride sürdürülen gerici politikalar da siyasi yapıyı ülke aleyhine fakat emperyalist güç lehine ayakta tutmada emperyaliste güç sağlar.

Bu genel çerçeve modelinde Türkiye’ye döndüğümüzde yükseliyor görüntü verirken çöken, parlıyor görüntü verirken de kararan tablo ile karşılaşıyoruz. Fakat ilginçtir ki, bu tablonun oluşturulmasında günlük ve tek adam kararıyla, daha doğrusu dış telkin ve empoze yoluyla yürütülen dış siyaset içteki sorunların perdelenmesinde öylesine denk düşmektedir ki, sorun ya da sorunlar bir an dikkatlerden uzaklaştırılabilmekte, siyasetin daime yaptığı gibi ileri bir tarihe atılmakta, böylece zaman kazanılmış olmaktadır.

İşe ekonomiden başlarsak, hemen tüm bilinen ekonomi kurallarını alt-üst edercesine makro veriler ters çalışmakta ve, doğal olarak, teknik anlamda karar alıcıların manevra alanını daraltmaktadır. İktisatta bilinen kurala göre faiz ile döviz kuru ters yönde hareket etmesi gerekirken, Türkiye’de ikisi de yukarı yönde aynı doğrultuda hareket etmekte ve karar alıcıları zor duruma sokmaktadır. Yine bilinen kurala göre, faiz ile enflasyon da ters yönde hareket ediyor olması gerekirken, Türkiye’de faiz de enflasyon da yukarı yönde aynı doğrultuda hareket etmekte ve bu alanda da karar alıcıların alanı daralmaktadır. TÜİK ise vicdanı ile makamı arasında sıkışmakta; verileri doğru açıklasa makamından olacağını, çarpıtsa vicdan azabı çekeceğini bilmektedir. Sonuç ortada; o kadar devreler yanmıştır ki, artık ne ilgililer neyi açıkladıklarının farkında, ne de halk açıklananlarla ilgilenmektedir. Böylesi karmaşalar yumağı o hale gelmiştir ki, bir TV programında bir konuşmacının harika ifadesiyle, artık toplum pandemiye karşı değil, ama iktidara ve bürokratlarına karşı neredeyse tam bağışıklık kazanmış konuma gelmiştir. Bu safhada iktidar da rahat, toplum da artık gidişatla fazla ilgili gözükmemekte, kendi çarşı pazar işine dertlenmektedir. Bunu şuradan çıkarıyorum ki, son bir yılda ülkemizde yaşananlar seçmen tabanını etkileyecek olsa idi, iktidar ittifakının oyları barajı dahi aşamaz hale gelmiş olurdu. İşte bu durum, oksimoron ifadesiyle, toplumun iktidara karşı tam bağışıklık kazanmış olduğunun göstergesidir.

İşte mesele böylesi iktidarı ayakta tutarken toplumu ve ülkeyi çökerten bağışıklığın nasıl oluşturduğu önemli bir konu olarak karşımızda durmaktadır. Birincisi, yukarıda ifade etmiş olduğum gibi, iktidarın birbirini nakzeden çelişkili ifadeleri ya da söz verdiği halde gerçekleştiremediği, hatta çoğu durumda tersini yaptığı karar ve icraatıdır. Pandemi, yükselen yoksulluk, işsizlik ve pahalılık karşısında rastlantısal olarak gelişen ve/veya iradi olarak ortaya sürülen bazı önemli dış veya oyun kurmaya yarayan iç “oyuncaklar ” bu konuda iktidara olanak sunmada kullanılmaktadır. Bunlardan biri, kasıtlı olarak ileri sürüldüğü intibaı veren Mondros Mütarekesi’dir. Mondros Mütarekesi’nin Karadeniz kızışırken ortaya atılmasının bence en önemli sebebi, Rusya’nın tepkisini uluslararası alanda alenileştirerek ABD’nin açık veya örtülü taleplerine karşı dayanma gücü sağlamak olabilir. Böylece, aradan çekilme görüntüsünde, sanki ABD ile Rusya karşı karşıya getirilmiş olmaktadır. Hatta bu yolu açan soru da kasıtlı olabilir, sorunun önceden başkana sızdırılması ya da bizzat siyasi çevrenin talebi olarak o toplantıya sızdırılması dahi planın asıl parçası olabilir. Bu politika akılcı olabileceği kadar, ondan önemlisi, bölgede hâkimiyeti olduğu ya da oyun kurucu olarak görülen siyasi erkin gerçekte ve içe yansıtılana karşın, kendinin başlattığı ve imzaladığı bir  antlaşmayı emperyalistlere karşı ne derece koruyabildiğinin dış yansımasıdır.

Yanlış icraatların ve aşı olayında olduğu gibi vaktinde alınamayan önlemlerin, ya da akıl almaz kongrelerin ülkede yükselttiği tansiyonu yatıştırmada başka bir yapay tansiyon yükseltici olay da insan hakların ı ve ifade özgürlüğünü ezercesine çok siyasice kullanılmıştır. Emekli subayların gece yarısı bildirisi! Aslında bu bildiriyi hem de aynı içerikle emekli diplomatlar da yayınlamış olduğu halde, ne hikmetse emekli subaylar öne çıkarıldı, hatta gıyabi yargılamaları yapıldı, rütbeleri söküldü vs..vs.. Artık yargının işi kolay! Üstelik gıyabi yargılama yapanlara değil de, emekli subaylara anlamsız gözaltı yapmak, daha doğrusu gözdağı vermek tam anlamı ile iç olayları perdeleme oyuncağıdır. Meclis Başkanının konuşturulmasını Rusya’nın diliyle diliyle ABD’ye mesaj olarak alırsak, emekli subaylara uygulanan muameleyi de Türkiye diliyle yine ABD’ye, bu kez de biraz gönül alma niyetiyle verilmek istenen bir mesaj olarak yorumlayabiliriz. Emekli subaylar yoluyla verilen mesajda da ABD’ye “your boys” dahi sizin taleplerinize karşı, ama yine de kalbimiz başka türlü atıyor mealinde, tam anlamı ile siyasi ayak oyunu gizli gibi kokuyor, yutan olursa!

İki ayyaştan birinin bilinen çok malum, “Ayı ile yatağa giren…” mealinde bir sözünü hiç unutmayalım! Tüm güçlerin emperyalist olduğu yeni dünya siyasi koşullarında cari açığı, kamu açığı, teknoloji açığı, tasarruf açığı, burjuva açığı, ideolojik donanımlı emek açığı, nüfus kalabalıklığına rağmen eğitilmiş insan gücü açığı, fakat bu açıklara karşın “yetmez, ama evet” aymaz fazlası olan bir ülkede ancak içte layık olunan siyasi yapıya kavuşulurken, dışta da avuçlarını ovuşturan emperyalistler arzuladıkları siyasi yapıya destek verir.