Yolsuzluk sebep, yoksulluk sonuçtur

Türkiye, 21. yüzyılda dijital teknolojinin çağdaş olanaklarından yararlanarak askıda fatura ve benzeri kampanyalarla çağ dışı bir yoksulluğu yönetmeye çalışıyor.

Çok partili sisteme geçtikten sonra başta Demokrat Parti olmak üzere diğer popülist sağ partiler seçmen kitlesini ikna edebilmek için sık sık yalan vaatte bulunma kolaycılığına düşmüştür. “Her mahallede bir milyoner yaratacağız” sloganıyla oy isteyen Menderes’ten esinlenen Tansu Çiller, yıllar sonra “her mahallede 100 trilyoner yaratacağız” diyerek çıtayı yükseltmişti…Yine Çiller, ev ve arabayı kastederek her aileye iki anahtar vaat etmişti. Kapitalist düzen, ancak yoksul kesimlerin sınıf atlama hayalini diri tutarak varlığını sürdürebiliyor. Bu yüzden popülist sağ partiler de yığınların çaresizliğini istismar etmeyi siyaseten ahlaki kabul ediyor. İşsize, düşük ücretliye veya sabit gelirliye hayal kurdurmak için kamu bütçesinden yüksek pay ayırmak gerekmiyor!

AKP de yasakları, yoksulluğu ve yolsuzluğu kaldırmak vaadiyle iş başına gelmişti ama 19 yıllık iktidarında yasaklar, yoksulluk ve yolsuzluk yeni Türkiye’nin alametifarikası oldu. Erdoğan’ın hizmet belediyeciliği olarak adlandırdığı anlayış, yoksul kesime asla kullanamayacağı hava limanlarının, köprülerin, otoyolların bedelini ödetiyor. Üstelik halk sadece bugüne değil geleceğe de borçlanıyor. Beton şehirler, ölmüş denizler, heba edilen tarım alanları, zehir saçan madenler AKP’nin hizmet belediyeciliği anlayışının başat simgeleridir. Eser diye övünülen beton yığınları işsizliğin, yoksulluğun ve de yolsuzluğun anıtları olarak tarihe geçecektir.

İnsan, yaşamı için gereken temel gereksinimlere ulaşma hakkına sahip değilse yoksul olarak tanımlanır. Büyük kentlerde halkı ucuz ekmek, ücretsiz süt, erzak kolisi gibi yardımlara muhtaç kılan derin yoksullaşma Erdoğan’ın ustalık döneminin eseridir. Türkiye, 21. yüzyılda dijital teknolojinin çağdaş olanaklarından yararlanarak askıda fatura ve benzeri kampanyalarla çağ dışı bir yoksulluğu yönetmeye çalışıyor. Gelir paylaşımındaki adaletsizliğin doruğa çıktığı bir dönemden geçiyoruz.  Her mahallede 100 trilyoner  vaadinin verildiği 1990’lı yıllardan, açları kim doyuracak tartışmasının yapıldığı 2020’li yıllara geldik. Hizmet belediyeciliği denen rant düzeni, halkı böylesi trajik bir yoksulluk düzeyine geriletti. Çeyrek asırdan beri Türkiye, hizmet anlayışının merkezine insanın yerine betonu koyduğu için şimdi bu bedeli ödüyor. Son yerel seçimlerde AKP’nin büyük kent belediyelerini yitirmesinin temel nedeni, yıllardan beri insanı ve doğayı ihmal etmesidir. Zaten kendine görkemli saraylar yaptıran bir muktedirin ülkesinde, yoksulun payına sadakadan başka bir şey düşmesi beklenemez.

Devletin malı kimin?

Neoliberal sistemin imha ettiği sosyal politikalara yerel düzlemde işlerlik kazandırmaya çalışan sosyal belediyecilik anlayışı, bir çok ülkede insan ve doğa düşmanı yağmacı kapitalizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Böylece AKP’nin  rantiye sınıfıyla ortaklığını tanımlayan yağmacı hizmet belediyeciliği de artık devrini tamamlamıştır. İşsizlikle, yoksullukla boğuşan yığınları çılgın projelerle, uçan arabalarla, uzay yolculuklarıyla, doğal gaz rezervleriyle ya da Siha’larla uyutma dönemi geride kalmıştır. Her gün patlak veren skandallardan sonra çoğu AKP seçmeni de  ‘yol yaptılar’ saplantısından kurtulup ‘yolsuzluk yaptılar’ gerçeğine  yakınlaşmıştır. Yine de muhalefet, yolsuzlukla yoksulluk arasındaki ilişkiyi halka daha net anlatmalıdır. Yaşanan rezaletlerin aile içi kavgadan ibaret olduğu, toplumu ilgilendirmediği yönünde iktidar tarafından yaratılmak istenen algı boşa çıkarılmalıdır. Halk, devlet malını cüzdanındaki parası gibi sahiplenmedikçe devletin malı deniz, yemeyen domuz (keriz) diyenlere yol vermiş olur. Devletin malı, kamuya yani bizatihi halka ait olmalıdır. Yurttaşlar barınma, beslenme, sağlık, eğitim ve ulaşım gibi alanlardaki hizmetlere temel insan hakkı olarak erişinceye değin sermaye iktidarlarıyla mücadele sürecektir.

Komünistin ahlakı

Geçtiğimiz günlerde Deva Partisi’nden istifa eden Ankara İl Yönetim Kurulu’nun bir  üyesi, son dönem ortaya çıkan yolsuzluklara tepki göstermişti. Ülkücü muhafazakar mahalleden olduğunu belirten kişinin sosyal medya hesabından paylaştığı ilginç mesajı şöyleydi: “Artık yapılanlardan ve gördüklerimden iğrenir oldum. Allah’tan tek dileğim, ölmeden bu ülkenin bir de komünist insanlar tarafından yönetildiğini görmek” [1].

Yanlış bilinç nedeniyle komünistleri düşman belleyip emperyalizmle işbirliği yapan iktidarları dost edinen ülkücü muhafazakâr mahalle, devletin arkasındayız masalına inandırılmıştır. ABD ve benzeri emperyal devletler, kendine bağımlı kıldığı ülkelerin yumuşak karnını bularak strateji geliştirmekte mahirdir. Cumhuriyet tarihimiz boyunca emperyalizm, sınıf mücadelesini perdelemek için özellikle milliyetçi, mukaddesatçı iktidarlarla işbirliği yapmıştır. Sağcı popülist liderler de bayrak, ezan  gibi halkın kutsallarını istismar ederek sömürü düzeninden pay kapma yarışına girmiştir.

Varlığını, eşitsizlikten beslenen hiyerarşik doğasına borçlu olan kapitalist sistemin ahlak anlayışı tartışmalıdır. Eşitlik, işbirliği ve dayanışma gibi insani değerleri önceleyen komünist ahlak anlayışı, rekabet ekseninde birbirine üstün gelmenin meşru sayıldığı kapitalist ahlak anlayışından yeğdir. Devletlerin ideolojik karakteri, gerek yönetenlerin, gerekse yurttaşların ahlak anlayışının biçimlenmesinde etkilidir. Örneğin bireyci kapitalist sistemle kolektivist komünist sistemin değerler sistemi birbirine taban tabana zıttır. Kapitalist sisteme meftun olan sağcıların Allahsız komünistler diye lanetlediği insanlar, toplumsal düzende bireycilik yerine dayanışmayı, ayrışma yerine bütünleşmeyi, bölünme yerine işbirliğini savunurlar.

Kapitalizmin sözde gayrimeşru çocukları olan uyuşturucu baronları, kara para aklayan iş insanları, yolsuzluğa bulaşan politikacılar bugüne değin varlıklarını sürdürürken hangi sistemin ahlaki ölçütlerine bağlıydılar?  Bu ‘ahlaksız çocuklar’, sistemin gereksinimlerine yanıt vermese asla yaşatılmazdı. Sermaye iktidarları için kârlılık, fırsatçılık, çıkarcılık en önemli  motivasyon kaynağı olduğu için erdemli bireyi esas alan hukuki ve ahlaki ölçütler, kapitalist dünyada asla geçerli olamaz.

Dahası, “Paranın dini, imanı, milleti, vatanı olmaz; para paradır.” diyen biri ülkeye hükmediyorsa[2] Türk-İslam kültürünün örf ve adetleri de kapitalist ideolojinin hegemonik gücü karşısında tümden yenik demektir.

Yine de ülkücü muhafazakâr mahalleden birisinin ülkenin komünistler tarafından yönetilmesini Allah’tan dilemesi, insanlık için küçük ama komünistler için büyük bir adımdır!

[1] https://www.internethaber.com/deva-partisinden-bomba-istifa-ulkucuyum-igrenir-oldum-ulkeyi-komunist-biri-yonetsin-2188966h.htm

[2] https://www.cumhuriyet.com.tr/video/erdogan-paranin-dini-imani-milleti-vatani-olmaz-779488

 

Yazarın Diğer Yazıları
Ronald-Donald döngüsü 14 Kasım 2024
Neofaşist küreselleşme 20 Eylül 2024
Kirli mahremiyet 25 Temmuz 2024